Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Teşhir masalarına son veren tekme

Teşhir masalarına son veren tekme


Esra Çiftçi


İSTANBUL – Remzi Basalak bugün ‘Teşhir Masası”na attığı tekme ile hatırlanıyor. 80’li ve 90’lı yıllarda yakalanan devrimcilerin kameraların önünde elleri kelepçeli görüntülerinin teşhir edilmesi devletin vazgeçilmez geleneğinden biriydi. Beyaz örtülü bir masanın üzerine para, silah ve doküman konulur, yakalanan devrimciler ise masanın arka tarafında sırtları kameralara dönük yahut yüzleri yere bakar şekildeki görüntüleri kaydedildikten sonra devletin resmi kanalı ile gazeteler aracılığıyla kamuoyuna servis edilirdi.

23 Ekim 1992 yılında Remzi Basalak, arkadaşıyla birlikte gözaltına alındıktan sonra odaya alınır alınmaz kameralar kayda girdi. Bu kez canlı yayın yapılacaktı. Remzi Basalak sloganlarla masaya tekme attı. O gece işkencede katledildi ancak attığı tekme ile teşhir masası mizanseni de son buldu.

Remzi Basalak’ın ölümünün üzerinden 30 yıl geçti ve Basalak’ı anlatan ‘Devrim Kartalı’ isimli bir kitap yayınlandı. Kitabın editörlüğünü yapan Basalak’ın nişanlısı Zeynep Berktaş ile o yılları konuştuk.

İLK TANIŞMA

Zeynep Berktaş, Remzi Basalak ile ilk yüz yüze görüşmesinin 1986 yılında olduğunu, ama ‘81 yılından itibaren de gıyaben tanıdığını söylüyor. Berktaş o yılları şöyle anlatıyor:

“Ben o sıra Adana Kapalı Cezaevi’nde tutukluydum, bir grup yoldaşın gözaltında olduğunu duymuştuk. Remzi’yi tanıyan bir yoldaş “içlerinde en küçük o, ama direneceğine inanıyorum” demişti. Remzi hakkında ilk duyduğum söz budur ve kafama kazılmıştır. Sonra onları Köprüköyü’ndeki askeri kışlaya götürdüler, faşist yaptırımlara karşı direnişin başını çektiğini öğrendim. 1982 yılında hepimizi Antakya E Tipi ’ne sevk ettiler. Remzi geldiği andan itibaren direnişi başlattı. Aylarca birlikte direndik.”

‘BİRBİRİMİZİ SEVDİĞİMİZİ YILLAR SONRA İFADE ETTİK’

Dışarıda tekrar karşılaştıklarında 12 Eylül yıllarının yenilgi havasının dağıldığını, öğrencilerin dernekler kurduklarını, işçilerin direnişe geçtiklerini söyleyen Berktaş, Basalak’ın il il dolaşıp faaliyetler sürdürürken, kendisinin de o sırada üniversiteyi kazandığını ve gençlik örgütlenmesinin ilk adımını böylelikle
attıklarını belirtiyor. 1988 yılında Basalak’la birlikte gözaltına alındıklarını, Basalak’ın tutuklandığını, kendisinin de serbest bırakıldığını söyleyen Berktaş, Sağmalcılar Cezaevi’nde kaldığı dönem birkaç kez ziyaretine gittiğini belirtiyor ve nasıl nişanlandıklarını şöyle anlatıyor.

“Birbirimizi sevdiğimizi o sıralar anladık sanıyorum ama bunu açıkça ifade etmemiz yıllar sonra oldu. 1992’nin mayıs ayında duygularımızı paylaştık ve ölümünden sadece 10 gün önce küçük bir nişan töreni ile yüzüklerimizi taktık. “Bir ömür boyu” diyerek… Onun ömrü 10 gün sürdü, ben hala yaşıyorum ama
birbirimize verdiğimiz sözü tuttuk.”

Zeynep Berktaş

NASIL OLSA DÖNECEKTİ ÇOK RAHAT YOLCU ETMİŞTİM’

Zeynep Berktaş, son olarak Remzi Basalak öldürülmeden üç-dört gün önce görüştüklerini söylüyor ve sonrasında yaşananları şöyle anlatıyor:

“Yaklaşık on gün görüşmemiştik. Süre uzayınca ben de kaygılanmaya başlamıştım. Tam o günlerde bir sabah eve geldi. Adana’da piknik yapan bir grup insan gözaltına alınınca, onlarla ilgili bir bildiri çıkarmak için gelmişti. Bildiriyi basıp Adana’ya geri dönmesi gerekiyordu, sadece bir gün kaldı. Ertesi akşam otobüsle Adana’ya dönecekti. Ben de otogara kadar gidip yolcu etmek istedim, ama akşam saatlerinde eve geri dönmemin zor olacağını söyleyerek kabul etmedi. Benim hediye ettiğim onun da severek giydiği gül kurusu renginde bir gömlek vardı onu giydi. Ayakkabıları denedi, “bununla daha rahat koşarım” dediği sportif bir ayakkabıyı tercih etti. O da benim otogara gitmemi istiyordu, fakat yine beni düşünerek vazgeçti. O yüzden evde vedalaştık. Öncesinde nasıl döndüyse yine döneceğini düşünerek çok rahat biçimde yolcu etmiştim.”

Bir belediye otobüsünde, ön koltukta bir adamın okumakta olduğu Hürriyet gazetesine bakarken, “Adana’da kanlı soygun” manşetini görüyor Berktaş. O an beyninden vurulduğunu söylüyor. Berktaş, bir kişinin yerde yatan fotoğrafını görüyor önce, kalbi hızla çarpmaya başlıyor, ilk durakta inip gazete bayisi arıyor ve o anları şöyle anlatıyor

“Hürriyet gazetesini alarak alelacele o haberi okumaya başladım. Fotoğraftaki kişi Şaban Budak’tı ve ölmüştü. Onu da tanıyordum. Gözaltına alınanların isimleri arasında ‘Metin Öztürk’ de vardı. Remzi’nin bu kimliği kullandığını biliyordum. “Ona çok işkence yapacaklar” diye düşündüm o anda. Ama yine
işkencecileri deliye çevirecek, bir yenilgi daha yaşatacak diyerek de gururlandım. Sonuçta yaşıyordu, tek tesellim buydu. O gün kaldığım evde televizyon yoktu, akşam haberlerinde televizyona çıktığını sonradan öğrendim.”

‘ÖLDÜREMEYECEKLERİNİ DÜŞÜNDÜM’

Basalak’ın basında, televizyonda haberleri görüldükten sonra artık öldüremeyeceklerini düşündüğünü söyleyen Berktaş, hatta kendisini cezaevi görüşüne hazırladığını belirtiyor ve şöyle devam ediyor.

“Üç gün sonra bir öğrenci evinde iken, Boğaziçi’nde okuyan bir kadın yoldaş geldi, “biliyor musun o masaya tekme vuran yoldaşı öldürmüşler” dedi. Duyduğuma inanamadım. “Kim söyledi? Emin misiniz, bir yanlışlık olamaz mı” gibi peş peşe sorular sıraladım. Haberin kesin doğru olduğunu, bana haber
ulaştırmak için geldiğini söyledi ve “hemen geri dönmem gerekiyor” diyerek gitti. İllegalite koşulları gereği bizim nişanlı olduğumuzu bilen insan sayısı çok azdı, evdekiler, gençlikteki yoldaşlar zaten bilmiyorlardı. Akşama kadar saatler boyunca ağlamıştım. Akşam onlar geldiğinde ise, Remzi ve Şaban için neler
yapmamız gerektiğini konuştuk, onları layık biçimde anmanın yol ve yöntemlerini belirleyip harekete geçtik. İçim kan ağlamaya devam ederken, bir şey hissettirmemeye çalışmak zordu.”

‘KENDİLİĞİNDEN, ANİ BİR ÖFKE İLE OLMADI’

Teşhir Masaları’na karşı duracakları kararını çok önceden aldıklarını ve Remzi Basalak’ın vurduğu tekmeden sonra bu uygulamanın sona erdiğini belirten Berktaş sözlerine şöyle devam ediyor:

“Biz karar almıştık zaten, Remzi’den sonra yakalanan kimse masanın arkasında durmayacaktı, durmadık da. Birkaç kez girişimde bulundular ama benzer bir tabloyla karşılaşmaktan çekindikleri için vazgeçtiler. Onun için Remzi’nin bir dönemi kapattığını bir milat yarattığını söylüyoruz. Şunu da eklemeliyim; bu
kendiliğinden, o anki öfkeyle olmadı. Remzi bunu çok önceden aklına koymuştu. “Madem ki, işkencede direniyor, masaya dizilenlerin bize ait olmadığını söylüyoruz, o halde neden polisin hazırladığı bir mizansenin bir parçası oluyoruz, bizi kitlelere böyle göstermelerine meydan veriyoruz” dedikten sonra, “bir daha yakalanırsam asla o masanın arkasında durmayacağım” demişti. Ayrıca Remzi’nin çok sevdiği yoldaşı Mehmet Fatih Öktülmüş, her alınışında işkencede direnişi bir üst noktaya sıçratmış, 12 Eylül yıllarında “ifade vermeme” geleneğini başlatmıştı. Remzi, “Fatih’in direnişini daha ileriye taşımak lazım” derdi hep ve her alınışında işkencede direnişi bir üst noktaya taşıdı. Teşhir masasına indirdiği tekme, bu hedefe kilitlenmesinin bir sonucudur.”

‘BURJUVA BASIN BİLE “ŞÜPHELİ ÖLÜM” ŞEKLİNDE HABER YAPMAK ZORUNDA KALDI’

Basalak’ın gözaltına alındığı gün avukatlarının hemen savcılığa başvurduğunu söyleyen Berktaş, o sıralarda gözaltında kayıplar arttığı için, o duyarlılıkla müvekkilleriyle görüşmek istediklerini belirtiyor. Berktaş, savcının izin vermediğini ve sağlığının iyi olduğunu söylediğini, oysa Basalak’ın alındığı günün
gecesi öldürüldüğünün altını çiziyor ve şöyle devam ediyor:

“Saat 23.45’te Adana Numune Hastanesi’ne ölü olarak getirildiğine dair üç ayrı tutanak var. Bir gün sonra da yani 24 Ekim günü otopsi yapılıyor, Adli Tıp raporu var. Elbette görgü tanıkları da bulunuyor. Remzi’nin gözaltına alındığında şubede olanlar, onun işkence altında iken sesini duyuyorlar. “Sizden
korkmuyorum, elinizden geleni yapın ama bunun hesabını yoldaşlarımın soracağını bilin” diyerek polislere bağırdığını söylüyorlar. Polisin iddiası ise, yakalanma anında aldığı darbeler nedeniyle üç gün sonra öldüğü şeklinde. Üç gün zaman kazanıp farklı hastanelerden zorla rapor almışlar. Oysa basına
çıkarıldığında son derece sağlıklı olduğu herkes tarafından görüldü. Burjuva basın bile “şüpheli ölüm” şeklinde haber yapmak zorunda kaldı”

‘İŞKENCECİLERİ YARGILATMAYI BAŞARDIK FAKAT MAHKEME ONLARI SUÇSUZ BULDU’

Basalak’ın ölümünün ardından yoldaşlarının “katilleri biliyoruz” kampanyası başlattıklarını, Adana’nın dört bir yanına işkenceci polislerin fotoğraflarının yer aldığı afişler astıklarını söyleyen Berktaş, devrimci tutsakların mahkemelerde suç duyurusunda bulunduklarını, kendisinin de nişanlısı olarak işkenceciler
hakkında davacı olduğunu belirtiyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Büyük çabalar sonucu işkencecileri yargılatmayı başardık, fakat mahkeme onları suçsuz buldu. Göz göre göre işkencede öldürüldüğü kanıtlandığı halde serbest bırakıldılar. Mahkemeler de işkencenin suç ortağı durumunda. Üzerinde kitle baskısı arttığında, işkencecileri yargılamak zorunda kalıyorlar,
ama ceza vermemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Sonuçta işkence bir devlet politikası. Devletin tüm kurumları da ona göre davranıyor.”

‘NİŞANLIDAN DAVACI OLMAZ’

Remzi Basalak’ın ailesi polisler tarafından korkutulduğundan, ölümünden hemen sonra işkencecilerin yargılanması için davacı olmuyorlar. Bunun üzerine nişanlısı olarak Zeynep Berktaş davacı oluyor ve bir ilk gerçekleşiyor:

“Avukatlar kendilerinde benim vekaletnamem olduğu için mahkemeye gelmemin gerekli olmadığını söylediler. Ben yine de mahkemenin yapılacağı gün Adana’ya gittim, avukatlar heyetin çok kötü olduğunu, beni de tutuklayabileceklerini söylediler ve duruşmaya katılmamı istemediler. Bu
durumu annem de biliyordu tabi. Annem duruşmaya katılıyor ve Remzi ile nişanlı olduğumuzu ailesi olarak bildiğini ifade ediyor. Heyet, “yalan söylüyorsan seni de tutuklarız” gibi tehditler de savuruyor, bazı sorularla şaşırtmaya kalkıyor. “Hangi tarihten itibaren biliyorsunuz” gibi ayrıntılı sorular da soruyorlar. Annem hepsine net yanıtlar veriyor. Buna rağmen heyet, nişanlının davacı olamayacağına karar veriyor”

‘HERKESİN ÖNÜNDE İŞLENEN BU CİNAYET HUKUKİ OLARAK CEZASIZ KALDI’

Bu kararın üzerine avukatların, nişanlının davacı olabileceğine dair kanıt aramaya başladıklarını söyleyen Berktaş, hukuk alanında uzman kişilerle görüştüklerini, bunların içinde Prof. Çetin Özek’in de olduğunu belirtiyor ve nişanlısı olarak nasıl davacı olduğunu anlatıyor:

“Çetin Özek bunun mümkün olduğunu ve kendi kitaplarında yazdığını söylüyor. O bölümün fotokopisi çekiliyor ve bir üst yazı yazarak mahkemeye “mütalaa” hazırlıyor. Avukatlar da bu mütalaayı heyete sunuyorlar. Heyet artık nişanlının müdahil olmasını reddedemez hale geliyor. Remzi’nin davası ancak bu şekilde açılabiliyor. İşkenceciler duruşmaya çağrılıyorlar, sonunda hepsi gelip ifade veriyor. Fakat mahkeme yeterli kanıt bulunmadığından beraatlarına karar veriyor. Sonra Yargıtay süreci başlıyor. Avukatların söylediğine göre, Yargıtay kararı avukatlara tebliğ etmemiş, böylece AİHM’e başvuru süreci geçmiş. Ne yazık ki, herkesin gözü önünde işlenen bu cinayet, hukuki olarak cezasız kalmış
oldu.”

‘TARİHE MAL OLMUŞ KİŞİLERİN MUTLAKA YAZILMASI GEREK’

Berktaş, Remzi Basalak’ın hayatını anlattan kitabı yazma kararını da şöyle anlatıyor:

“Söz uçar yazı kalır. Remzi’nin nişanlısı olmasam da onu yazardım, nişanlısından ziyade onu yakından tanıyan bir yoldaşı olarak yazmakla yükümlüydüm zaten.. Bu görev, geride kalan bizlerin devrim şehitlerine karşı bir borcu aslında. Üstelik giderek azalıyoruz. Kimimiz ölüyor, kimimiz hastalanıyor, hatırlamakta güçlük çekiyor; dönemin tanıklarını bulmakta zorlanıyoruz. Remzi hakkında başlı başına bir kitap yazmayı aslında çok uzun süredir düşünüyorduk. Ona, tarihteki hak ettiği yeri vermek gerekiyordu. Bu kişisel değil, kolektif bir düşünceydi. Fakat özel olarak da kendimi yükümlü hissediyordum. Diğer yandan onunla yaşadığımız güzel günleri ve onun bilinmeyen ya da az bilinen yönlerini mutlaka yazmalıydım. Fakat bazı şeyleri hatırlamak bile çok acı verirken, yazacak gücü bulmak hiç kolay değildi. Bu kitabın, devrimci değerleri hatırlatma ve daha ileriye taşımada katkısı olacağına inanıyorum. Son olarak Remzi’yi farklı kesimlere tanıtma olanağı verdiğiniz için de teşekkür ediyorum.”

***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version