Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Kılıçdaroğlu “artık yeter!” diyebilecek mi? 

Kılıçdaroğlu “artık yeter!” diyebilecek mi? 


YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu Uğur Dündar’ın programına çıkıyor. Programın ortasında televizyon ekranının altından bir görsel reklam geçiyor. Bu reklam SADAT’ındır. 

Reklamda silahlı paramiliter bir operatif grup silahlı gösteri yapıyor. Kemal Bey’e örtülü ama net bir mesaj verildiğine kuşku yok. Daha önce SADAT konusunu defalarca gündeme getirdi, hatta SADAT binasının önüne gitti, meydan okudu. SADAT’ın ne olduğunu bilmeyen sanırım yoktur. 

Türkiye’de rejim değişikliği gerçekleştikten sonra, o rejimin bir ayağı Avrasyacı-Ergenekon’cu derin yapılar ve MHP’yse, diğer ayağı nefsine yenik düşmüş gecekondu gülü yolsuz İslamcıların yuvası AKP. Ürüne dadanan çekirgeler gibi, ülkenin siyasi, hukuki, ahlaki, diplomatik, bürokratik, ekonomik varlığını bitirdiler. Rejimlerini oturtmada TSK’yı, Emniyet’i, istihbaratı, akademiyi, maliyeyi bitirmek ne kadar önemliydiyse, yeni yarattıkları ucube yapılarla rejimlerini konsolide etmek de o kadar önemliydi. SADAT bunun başta gelen aktörlerinden biri. 

Akli dengesini yitirmiş İslamcı-fanatik çapsız bir asker eskisinin, “Mehdi’nin gelişi” ve o gelişi kolaylaştırma planları üzerine inşa ettiği şizofrenik ve bir o kadar da tehlikeli öyküyü, akıl hastanesinde tedavide karşısındaki psikiyatriste anlatacak yerde, “yürü koçum” denmesinin ardından Erdoğan ve çevresindeki neo-İttihatçılar tarafından paramiliter bir örgüte dönüştürülmesidir SADAT. Ne olduğu tartışmalı 15 Temmuz 2016 darbe girişiminde SADAT’ın oynadığı roller üzerine korkunç iddialar var. 

Suriye’de, Libya’da, Karabağ’da, Irak’ta, Afrika’da cihatçı teröristlere silah ve eğitim desteği sağlanması, sahada TSK’nın bu pis işlere alet edilmesi, içeride eğitim kampları açılıp buralarda kendi tehlikeli fanatizmlerinin istikametinde keskin nişancılar, suikastçılar, düzensiz ordu ve paramiliter yapılara eleman yetiştirilmesi ve daha neler, neler var “çalışma alanlarında”! Ve tüm bunları ideolojik ve ekonomik beklentileriyle meşrulaştıran, izanını ve rasyonel aklını tümüyle devre dışı bırakmış, suçlu, otoriter ve hırsız bir rejimin yasadışı kolluk gücü olarak yapıyorlar. 

Kılıçdaroğlu’nu yetersiz olmakla beraber sahici buluyorum. Dürüst, ülkesini seven, halkına hizmet etmek için siyasete girmiş, bizden biri diyeceğiniz kadar sade bir insan. İnsanın altını çizmek, vurgulamak gerekiyor. Bu Türkiye siyasetinde bugün her şeyden önce gelmelidir. İnsan olan ve insan kalan, insana hizmet eder. Kendisini halkın üzerinde gören, sınıf atlayıp çıktıkları fakr-u zarureti unutan, monarklaşan, hatta ilahlaşan figürlerin derin patolojisinin yanında, sizin gibi, benim gibi, sıradan diğer insanlar gibi birinin ana muhalefetin başında olması önemsenmeli. Ve bu insana çıktığı bir televizyon kanalında açıktan “mesaj veriliyor”, ayağını denk alması ima ediliyor. Kılıçdaroğlu durumu doğru teşhis etmiş: “Silah ve suikast tehditleri geliyor. Son uyarılarını yapıyorlar” diyor. 

Onu hiç bu kadar hiddetli ve sinirli görmedik. Belli ki tehlike sanılandan büyük! Kendisinin bile beklemediği kadar sıkıntılı bir sürece giriliyor. “Gafiller! Be şerefsizler! Be akılsızlar! Be müptezeller! Be çakallar!” diye tepki verirken, satır aralarında bu şaşkınlığın yarattığı tepkiyi görmek mümkün.  “Siz mi beni korkutacaksınız” derken, aklı başında herkesin ülkenin girdiği bu tehlikeli darboğazdan korkması gerektiği mesajını okuyorum ben. Ana muhalefet liderinin bile hayatından endişe ettiği, suikast olasılığını vurguladığı, paramiliter yapının başının utanmadan sosyal medyadan mesajının altını çizecek kadar kendisini güvende hissettiği bir Türkiye’de, söyler misiniz, sizler ne kadar güvendesiniz? Ben Türkiye’de hiçbir seçim öncesi hiçbir liderin kendisine suikast yapılabileceğini ima ettiğini bile girmedim, bırakın açıkça dillendirmeyi! İyi kötü 1980’lerden beri Türkiye siyasetini yakından takip ediyorum. En karambol askeri rejim dönemlerinde bile siyasetçiler can güvenliği kaygısı taşımadılar. 

Kılıçdaroğlu’nu küçümseyenler, onun şu sözlerine dikkat etsin: “Sizin önünüzde diz çöküp yaşamaktansa, ayakta ölmeyi tercih ederim!”

Türkiye karanlık bir tünelde ve tünelin ucunda henüz ışık yok. Ben bu siyasi iklimi çok tehlikeli buluyorum. En tehlikelisi, herkesin hala her şey normalmiş gibi birbirini, en çok da kendisini kandırması. Her şey normal değil demek yetersiz. Hiçbir şey normal değil! Normal olan hiçbir şey kalmadı. Son kaleler çoktan düştü: Yüksek Seçim Kurulu, üst yargı, bağımsız mahkemeler, askeriye, üniversite, sivil toplum, sanayiciler, bürokrasi – tümü içine mürekkep dökülmüş su gibi oldular. Türkiye’nin mayası bozuldu. Türkiye’yi bir arada tutan ve ona istikamet veren ne varsa dejenere oldu. Bu kendi kendine olmadı. Bunu bilerek ve isteyerek yaptılar. 

Kılıçdaroğlu girdiği mücadeleyi biliyor. Bu, zorlu bir mücadele olacaktır. “Hodri meydan, gelin görüşelim. Ha Allah nasip eder de yaşarsam, hayatınız boyunca görüp göreceğiniz en büyük kâbus olmaya devam edeceğim. Trolleriniz beni yolumdan çeviremez. Durduramazsınız!” diyor. Bu mücadelenin sonunda sağ çıkmama ihtimali olduğunu söylüyor: “Ha şunu da söyleyeyim. Eğer bana bir şey olursa, halkıma emanetimdir. O 418 milyar doları siz tahsil edeceksiniz. Gençlerimizin geleceğidir bu para. Bu ülkenin doğmamış bebeklerinin parasıdır o para. Her kuruşunu tahsil edeceksiniz, 85 milyona tahsis edeceksiniz o parayı! Benim size vasiyetimdir bu.” Ölüme bu kadar atıfta bulunan bir siyasi konuşma duymadım ben Türkiye’de. 

Türkiye’yi iyi günler beklediğini söylemek, yazmak istiyorum. Ama Kemal Bey’in söyledikleri işte durduğu yerde duruyor. Savaşa girecek bir general gibi konuştuğunu, bu mücadelenin göğüs göğse olacağını ima ediyor. Ana muhalefet lideri, Türkiye’yi tarihindeki en zor döneme hazırlıyor. Olacakları adeta önceden haber veriyor. 

SADAT denen örgütün başı, kendisini besleyen ağababalarına güvenerek Kılıçdaroğlu’na meydan okudu. Bunu kendi inisiyatifiyle yapmadı. “Cesareti” güçlerinden alıyorlar. O gücü kaybetmek en büyük korkularıdır. O gücü kaybetmemek için sahaya inecekler. Seçimleri olağan şartlarda, adil ve özgür bir seçim ortamında kazanamayacaklarını biliyorlar. Masayı da, sahayı da ayarlamaya kararlılar. Sahada Erdoğan’ın piyonu SADAT olacak. Ergenekoncu Avrasyacı derinler ve MHP ile SADAT üzerinden denge kuracaklar – hesap bu. Ve bu masa-saha işini göze almaktan başka seçenekleri yok. Bu büyük bir risk, ama ellerinde muazzam bir güç var. Türkiye’nin birikmiş tüm gücü ve enerjisi kontrollerinde. 17 Aralık ve 15 Temmuz arasında ordudan istihbarata, jandarmadan polise, bürokrasiden ekonomiye, Türkiye’deki tüm kilit köşe başlarını tuttular. Muhalefetse hala rejimin diskurunu kullanıyor ve onun dümen suyunda hareket ediyor. Kılıçdaroğlu bile hala meseleye parasal açıdan yaklaşıyor. Hırsızların çaldığı paraları halka dağıtmayı vaat eden Robin Hood gibi, hukuka ve siyasete değil, daha nötr alan olan ekonomiye yükleniyor. 

Seçimlerden önce, Erdoğan ve gemi azıya almış güç paydaşları 2015 Haziran ve Kasım ayları arasında yaşananları mumla aratacak, son derece tehlikeli bir sürece bodoslama dalacaklar gibi görünüyor. Kılıçdaroğlu bunu seziyor, doğru yerde duruyor. Ama şimdi biraz daha ileriye gitme, artık bu rejimle araya tümden mesafe koyma zamanı değil midir? Siyasi ve hukuki bir yeniden yapılanmaya gitmeden, ekonomik bir yeniden yapılanmanın Türkiye’ye yeteceğini kim ileri sürebilir? Keşke durum o kadar basit olsaydı. Ama bu rejimin enkazı sadece ekonomiyle sınırlı değil. Bunu Kılıçdaroğlu’nun ve diğer Altılı Masa paydaşlarının gördüğünü düşünüyorum. Kürtleri de kapsayan, Türkiye’de rejimin sillesini yemiş tüm mağdurlara pansuman olacak bir tedaviye ihtiyacımız var. İslamcıları ve Avrasyacıları bir daha iktidara hiçbir zaman gelemeyecekleri kadar net bir mağlubiyete uğratmak dışında bir kurtuluş seçeneği yok! Bunun yolu, 17 Aralık ve 15 Temmuz arasında oluşturulan diskurun yapısökümü ve komple ortadan kaldırılmasıdır. Türkiye için 100’üncü yıl bir yeniden kuruluş yılı olmalıdır. Yanlış iliklenen düğmeleri açıp yeniden iliklemek ve cumhuriyetin ve Türkiye devletinin DNA’sını tedavi etmek gerekiyor. Tek yok, bu hırsızlar ve darbeciler ittifakını sokağa çıkmaya cesaret edemeyecekleri kadar sağlam ve düzgün, anayasaya ve yasalara tartışmasız olarak bağlı, asgari müştereklerde bütünleşmiş, demokratik bir muhalefet cephesiyle durdurmak. 

Kılıçdaroğlu “artık yeter!” dediği anda bu iş kotarılır. Diyebilecek mi? 

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version