Yağmur Kaya
İSTANBUL – İki yıl önce bugün Boğaziçililer, Melih Bulu’nun kayyım olarak atanmasını protesto için eylemlere başladı. Geçen iki yılda Bulu görevden alındı ancak yerine başka kayyım getirildi. Baskılar, polis şiddeti ve yasaklara rağmen Boğaziçililerin direnişi devam ediyor. Geçen iki yılı ve bundan sonrasını Boğaziçi Üniversitesi akademisyeni Can Candan ve Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi Enes Karakaş ile konuştuk.
‘BU, AKP’NİN ÜNİVERİSTEYİ ELE GEÇİRME PROJESİNİN BAŞLANGICIYDI’
Can Candan, üniversiteye kayyım atanmasını ‘siyasi proje’ olarak nitelendirdi. Boğaziçili Enes Karakaş ise bunu başından itibaren ‘Boğaziçi sorunu’ olarak ele almadıklarını söyleyerek şunları ekledi:
“Tam tersine, Türkiye’de yaşanmakta olan ve bütün ezilenlerin ensesinde hissettikleri tarihsel demokrasi sorununun bir parçası olarak okuduk süreci. Boğaziçi’ne atanan kayyım, Beştepe’de inşa edilmek istenen rejimin, başarıya ulaşması için uygulamaya sokmak zorunda hissettiği bir politikaydı. Biz bundan yola çıkarak şu karara vardık: Boğaziçi’nin sorunları, Boğaziçi’nde çözülemez”
‘İLK YAPTIKLARI İŞ SESİMZİ KISMAYA ÇALIŞMAK OLDU’
Melih Bulu’nun kayyım olarak atanmasını ‘AKP’nin üniversiteyi ele geçirme projesinin başlangıcı’ olarak nitelendiren Candan yaşananları şöyle anlattı:
“İlk yaptıkları iş sesimizi kısmaya çalışmak, özgürlüklerimizi kısıtlamak, anayasa güvencesi altındaki barışçıl protesto hakkımızı özel güvenlik ve kolluk marifetiyle engellemek oldu. Malum, bir hakkın kullanımını engellemek başlı başına bir suç.”
“Üniversite kapısının kelepçe ile kapatılması ile belleklere kazınan Ocak 2021’in ilk günlerindeki protesto eylemlerinde çok sayıda öğrenci göz altına alındı, şiddet gördü. Eş zamanlı olarak tüm devlet imkanlarını kullanılarak bir karalama kampanyası başlatıldı. Bunun için de toplumun bir kesiminden istedikleri tepkileri alabilmek için çeşitli manipülasyonlara başvurdular. ‘Bunlar öğrenci değil terörist’, Bakın zaten protesto edenler LGBT bayrakları taşıyor gibi, yaftalamaya, nefret söylemi üretmeye, hedef göstermeye başladılar.”
‘İLK HEDEF KOLEKTİF SANAT SERGİSİ OLDU’
“İlk hedef kampüste sanat yoluyla protestolarını ifade eden bir grup öğrencinin organize ettiği kolektif bir sanat sergisi oldu. Sanat sergisindeki bir resim çalışmasının İslami değerlere saygısızlık yapıldığı gerekçesi ile hedef gösterilmesi sonucu beş öğrencimiz gözaltına alındı. İki öğrenci tutuklandı, iki öğrenci ev hapsi cezası aldı, yargılanma süreçleri başlatıldı. Böylece özel güvenlik ve kolluk şiddeti ile korkutma, sindirme, gözdağı verme çabalarına, yargının suistimal edilmesi ile cezalandırma yöntemi de eklenmiş oldu. O günlerde resmi akademik danışmanı olduğum Boğaziçi Üniversitesi LGBTİ+ Çalışmaları Öğrenci Kulübü, üniversite içi mekanizmalar işletilmeden tepeden inme bir kararla kapatıldı. Bunu Cinsel Tacizi Önleme Koordinatörlüğü’nün kapatılması izledi.”
‘HİSARÜSTÜ AÇIKHAVA KARAKOLUNA DÖNDÜ’
Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi Enes Karakaş da, Melih Bulu’nun kayyım olarak atanmasını ‘seçme ve seçilme hakkının gaspı’ olarak nitelendirdi. Karakaş, buna karşı olan itirazlarında geri adım atmadıklarında da maruz kaldıkları şiddetin arttığını söyledi:
“Otoriter saray rejimi, üniversite üzerindeki kontrolünü sağlamlaştırmak adına kayyım rektörler atadı, seçme ve seçilme yönündeki en asgari demokratik hakkı gasp etti. Başlıca itirazımız buna yönelikti: Üniversitelerin, üniversite bileşenleri olan emekçiler, öğrenciler ve akademisyenler tarafından denetlenerek yönetilmesini istiyorduk. Ancak daha sonra taleplerimiz genişledi. Hatırlayacağınız üzere 4 Ocak eyleminden sonra demokratik haklarını savunan öğrencileri gözaltına alıp, çıplak arama yaparak cinsel şiddet uyguladılar. Polisi kampüsün çevresine yığdılar, bütün Hisarüstü bir açık hava karakoluna döndü. Ve mücadele geri çekilmeyince İçişleri Bakanlığı düzeyinden homofobi ve transfobi pompalamaya, ülkenin genelinin Boğaziçi seferberliğine sempati duymasını önlemek için en gerici duygulara seslenmeye çalıştılar. BÜLGBTİA+’yı kapatarak destek bulmaya çalıştılar. Bununla eşzamanlı olarak, Boğaziçi direnişi çerçevesinde açılan bir sergideki bir eser üzerinden İslam düşmanlığı yapıldığını iddia ettiler. Yani ellerindeki bütün araçları kullandılar ve bir işe yaramadı. Böylece taleplerimiz de ortaya çıkmış oldu.”
‘İTİRAZIMIZ REJİME VE ONUN ÜNİVERSİTE POLİTİKALARINAYDI’
“Kayyum rektöre hayır, demokratik seçme ve seçilme hakkı, BÜLGBTİA+ ve CİTÖK geri açılsın, cinsel şiddete ve homofobiye, transfobiye son, polis kampüsten ve kampüsün çevresinden dışarı. Dolayısıyla itirazımız rejime ve onun üniversite politikalarına karşıydı”
‘KELEPÇEYİ BOĞAZİÇİ’NİN TÜM NOKTALARINA TAKMAK İSTEDİLER’
Hem Boğaziçi direnişinin hem de bu direnişe karşı olan polis şiddetinin sembollerinden biri polisin üniversiteye giriş kapısına taktığı kelepçenin görüntülenmesiydi. Bu fotoğrafı hatırlatan, Karakaş amaçlananın gerçekleşmediğini söyledi:
“Hiç şüphe yok ki rejim, bu kelepçeyi Boğaziçi’nin bütün noktalarına takmak istedi: Kulüpler arası birlik ve dayanışma duygusuna, kadın ve LGBTİA+ örgütlenmeleri ile mücadelesine, öğrencilerin haklı talepleri için seferber olmasına, Boğaziçi emekçilerinin en acil ihtiyaçları için seferberlikle ortaklaşma çalışmalarına, okul içindeki Eğitim-Sen örgütlenmesine, politik akademisyenlere, neredeyse her noktaya. Yalnız bu kelepçenin takılması noktasında başarılı oldular mı, ondan emin değilim. Bence olamadılar.”
‘İNCİ’NİN İLK İCRAATLARINDAN BİRİ BENİ GÖREVDEN ALMAK OLDU’
Atanmasının yedinci ayında, 15 Temmuz 2021’de Melih Bulu, cumhurbaşkanı tarafından bir geceyarısı görevden alındı, yerine vekâleten yardımcısı Naci İnci atandı. İnci’nin yaptıklarının, Bulu’nun icraatlarının devamı niteliğinde olduğunu belirten Can Candan, kendisini de ilk hedef alınanlardan biri olduğunu belirtti:
“İnci’nin ilk icraatlarından biri direnişin başından beri direnişin görsel-işitsel belleğini kaydetmeye ve herkesle paylaşmaya çalışanlardan biri olan beni mesnetsiz gerekçelerle görevden almak oldu.”
‘İRADEMİZ İKİNCİ KEZ ÇİĞNENDİ’
Candan, İnci’nin atanmasını ‘ikinci kez iradelerinin çiğnenmesi” olarak nitelendirdi:
“Melih Bulu’nun görevden alınmasından sonra, rektör atanması sürecini başlatan YÖK’ün “iş ilanına” başvuranlardan ikisi Naci İnci ve Gürkan Kumbaroğlu’ydu. 30 Temmuz 2021’de çok yüksek bir katılımla yaptığımız güvensizlik oylamasında, İnci yüzde 95, Kumbaroğlu ise yüzde 93 güvensizlik oyu aldı. Buna rağmen Ağustos 2021’de rektör olarak atanan Boğaziçi Üniversitesi akademisyenlerinin yüzde 95’inin onaylamadığı Naci İnci oldu. Yani ikinci kez irademiz çiğneniyordu.”
“Bu atamayı izleyen süreçte pek çok akademisyenin dersleri, sözleşmeleri iptal edildi, “muhalif” olarak bellenen akademisyenlere mesnetsiz gerekçelerle disiplin soruşturmaları açıldı, ben dahil, bazı akademisyenlerin kampüse girişi dahi yasaklandı. Üç fakültenin seçilmiş dekanı mesnetsiz gerekçelerle görevden alındı; Üniversite Yönetim Kurulu ve Üniversite Senatosu ele geçirildi. Muhalif akademisyenlerin atamaları, yükselmeleri, araştırma izinleri engellendi. Bugüne kadar ben dahil tam zamanlı üç akademisyenin görevine son verilmiş durumda. Yarı zamanlı, emekli ya da emeritus statüsünde olan onlarca akademisyenin de ders vermesi engelleniyor. Onlarca akademisyene mesnetsiz gerekçelerle soruşturmalar açıldı ve şu anda bu soruşturmalar devam etmekte. Kayyım yönetim ses çıkaran akademisyenleri çeşitli yöntemlerle cezalandırmaya çalışırken, bir yandan da diğerlerine göz dağı vermeye çalışıyor.”
“Kadrolaşmanın bir aracı da tepeden inme bir şekilde yine Cumhurbaşkanı kararı ile hukuksuz bir şekilde kurulan iki fakülte oldu. Hukuk ve İletişim Fakültelerinin kurulması demek, bu fakültelere dekanların atanması ve yeni kadroların getirilmesi ve bu yeni gelen kadrolara üniversitenin yönetim kurullarında ve komisyonlarında yer verilmesi anlamına geliyordu.”
‘ÖZTRAK’IN SÖZLERİNİ UNUTMAYACAĞIZ’
Boğaziçi Direnişi sırasında, en çok konuşulan ve özellikle iktidara yakın basın tarafından gündemde tutulan olaylardan biri de üniversitede Kabe figürü etrafına LGTBİ+ bayrakları çizilmiş görsel ve sonrasındaki tartışmalardı. CHP Parti Sözcüsü Faik Öztrak’ın, “İnsanlığın mukaddes değerlerine yönelik hiçbir saldırıyı ve aşağılamayı kabul edemeyiz. Bu alçak provokasyonu şiddetle kınıyoruz” sözlerini hatırlatan Karakaş, bu tutumu unutmayacaklarını söyledi.
‘İKTİDAR KAYIP YAŞADI’
Direniş boyunca sıkça başvurulan homofobik söylemler ve ‘İslam düşmanlığı’ argümanlarının karşılık bulmadığını belirten Karakaş, buna rağmen Boğaziçi direnişinin toplum genelinde kabul gördüğünü ve iktidarın kayıp yaşadığını söyledi.
“Boğaziçi mücadelesine ve taleplerine Türkiye nüfusu genelinden verilen onayın yüzde 60 oranında olduğunu gösteriyordu. İktidar, B birçok noktada tarihsel ve politik bir kayıp yaşadı. Bir kere başkanlık rejiminin despotik doğasına karşı verilen herhangi bir demokrasi mücadelesinin doğası toplum genelinde aklanmış oldu.”
‘DİRENİŞİMİZ MÜTHİŞ BİR KARARLILIKLA DEVAM EDİYOR’
Tüm baskı, karalama ve şiddete karşı Boğaziçi direnişi devam ediyor. Can Candan, direnişin bundan sonra da kararlılıkla devam edeceğini söyledi:
“İki yıldır Boğaziçi Üniversitesi’ndeki kayyım yönetimler, üniversite bileşenlerine ne şekillerde kurumsal şiddet uygulanabileceğinin ders kitabını yazmakta…Tüm bu yapılanlara karşı iki senedir, ilkelerimiz etrafında ördüğümüz; kendimize, öğrencilerimize ve kamuya karşı sorumluluğumuz olarak gördüğümüz direnişimize müthiş bir kararlılıkla devam ediyoruz. Bugün, her iş günü öğlen gerçekleştirdiğimiz, akademik cübbelerimizi giyerek rektörlük binasına arkamızı döndüğümüz nöbet eylemimizin 495.sini gerçekleştirdik. Yapılan haksızlıklara ve hukuksuzluklara karşı onlarca dava açtık. Açtığımız davalar sonucunda hem yapılan haksızlıklar ve hukuksuzluklar kayda geçti, hem de hukuksuz bulunan işlemler iptal edildi. Mücadelemizin önemli bir ayağı olarak, kampüsümüze basının alınmayarak haber verme ve alma hakkının kısıtlanmasına karşı basın ve sosyal medya aracılığı ile sesimizi duyurmaya çalıştık. Yapılan kamuoyu araştırmaları da kamuoyundan yüksek oranda destek gördüğümüzü göstermekte.”
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***