Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Gazeteci Levent Kenez: ‘Zaman gazetesinin yanlışı olmuştur ama asla yalanı olmamıştır’

Gazeteci Levent Kenez: ‘Zaman gazetesinin yanlışı olmuştur ama asla yalanı olmamıştır’


KHK ile kapatılan Meydan gazetesi genel yayın yönetmeni Levent Kenez, Türkiye’deki medyaya yönelik baskıyı ve sürgünde gazeteciliği anlattı.

7 yıldır İsveç’te yaşayan Levent Kenez, ‘Bedenim burada ama ruhen Türkiye’de yaşıyorum. İsveç İstihbaratı, Türk İstihbaratı’nın faaliyetlerini biliyorlar ama zannediyorum şu an Türkiye ile kriz yaşamama adına görmezden geliyorlar’’ dedi.

Geçmişte Zaman gazetesinin niye AKP iktidarıyla yaklaştığını anlatan Kenez, ‘‘Geriye dönüp baktığımda Zaman gazetesinde çalıştığım dönemde utanılacak bir şey, çok ciddi hatalar yapmadık.’’ diye konuştu.

15 Temmuz’dan sonra Türkiye’de büyük haksızlıklar yapıldığını ve çok büyük zulümlere imza atıldığını hatırlatan Kenez, ‘‘Benim Türkiye’ye bakışım ‘kahretsin, yerin dibine batsın’ değil. Ama çok büyük zulümlere imza atanların da bir bedel ödemesini istiyorum.’’ ifadelerini kullandı.

Gazeteci Levent Kenez, 15 Temmuz’dan sonra Kapatılan Today’s Zaman gazetesinin genel yayın yönetmeni Sevgi Akarçeşme’nin Youtube kanalına konuk oldu. Akarçeşme’nin sorularını içtenlikle cevaplayan Levent Kenez çok önemli açıklamalarda bulundu.

Neden İsveç’i tercih ettiniz? Neden oradasınız?

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ VE ÖZGÜRLÜKLER AÇISINDAN İSVEÇ’E İLTİCA ETTİM

15 Temmuz’dan sonra yurtdışına çıktım, yurtdışında yaşama tecrübem yoktu, İstanbul dışında yaşamayı da becerebileceğimi hiç düşünmezdim. İstanbul’da yaşarken şikâyet edersiniz ama uzaklaştığınız zaman çok özlersiniz. Meydan Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni olarak 15 Temmuz sürecine girmiştik, bizim gazete basıldı, gözaltına alındım 1 gece. Bedelli askerlik yapanların ömür boyu askerlik anısını anlatması gibi ben de bu 1 gecelik gözaltı sürecimi anlatıyorum ama serbest kaldıktan sonra bu hatayı fark edeceklerini düşünerek eve gitmedim, (zaten 1 gün sonra da evi bastılar) bir arkadaştan rica ettim, evden pasaportumu getirdi. Bize Türkiye’de bir hayat kalmadığını anladım ya cezaevine gireceksiniz ya saklanacaksınız ya da yurtdışına çıkıp gazeteciliğe, konuşup anlatmaya devam edeceksiniz. Ben yurtdışını tercih ettim. O zaman kadar yurtdışı hiç aklımdan geçmiyordu ama 15 Temmuz’dan sonra iklim değişmişti. Meriç üzerinden önce Yunanistan’a daha sonra Belçika’ya geçtim. Aslında kıta Avrupa’sında kalmak istemiyordum çünkü Türk diasporasının olduğu Almanya, Avusturya, Belçika, bana aynı yer gibi geliyordu. İsveç’i o ortamdan uzaklaşmak için tercih ettim. İsveç’te beraber çalıştığımız arkadaşlarım da vardı belki yalnız olsaydım belki bu kadar rahat İsveç’te kalırdım demezdim. Aynı zamanda İskandinav ülkeleri basın özgürlüğü ve özgürlükler açısından daha iyi. İltica başvurumu İsveç’e yaptım. 2016 Ağustos’tan beri İsveç’teyim. Stockholm’deyim adresimi merak edenler Sabah gazetesi paylaştı, internette de var, Eşi dostu bekleriz, çok şeffaf bir hayat yaşıyorum.

Türkiye’nin hedef aldığı gazetecilerinden biri olarak özellikle gazeteci Abdullah Bozkurt ve Ahmet Dönmez’in başına gelenlerden sonra İsveç’te kendinizi güvende hissediyor musun?

İSVEÇ, TÜRKİYE İLE KRİZ YAŞAMAMAK İÇİN İSTİHBARATIN FAALİYETLERİNİ GÖRMEZDEN GELİYOR

Bu iki meslektaşım saldırıyı uğramasından sonra buradaki kurumların yaptıkları işin ne kadar ciddi takip ettiklerini görünce bir hayal kırıklığı yaşıyor insan. Ama bu sana, bana, bize özel bir durum değil. Yapı böyle, polis çok güven veren bir kurum değil. Sebebi de ülkenin kültürü böyle gelişmiş. Ülke çok güvenlik üzerine kurulu bir ülke olmadığı için refleksler farklı gelişmiş. Yavaş yavaş bütün dünya ile buradaki politika da değişiyor. İsveç’te dışarı başıma bir şey gelecek mi diye çıkmıyorum ama açıkçası istihbaratın burada at oynatması hoş değil. Normalde bir ülke başka bir ülkenin istihbarat aparatlarının bu kadar rahatlıkla iş çevirmesine bir tepki verir. NATO kriziyle birlikte Türkiye ile çok fazla problem yaşamak istememeleri, biraz alttan alıyorlar. Mutlaka takip ediyorlardır, biliyorlardır, istedikleri zam tak diye ifşa ediyorlar. Bunu yaptılar, yıllardır takip ettikleri AKP’nin buradaki temsilcisi ile Binali Yıldırım’ın arabasındaki konuşmasını yayınlamışlardı. Birçok şeyi biliyorlar, takip ediyorlar ama yeri geldiğinde ortaya çıkarıyorlar. Mutlaka bizimle alakalı da Türk İstihbaratı’nın faaliyetlerini biliyorlardır, bilmemeleri mümkün değil. Ama zannediyorum şu an Türkiye ile kriz yaşamama adına görmezden geliyorlar. İsveç’in başbakanı Ulf Kristersson, “Türkiye bizim yapamayacağımız ya da veremeyeceğimiz sözleri de istiyor” ifadelerini kullandı bu çok önemli ve net bir mesajdı. Esas hadisenin ABD ile Türkiye arasında olduğunu da yavaş yavaş daha ciddi söylemeye başladılar. Sadece İsveç değil bütün Avrupa bu rejime hep hayat su verdi.

İsveççeyi öğrenebildiniz mi?

Ben ilk geldiğimde çok istekliydim. İsveççe ancak İsveç’e geldiğiniz zaman öğrenebileceğiniz bir dil. Dışarıdan Almanca, İngilizce ve Fransızca öğrenebilirsiniz ama dünyanın hiçbir yerinde İsveç’e gelmeyi düşünmüyorsanız İsveççeyi öğrenmez, Herkes İsveç’e geldikten sonra İsveççeyi öğrenir. İlk başta çok hevesliydim hatta çok aşama kaydettim ama bir yerden sonra gazeteciliğe devam ettiğiniz zaman ve Türkiye ile ilgili yatıp kalkıyoruz. Ben çoğu zaman bedenim burada ama ruhen Türkiye’de yaşıyorum. Türkiye’deki birçok insandan Türkiye gündemine hakimim doğal olarak işimin gereği. Durum böyle olunca bu entegrasyona ciddi zarar veriyor. İsveç’te İngilizce gayri resmi ikinci dil gibi. Yolda bir kişiye İngilizce seslendiğinizde cevap almama gibi bir durum yok. Bu dil öğrenme adına kötü bir şey ama işlerinizi halletme bakımından iyi bir şey. Eğer İngilizce bilmeyen bir insan olsaydım İsveççem çok daha iyi olurdu.

Geçiminiz nasıl sağlıyorsunuz? Orada size devlet mi bakıyor?

MÜTEVAZİ BİR HAYAT YAŞIYORUZ

Sosyal bir devlet, belli imkanlar sağlıyor ama belli bir yere kadar. Ben ilk başta küçük birikimlerimizle ayakta kalmaya çalıştık. Daha sonra küçük telifli işler yaptım. Lüks bir hayat yaşamadığımız için idare ediyoruz. Burada yaşayanlar çok iyi bilir, burada ortalama bir hayat Türkiye’den farklı. Buradaki asgari bir yaşam Türkiye’deki beyaz yakalıların yaşadığı hayat gibi olabiliyor. Mütevazi bir hayat yaşıyoruz ama Türkiye ile kıyaslandığında çok daha iyi bir durum gibi görünüyor.

İsveç’i sizin durumunuzda olanlara tavsiye eder misiniz?

İSVEÇ’E GELİP DE ÇOK PİŞMAN OALN DUYMADIM

Bu NATO öncesi ve NATO sonra olarak değişebilir. Türkiye ile alakalı politikasını da bir görmek lazım. NATO’ya girdikten sonra gelseler daha iyi olabilir. Ama buraya gelenler mağduriyetten dolayı geliyorlarsa mağduriyetlerini belgeleyebilecekleri şeylerle mutlaka gelmelidirler. Eğer geldiğinizde politik siyasi iltica talebinde bulunacaksınız neden Türkiye’de yaşayamayacağınızı, neden Türkiye’den çıkmak zorunda kaldığınızı belgelemeniz lazım. Türkiye’den çıkma durumu varsa mutlaka herkes çıksın. İsveç benim tavsiye edeceğimiz bir ülke. Almanya ve İsveç ikisi de sosyal devlet. Buraya gelenlerin birçoğunun memnun olduğunu biliyorum. İsveç’e gelip de çok pişman olan ben çok fazla duymadım.

Siz 7 yıl sonrasına baktığınızda kendinizin ve ailenizin geleceğini İsveç’te görüyor musunuz? Yoksa döneriz bir gün diye bir düşünceniz var mı?

ÖZELLİKLE KADINLAR VE ÇOCUKLAR BU ÜLKEDE ÇOK AVANTAJLI

İsveç’e gelmek planladığımız bir seçenek değildi. O yüzden bundan sonrası ne olur çok planlamıyorum ama şu an medeni, huzurlu bir ülkedeyiz, çocuklarımız okula gidiyorlar, memnunlar. İyi bir ortam tabi ki İsveç’te kalmayı düşünürüm. Hayat ne getirir o yüzden kendimi bağlayıcı kesin bir şey diyemem. Mülteci olmanın verdiği duygu olabilir, bir yere bağlanma, aidiyet hisleriyle bir şeyler demek istemiyorum. Ama İsveç’te olmaktan çok memnunum, çok mutluyum gerçekten. İsveç 10 milyon nüfusa sahip coğrafi olarak da büyük bir ülke. İnsan kalitesinin yüksek olduğu bir ülke. Mültecilere bakış açısı kıta Avrupa’sından birkaç tık daha iyidir. Sosyal bir devlet. Özellikle kadınlar ve çocuklar bu ülkede çok avantajlı.

Türkiye’ye bakış açınız nasıl? Türkiye ile hissiyatınız nasıl?

ÇOK BÜYÜK ZULÜMLERE İMZA ATANLARIN DA BİR BEDEL ÖDEMESİNİ İSTİYORUM

Türkiye dediğiniz kim? Bize büyük vefasızlık, haksızlık yapan, komşusunu ihbar eden insanlar mı? Türkiye’de sadece onlar yok. Türkiye’de dostlarımız var, ailelerimiz var, aynı kaderi paylaştığımız insanlar var. Devletle alakalı meseleyi derseniz, devlet bugün böyle oluyor yarın başka oluyor. O yüzden benim Türkiye’ye bakışım ‘kahretsin, yerin dibine batsın’ değil ama yapılan zulümlerden sonra bunu yapanların bir bedel ödemesini, susanların seyredenlerin, bildikleri halde haksızlığı önleme adına bir şey yapmayan insanların bir bedel ödemesi insan olarak istiyorum. Ama zaman zaman duygular gidip geliyor netice açıkçası kimsenin kötülüğünü isteyecek duruma gelmiyorum. Çok büyük zulümlere imza atanların da bir bedel ödemesini istiyorum.

Siz geçişte Zaman gazetesindeki dönemine baktığınızda devletin diline çok yakın durmuşuz, devletin dilini sahiplenmişiz, AKP iktidarına yakın durmuşuz, çok eleştirel bakmamışız, yeterince sorgulamamışız dediğiniz örnekler var mı?

KÜRT MESELESİNE BU KADAR DUYARLI DEĞİLDİK AMA ‘DAĞI TAŞI BOMBALASINLAR, DÜMDÜZ ETSİNLER’ DE DEMİYORDUK

Her dönemin kendi ruhu var. Ben buna inanıyorum biz gelişen varlıklarız, öğreniyoruz. 15 Temmuz’dan sonra özellikle camiada birçok insanda insan hakları bilinci oluştu, ‘uyanış’ oluştu. Bazı şeyler başınıza geldiğinizde bununla alakalı algıda seçicilik oluyor. Diyorlar ki ‘Kürt sorunuyla alakalı eskiden böyle düşünmüyordunuz?’ Birincisi eskisi gibi düşünmediğimi görüyorsanız bu güzel birşey ben hatamdan dönmüşüm, ben kendimi geliştirmişim. Eskideki bilgilerim belki doğru yorumlar yapmak için yeterli değildi. Şimdi öğrendim işte Ermeni meselesi, Kürt sorunu, Alevilerle alakalı yeni şeyler öğrendikçe geliştikçe düşüncelerim gelişiyorsa, başımıza gelenlerden bir musibetlerden ders çıkartıp ‘sadece ben değilmişim, Türkiye’de birçok insan devletin zulmüyle yıllarca karşı karşıya kalmış, ben daha önce bunlara uyanamamışım’ diyorsam bu benim geliştiğimi gösterir. Bu bir öz eleştiridir zaten. Ama şuna katılmam; evet Kürt meselesine bu kadar duyarlı değildik ancak bunun öncesinde de ‘kardeşim dağı taşı bombalasınlar, dümdüz etsinler’ de demiyorduk. Her zaman hümanistik, her zaman insancıl noktadaydık. Mesela Alevilikle alakalı düşüncelerimiz değişmiştir ama bu camianın en rahat olduğu alanlardan biridir. Düşünün Sünni bir hareket cemevi ile caminin yan yana olmasını istiyor, savunuyor. Bunun ne anlama geldiğini belki Aleviler anlarlar ama Türkiye’de o kadar çok nankör kesim var ki bunun ne anlama geldiğini özellikle İslami camiada ne anlama geldiğini asla bilemezler. Çünkü cemevi ile camiyi eşitliyorsunuz. Bu örneği özellikle verdim. Öz eleştiri yapmamız gereken birçok alan var ama gerek Abant Platformu herkesi bir araya getirdi. Ben o dönem camianın 90’lı yıllarda olsun 2000’li yıllarda olsun çok kötü bir sınav verdiğini düşünmüyorum.

CAMİA İSLAMCI PARTİLERE GÖZ KIRPMAMIŞTIR

Esas sorunuzun devler dili kısmına geleceğim. İnsanlar 15 Temmuz’dan sonra geriye dönüp bazı yorumları yaparken o yenilmişlik psikolojisinin verdiği çok karamsar yorumladıklarını düşünüyorum. Bir kere Türkiye 2001’de ne yaşadı, 2005’te ne yaşadı. O zaman ki askeri vesayetin bizim camia olarak AKP iktidarı ile nasıl yakınlaştı bu bir gecede olmadı herhalde. Bu birbirinden haz etmeyen iki ekol. Camia siyasal İslam’ı pek sevmez, Erbakan hareketine her zaman mesafeli durmuştur, genel teamül olarak İslamcı partilere göz kırpmamıştır. Genelde merkez sağ partilere yakındır. Ecevit ile Fethullah Gülen’in görüşmesi bile çok eleştiri almıştır. Ama ‘AKP ve cemaati de yok edeceğiz’ düşüncesi iki ekolu bir araya getirdi. Tabanları daha fazla yaklaştırdı, kader birliği vb. Ben de bunu çok normal karşılıyorum. O dönem o partiye daha sempati duyulmuş olabilir.

YANLIŞIMIZ OLMUŞTUR AMA ASLA YALANIMIZ OLMAMIŞTIR

Şu an bir bağımsız heyet oluşturulsa, şimdi ahkam kesen gazeteleri ve Zaman’ı alsınlar ve bir taramadan geçirseler nefret suçu, demokrasi, başkasının hayatına saygı, farklı görüşlere yer verme, farklı insanların kendisini ifade etme konusunda en yakın rakibimizi ikiye katlarız. Bunu da çok net iddia ediyorum. Hatalı dil olmuş mudur? Elbette olmuştur, hangi gazetede olmamıştır ki. Ama böyle inanılmaz entegre olduğumuz doğru değil. Bizim haberimizin yanlış çıkması büyük bir mahcubiyet sebebiydi. Hiçbir zaman ‘yalan ama yaz gitsin’ anlayışı Zaman’da olmadı. Hiçbir zaman gazeteyi operatif bir araç olarak kullanmadık. Olabildiğince hassas olmaya çalıştık. Bir dönem şartlar bunu getirdi. Karşı tarafta askeri vesayet bu tarafta daha demokrat bir cephe. Bu iki ekol aynı mahalleye, aynı sosyolojiye hitap ediyordu. Yanlışımız olmuştur ama asla yalanımız olmamıştır. Açıkçası geriye dönüp baktığımda Zaman gazetesinde çalıştığım dönemde utanılacak bir şey, çok ciddi hatalar yapmadık.

 

 

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version