Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

ÇEVİRİ | Bir felsefe profesörünün son dersi: Richard Bernstein

Serbestiyet


Felsefeci Richard J. Bernstein, geçtiğimiz bahar ayında New School for Social Research’de son iki dersini verdi. Bu derslerden biri kendisinin bağlı olduğu bir felsefi gelenek olan Amerikan Pragmatizmi ile ilgiliydi. Diğeri ise hayatının son yıllarında Bernstein’ın arkadaşı olan Hannah Arendt hakkında bir dersti.

Yıllar önce doktoramı aldığımda Bernstein’ın öğrencisiydim. Bir bakıma hala daha öyleyim. Ona Arendt hakkında verdiği derse girip ders ile ilgili izlenimlerimi yazıp yazamayacağımı sordum. Bana pasif katılımdan hoşlanmadığını söyledi. Doğal olarak derse aktif bir biçimde katılmam gerekecekti. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu gereklilik, Bernstein’ın hayatındaki başarıların kaynağı.

2008’de onunla ilk tanıştığımda halihazırda zaten yetmişli yaşlarındaydı. Öte yandan, yine de öğrencilerinin çoğundan daha enerjik görünüyordu. Koridorda hararetli bir sohbete daldığını görürsünüz ve sonra kendinden emin bir biçimde sınıfa girerdi. Bernstein, dalgalı beyaz saçları hafifçe geriye doğru taranmış ufak tefek bir adamdı. Her zaman yarı ironik ve son derece samimi bir uslubu vardı. Böylesi bir üslup, diğer Profesörlerin takındığından farklıydı.

Bernstein, Borough Park civarında bir mobilya mağazası işleten Yahudi göçmeni bir ailede büyüdü. Chicago Üniversitesi’ne lisans eğitimi için gitti ve orada Platon’un eserlerindeki aşk ve dostluk temaları üzerine bir lisans tezi yazdı. Sınıf arkadaşlarından biri, daha sonrası en önemli pragmatist felsefecilerden olacak olan Richard Rorty idi. Rorty, doktorası için Yale’e gitt ve Bernstein’e de Yale’e gitmesi konusunda tavsiye verdi. Bernstein, tezini John Dewey’in deneyim felsefesi üzerine yazarak yaptı. Böyle bir konu seçimi, Dewey’in o dönemde azalan itibarı göz önüne alındığında, cüretkar bir seçim. Lessing’in Spinoza hakkında ima ettiği bir yorumu yineleyen Alman filozof Jürgen Habermas, bana Dewey’in o dönemlerde “ölü bir köpek” olarak görüldüğünü söylemişti.

Klasik pragmatistlerin en büyük görüşlerinden biri, entelektüel araştırmaların tıpkı dünyada yaşadığımız gibi yürütüldüğüydü. Sahada teorilerimizi test ederken ve siyasi düşmanlarımızla tartışırken aslında dünyayla çatışıyoruz. Hakikat zor olabilir, ancak gerçek olan bir şey var ki o da deneyimlerimizdir ve tam da bu deneyimler bizleri düşünmeye, tartışmaya, muhtemelen de değişmeye zorlar. Bernstein, hakikat kavramının ve ona ulaşırken bize yardımcı olan toplumsal sürecin, sözde evrensel bir perspektifden daha demokratik olduğunu düşünüyordu.

Bernstein Yale’de öğrenciyken, lise döneminden tanıdığı ve Yale’deki yüksek lisans öğrencilerinden biri olan Carol Lippit ile yeniden görüştü. 1955’te de evlendiler. Bernstein ders vermek için Yale’de kaldı; 1964’te Freedom Summer için Mississippi’ye gitti ve gençlerin tutkusuna ve tanıştığı Siyah Mississippi’lilerin cesaretine hayran kaldı. Oy hakkı aktivistlerinin bulunduğu bir toplantı ile ilgili şunları yazdı:

“Gelecekte somut olarak demokrasinin ne anlama gelebileceğini ne zaman düşünsem, Eaton bölgesindeki o toplantının görüntüsü aklıma geliyor.”

Yaklaşık altı ay sonra, Bernstein’in görev süresinin uzatılma talebi reddedildi. Öğrenciler protesto amacıyla Yale’in idari bürolarında toplandılar ve sözde “Bernstein Olayı” ulusal ölçekte bir haber haline geldi. Görev süresinin neden reddedildiği belirsizdi zira kendisi çok sayıda yayın yapmıştı ve sevilen bir akademisyendi. Bir teoriye göre, bunun sebebi bölümdeki analitik felsefecilerin kıta felsefecilerine karşı olmasıydı. Ancak Bernstein, bu mesele hususunda departman politikalarının çok daha karmaşık olduğunu savundu.

Gerçekten de Bernstein herhangi bir kampın partizanı değildi. Farklı geleneklerden gelen felsefecileri diyaloğa sokma konusunda alışılmadık bir yeteneği vardı. Bu entelektüel olduğu kadar samimi de bir arayıştı: Arendt, Rorty ve Habermas onun sadece felsefi muhatapları değil, aynı zamanda arkadaşlarıydı. Bernstein, Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı”, Rorty’nin “dilsel dönüşü” veya Habermas’ın “iletişimsel eylem”i gibi, çağdaş felsefe dünyasının dışında yaygın geçerlilik haline gelen türden bir deyimi hiçbir zaman icat etmedi. Bir bakıma kendisi vazgeçilmesi zor bir sahne arkası filozofuydu.

Her şeyden önce Bernstein bir öğretmendi. Son Arendt dersi, kendisi için mühim önem arz eden soruların çoğunu bir araya getiriyordu. Bu soruları başkalarıyla geliştirdiği diyaloglar içinde, özellikle de parlak bir düşünür ve hayatı yirminci yüzyılın büyük travmalarıyla sarsılmış arkadaşı Arendt ile geliştirdiği diyaloglar içinde keşfetmişti. Kurs Zoom üzerinden yürütülecek ve Arendt’in erken dönem Yahudi yazılarından sonraki dönem makalelerine kadar kronolojik olarak ilerleyecekti. Sonrasında ise Arendt’in “Totaliterizm’in Kökenleri” ve “İnsanlık Durumu” kitaplarına ayrılmış çok sayıda oturumla devam edecekti. Bu ders, Bernstein’ın hem Arendt’in görüşlerini ben de dahil başka bir öğrenci grubuyla paylaşmasına hem de Arendt’le olan farklılıklarını yeniden gözden geçirmesine alan sağlıyordu. Arendt, sosyal ve siyasal alanlar arasında keskin bir ayrım yapıyordu. Bernstein ise sosyal ve siyasal olanın birbirinden ayrılamaz olduğuna inanıyordu.

Bernstein kendini iyi hissetmediği için bir hafta ertelenmiş olan ilk ders, Arendt’in hayatı üzerineydi. 1906’da Almanya’da doğdu, 1920’lerde Marburg Üniversitesi’nde okudu ve burada yirminci yüzyılın en etkili felsefecilerinden biri olacak olan profesör ve Nazi Partisi üyesi Martin Heidegger ile ilişkisi oldu. Hitler iktidara geldiğinde, Arendt Almanya’dan Paris’e kaçtı ve orada genç Yahudi mültecileri Filistin’e göndermeye yardım eden bir kuruluşta birkaç yıl çalıştı. Bernstein daha sonrasında ise bize şu bilgileri verdi: 1940 baharında, Fransız hükümeti Arendt de dahil olmak üzere “yabancı düşmanları” yakalayıp toplama kamplarına nakletti. Arendt kaçmayı başarmıştı. Öte yandan, Bernstein, Arendt’in geride bıraktığı kadınların Adolf Eichmann tarafından Auschwitz’e gönderildiğini söyledi. Eichmann sonraki dönemlerde, Arendt’in üzerine kafa yorduğu en meşhur konulardan biri haline geldi.

Bernstein, yazıya döküp bir yayıncıya gönderebileceğiniz uzun cümlelerle konuşmuştu. Bazı anlarda samimi sırlar veriyordu. Örneğin Arendt’i “biraz bohem” ve “cilveli” olarak tanımlıyordu, sonrasında ise Arendt’i tüm düşünürlerin en derinliklilerinden biri olarak gördüğünü belirterek onun özgürlük anlayışına dair teorik tartışmalara dalıyordu. Yaklaşık iki saat geçtikten sonra, bizi yeterince tuttuğunu söyledi. Bir sonraki dersin daha Sokratik olacağını söyledi.

Ertesi hafta Zoom’a giriş yaptığımda, sınıf arkadaşlarımdan bazıları halihazırda derse girmişlerdi: küçük Zoom pencerelerinden rafları ve sanat tabloları görünüyordu. Bernstein da Zoom’a girmişti ama kamerası kapalıydı.

“Beni duyabiliyor musunuz?” dedi. “Nerede olduğumu açıklamak istiyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse, şu an hastanedeyim. Yeterli oksijenim olmadığı için beni buraya geri gönderdiler. Ben gerçekten çok iyiyim, zihnen de  gayet iyiyim” diye devam etti.

Kamerayı açtı ve işte tam karşımızdaydı: gömleği yoktu zira göğsüne elektrotlar bağlanmıştı ve burun deliklerine giden tüplerle birlikle bir yataktaydı. Biraz dağınık ve seyrelmiş olan beyaz saçları, ışığın içinde eriyor gibiydi.

“Hastanede olduğumdan dolayı ders süresince bazı kesintiler yaşayabiliriz ama yine de devam etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Devam etmemek için hiçbir sebep yok, DEĞİL Mİ?” dedi.

O gün, Arendt’in New York’ta kaldığı ilk on yılda yazdığı makaleleri tartışacaktık. Bernstein, arka planda bir miktar gürültü olmasına rağmen (hemşireler içeri girmişti) bize bu yazıların içeriğinden bahsetmeye başladı..

Biri, “ders verdiğinizi duydum,” dedi.

Bernstein gerçekçi bir tavırla, “Evet,” diye yanıtladı.

“Ne? Bu inanılmaz, gerçekten harikasın!” dedi başka biri

“Sen de katılmak ister misin?” diye sordu Bernstein.

“Gerçekten dinleyebilir miyim? Neden bahsettiğinizi merak etmedim değil.”

Bizimle burada kalırsan öğrenirsin, dedi. Sonra kameraya dönerek: “demek hemşireler Arendt’i öğrenmek istiyor, hadi öğretelim!” dedi.

Arendt’le arkadaşlığının nasıl başladığını anlatarak “nerede tanıştığımızı hatırlıyorum,” dedi Bernstein. “Yıl 1972’ydi, saat sekizde Haverford Otelinde tanışmıştık. Arendt, Haverford’da bir konuşma yapması için davet edilmiş ve Bernstein ile tanışmak istemişti. Bernstein, o sırada okulun felsefe bölümünün başkanıydı; Yale’de yaşananlardan sonra birden fazla iş teklifi almıştı ve Philadelphia dışında bulunan bu okulu seçmişti. (Sonunda Bryn Mawr’e gitti ve daha sonra oranın İngilizce departmanının başkanı oldu.) Bernstein, departmanı birden fazla geleneğin ve yaklaşımın çalışılabileceği bir yere dönüştürdü ve rekor sayıda öğrenci kayıt yaptırdı.

Geçen sonbaharda, “Praksis ve Eylem” adlı bir kitap yayınlamıştı. Kitapta, Hegel ve Marx’ın praksis anlayışı, varoluşçuluk, pragmatizm ve analitik felsefe gibi bir dizi felsefi yaklaşımı inceledi ve hepsini  “kartezyen kaygı” olarak nitelendirdiği şeye bir tepki olarak nitelendirdi. Descartes’tan sonraki düşünürler, doğal dünyada anlamlı bir yaşam için uygun bir temel bulmak için mücadele verdiler. Öyleyse nasıl yaşayacağımızı nasıl belirleyebiliriz? Kitabın basılı olmamış hali hakem denetiminden geçmişti; isimsiz bir eleştirmen, kitabın çeşitli Alman kaynaklarına referans vermemesini eleştirdi. Bernstein, bu kişinin, kitapta sadece bir kez dipnotta bahsettiği Arendt olduğuna ikna olmuştu. Bu yüzden Arendt’le olan görüşmesi konusunda biraz gergindi. Öte yandan, “o gece saat sekizden sabahın ikisine kadar konuştuk” dedi.

Bernstein, öğrencilerine bunun tamamen entelektüel amaçlarla bir araya gelinmiş bir görüşme olduğunu söyledi. Arendt’in demin bahsedilen o anonim eleştirmen olmadığı ortaya çıktı ve bazı eleştirileri olmasına rağmen kitaba hayran kalmış. Saatlerce tartışmışlardı. Çok ama çok yakınlaşmışlar ve çok geçmeden Bernstein New York’ta onu ziyarete gelmiş.

“Benim için yemek yapardı ve yeterince yediğimden emin olurdu” dedi. Hatta Arendt, Bernstein’in sonraki kitabının kendi yayıncısı tarafından çıkarılmasını sağlamak için editörü, romancı ve eleştirmen Mary McCarthy ile bir brunch bile düzenlemiş.

Ayrıca New School’un onu işe almasını sağlamaya çalışmış. Bu kurum Arendt için çok önemliydi. Okulun entelektüel özgürlük konusunda özel bir mirası vardı. Naziler, Yahudi ve solcu bilim adamlarını Alman üniversitelerinden kovmaya başladıktan sonra, New School bir “Sürgün Üniversitesi”si kurdu. Aynı zamanda okul, savaş başladıktan sonra sanatçıların ve entelektüellerin ABD’ye vize almalarını sağlamalarına da yardımcı oldu. Bu tür çabalarla kurtarılanlar arasında Arendt de vardı. Princeton, Chicago Üniversitesi ve başka yerlerde ders verdi ancak 1967’de hayatının son yıllarını geçirdiği New School’a gitti.

Okul, Arendt’in Bernstein’i tavsiyesini reddetti. Bunun ardından, Arendt ona yaşadığı hayal kırıklığını anlatan bir mektup yazdı. Mektubun bazı kısımlarını sınıfta anlatmıştı. Arendt ona “ister sağ, ister sol ya da ister orta olsun, tüm akademik düşünce son derece muhafazakardır,” diye yazmıştı.

“Kimse daha önce duymadığını duymak istemez…”

 Bu sözleri hatırlayan Bernstein, dizüstü bilgisayarının kamerasına doğru eğildi ve bize “hepimiz bu ‘uyma’ edimiyle mücadele etmeliyiz.  Zeki insanlar bile geleneksel olana uymayı öğrenme ve güçlü bir felsefeyi reddetme eğilimindeler” dedi.

Tutkulu ve ilham verici bir andı. Ancak haftalar geçtikçe Bernstein’in fiziksel gücü bazen arttı, bazen de azaldı. Dönem içinde biri covid enfeksiyonu olmak üzere yedi kez hastaneye kaldırıldı. Bir haftalık gecikme dışında, hiçbir dersi kaçırmadı. Bahar tatilinde kendisine kalp pili takıldı. Bir ay sonra da elinde bir oksijen tüpüyle dersleri koltuğundan yönetiyordu.

Nisan ayının sonunda, asistanı Olga Knizhnik, bir sonraki oturumun yönetimine yardım edip edemeyeceğimi sormak için bana e-posta gönderdi. Diğer öğrencilere de benzer mailler gönderdiğinden şüpheleniyordum çünkü o günkü tartışmamız özellikle hararetliydi. Sanki öğrenciler Bernstein’ın imdadına yetişiyor gibiydiler. Konumuzun Arendt’in en ünlü kitabı “Kudüs’te Eichmann: Kötülüğün Sıradanlığı Üzerine Bir Rapor” olması bize çok yardımcı oldu. Arendt, Eichmann’ın savaş suçları davasına katılmıştı ve onla ilgili “o bir canavar değil, bir bürokrattı” sonucuna vardı. Ayrıca İsrail hükümetinin davayı ele alış biçimini ve ona göre Nazi bürokrasisiyle işbirliği yapan Almanya’daki yerel Yahudi liderlerin konseylerini de sertçe eleştirdi. Bunların akabinde Arendt, kendinden nefret eden bir Yahudi olmakla suçlandı.

Bernstein, bu eleştiri hakkında ne düşündüğümüzü sordu. İsrail’den bir öğrenci bunun adil bir suçlama olduğundan şüphe etti zira Arendt’in bir Yahudi’den çok bir Alman olduğunu söyledi. Ayrıca Arendt’in Yahudi konseyleri hakkındaki değerlendirmelerinde yüzeysel olabileceği konusunda ısrar etti çünkü kendisi orada değildi; Öğrenci, böylesi karmaşık bir durumda, konseylerin o dönem içerisinde işbirliği yapmaktan başka çaresi olmadığını söyledi. Başka bir öğrenci, Yahudilerin “mezbahaya giden kuzular gibi ölüme” gittiğine dair bir bağlama işaret ederek, Arendt’in yaptığını kurbanı suçlama olarak nitelendirdi. Bernstein’ın sesi çok çıkmıyordu ama tartışmanın bitmesini de istemiyor gibiydi. Hong Kong’dan bir öğrenci, Eichmann’ın zihniyetini polisin Hong Kong’daki protestocuları darp etmesine benzetirken, Amerikalı bir öğrenci ise Vietnam’ı gündeme getirdi. Bernstein, bizi tekrar Arendt’in kitabına dönük eleştirilere yönlendirdi. Bernstein bu eleştirilerin adil olup olmadığını merak ediyordu. İsrail’den gelen bir öğrenci Arendt’in yanıldığı konusunda ısrarcıydı. Ona göre Arendt, Eichmann’ın fikirsiz biri olduğu konusunda yanılıyordu. O, fikirsizliğin değil, Alman eğitiminin ürünüydü.

Bir gün, “Totalitarizmin Kökenleri” konulu bir oturumda Bernstein, yetmişlerin ortalarında Dachau’daki bir toplama kampına yaptığı ilk ziyareti anlattı. Arendt ile karşılaştığı yıl olan 1972’de tanıştığı Habermas’ı ziyaret etmek için Almanya’ya gitmiş. Habermas o sıralar Middletown’da biraz zaman geçiriyordu. O dönem içerisinde Bernstein; Marx, Freud ve Amerikalı pragmatist Charles S. Peirce’in düşüncelerinden esinlenen Habermas’ın yazdığı “Bilgi ve İnsansal İlgiler” kitabını daha yeni okumuştu. Yale’den ayrılmadan önce Peirce hakkında bir kitap yayınlayan Bernstein, Habermas’ı Haverford’da bir konuşma yapması için davet etti.

Habermas’a bu konuyu sormuştum. Bana yolladığı bir e-postada, “tanımadığım bir meslektaşımdan gelen davetleri hemen kabul etme alışkanlığım aslında pek yoktu,” dedi. Ancak Bernstein’ın “dostça ve doğrudan tavrından” etkilenmişti ve birbirleriyle tartışacak çok şeyleri olduğunu anlamıştı. Bernstein onu havaalanından aldı ve birbirlerini gördükleri ilk andan beri birbirlerinden hoşlandılar. Habermas, “felsefi bir sohbetin başlangıcı, günlük bir gözlemden veya yararlı pratik tavsiyelerden doğar,” diyordu.

“Kuzey Hattı üzerinden kampüse giderken geçirdiğimiz yol boyunca Bernstein ile çoktan arkadaş olmuştuk.”

Her iki filozof da dogmatic siyasetin tohumlarının modernitenin rasyonelist aklında yattığı konusunda hemfikirdi: İnsanlar, gerçekten, tüm siyasetin köklerinin akıl temelinde yattığını düşündü ve buradan hareketle bir siyasi system inşa etmeye çalıştılar Bernstein bu  kadar ileri gitmiyordu. Kantçı terimlerle konuşmak gerekirse, aklın teorik ve pratik kullanımları arasında temel bir fark olduğuna inanılması gerektiğini savundu. Habermas ise her şeye rağmen ahlaki ve siyasi ideallerin kamusal müzakare süreci içerisinde tikel bağlılıkları aşan bir ahlaki ve siyasi norm edinim sürecinde edinilebileceğini düşünüyordu.

Bu ayrıma rağmen, yine de felsefi diyaloğa olan ortak bağlılıkları, ömür boyu sürecek bir dostluğun temelini atmıştı. Habermas, Bernstein’ı “ötekinin felsefesinde bir hakikat bulma dehası” olarak nitelendirdi. Habermas, Haverford’daki konuşmasını yaptıktan sonra Bernstein, Münih’e gidip onu ziyaret etmeyi ve Dachau’yu görmeyi düşündü. Bernstein, “Bunu yapamam,” dediğini hatırladı ve “bunu yapmak benim için çok zor.” dedi Ancak 1976’da korkularıyla yüzleşmeye karar verdi. Habermas’ın onu havaalanında nasıl karşıladığını anlatmayı severdi. Bernstein, farklı kamp türlerinin kökenlerini ve gelişimini inceliyordu. Sınıfa dönerek, “tamamen hazır olduğumu sanıyordum ama değildim,” ded. Onu tüm cesetlere dair kanıtlardan daha fazla dumura uğratan şey kayıtların tutuluyor oluşuydu.

Bernstein ziyareti anlattıktan sonra, bir öğrenciden “Totaliterizm’in Kökenleri”nden bir pasaj okumasını istedi.

 “Bir adam, arkadaşlarına ihanet ederek onları öldürme ya da her anlamda sorumlu olduğu karısını ve çocuklarını ölüme gönderme seçeneğiyle karşı karşıya kaldığında; hatta intihar bile kendi ailesinin öldürülmesi anlamına geldiğinde, nasıl karar verebilir?

Bernstein ve Arendt en son 1975 yılının baharında görüştüler. Bernstein, “Arendt o dönem çok tedirgindi zira New School’un felsefe programını sonlandıracağını düşünüyordu,” dedi. Bu olaydan birkaç ay sonra, altmış dokuz yaşında kalp krizi geçirerek hayatını kaybeden Arendt’in endişelenmek için  birçok nedeni vardı: New York eğitim departmanı, çok sayıda iş bulamayan Doktora mezunu olduğu için daha zayıf olan programları kapatmak suretiyle eyaletteki birçok doktora programını değerlendireceğini duyurmuştu. Değerlendirme ölçütleri, öğrencileri ampirik araştırma yapmaları için eğiten programların lehine görünüyordu. Yani, New School’daki gibi teorisyen yetiştirmeyi amaçlayan disiplinler arası bir program bilhassa değerlendirme ölçütlerinin dışına itilmişti.

Eğitim bakanlığı, Alasdair MacIntyre ve Richard Rorty’den New School for Social Research’ın programını değerlendirmelerini istedi. Açıkçası her ikisi de hazırlanan program değerli buldular, ancak Judith Friedlander’ın “Karanlık Zamanlarda Işık” adlı kitabında ayrıntılarıyla anlattığı gibi, eyaletteki derecelendirme komiteleri yine de programa olumsuz bir eleştiride bulundu. Daha sonra Rorty ve MacIntyre, New School’un lisansüstü fakültelerden sorumlu dekanına tavsiyelerde bulunan mektuplar gönderdi. MacIntyre, “şu anda Amerika Birleşik Devletleri’nde felsefe krizde,” diye yazdı. Rorty, Analitik felsefe eğitimi almış “doktoralı kişilerin çok fazla oluşunu”, “iş piyasasını bozan ana faktör” olarak görüyordu. Okulun departmanı canlandırmasına yardımcı olmak için Bernstein’ı tutmasını tavsiye etti. Ancak üniversite mütevelli heyeti, okul programını incelemeden departmana yatırım yapmak istemedi ve 1977 yılında New School, felsefe alanında alınması muhtemel doktora öğrencilerinin kabulüne dönük bir moratorium ilan etti.

Beş yıl sonra, New School, Jonathan Fanton adında bir yönetici olan yeni bir başkanı işe aldı. Kendisi, altmışlı yıllarda Yale’e gitmişt ve orada Bernstein’ı desteklemek için protestolara katılmıştı. Yüksek lisans fakültesinin dekanı, Bernstein’dan felsefe bölümünün kaderini belirlemeye yardımcı olacak bir komiteye katılmasını istedi. Bernstein, muhalif Macar filozof Ágnes Heller’ın bölüm başkanı olarak işe alınmasını tavsiye etti. New School’un kökenleri zamanında entelektüel özgürlüğü koruma çabasına dayanırken, şimdiki görevi ise Demir Perde’nin arkasında boğulan entelektüelleri desteklemekti. Günün sonunda Bernstein’in istediği gibi Heller bölüm başkanı olarak atandı. Heller, Bernstein’ı işe aldı ve 1989’da da Bernstein başkanlığı devraldı. Bernstein sayesinde doktora öğrencisi alma yasağı kaldırıldı. Bölüm, çoğulcu bir yapıya evrildi: bünyesinde analitik felsefeciler, pragmatistler ve fenomenologlar bulunuyordu. Bernstein, bana departmanı yeniden inşa etmenin Arendt tarafından kendisine bırakılan “bir vasiyeti yerine getirmek gibi” olduğunu söyledi.

Mayıs ayında, son dersimizden bir önceki gün, Elli İkinci Cadde’deki dairesinde onu görmeye gittim. Büyük ve aydınlık bir daireydi ve v İskandinav mobilyalarıyla döşenmişti. Bir hemşire mutfakta meşguldü. Carol ise oturma odasında, hastalığı nedeniyle bitap düşmüş ve oksijen tüpü takan kocasının yanında bir kitap okuyordu. Bernstein derse başlamak için can atıyordu ve Zoom’a birkaç dakika erken katıldı. Oksijen tüpünü çıkardı ve Hemşireden şeker istedi. Öğrenciler ekranda göründüklerinde ona nasıl hissettiğini sordular. “Çok iyi hissediyorum,” dedi.

Dersin konusu, Arendt’in 1971’de yayınladığı bir makale olan “Düşünme ve Ahlaki Mülahazalar” idi. Arendt bu kitabında kötülüğün sıradanlığını ayrıntılarıyla anlatıyor. “Eichmann Kudüs’te“yi okumuş bazı öğrenciler,  bu makaledeki tezin doğal sonucundan rahatsız oldular. Eğer Eichmann’ın en büyük başarısızlığı düşünememekse, o zaman bu, düşünmenin bizi ahlaki çöküşten korumak için yeterli olduğu anlamına mı geliyor? Bu pek ihtimal dahilinde gözükmüyor. Ancak Arendt, kısmen düşünmenin ne olduğu, nasıl ve ne zaman gerekli olduğu konusundaki anlayışımızı derinleştirerek bu fikri veya onun bir tür versiyonunu savunuyor gibi gözükmekte.

Dersin sonuna yaklaşırken, Bernstein eski arkadaşıyla aralarındaki düşünsel farklılıkları düşündü. Arendt’in bir hikayenin birden çok tarafını sunma konusunda isteksiz ve bu hikayeler arasında köprü kurmaya çalışmakla pek ilgilenmediğini söyledi. Öğrencilerini övdü ve onlara herhangi bir konu akıllarına takılırsa kendisine yazmalarını söyledi.

Bize, “Gadamer’in şu deyişini her zaman sevmişimdir: son sözü kimse söyleyemez” dedi.

“Günün sonunda size bırakmak istediğim bir şey varsa, o da felsefenin ruhudur. Umarım bunu hayatlarınızda tatbik edersiniz. İyi şanslar!”

Carol’a döndü ve “İşte budur, aşkım!” dedi.

Ona nasıl hissettiğini sordum ve aldığım cevap “harika bir hayat surdüm” oldu. Sonra yarım yamalak bir gülümseme takındı.

“Felsefedeki ölüm saplantısını hiçbir zaman anlayamadım. Benim takıntım yeni başlangıçlar. Açıkçası daha fazla şey yapmak istiyorum.”

Bernstein o cumartesi doksan yaşına girecekti. Cuma günü Habermas’tan erken bir doğum günü mesajı aldı. Habermas, “yanlış hatırlamıyorsam, dostluğumuz tam olarak yarım asır önce başladı aziz dostum,” diye yazmıştı.

 Seninle tanıştığım gün, yaşadığım süre boyunca bu kadar uzun bir dönemden sonra bile hatırladığım çok az mutlu olaydan biri olarak zihnimde yer ediniyor. Tam da o zamandan beri senin bana verdiğin ilk felsefi tavsiyeyi düşünüyorum: ‘Kanttan devraldığın mirası aşkınsallaştırma.’

Bir doğum günü mesajı için oldukça komik ve özel bir ifadeydi. Öte yandan, çok önemliydi: Bernstein, Habermas’ın evrensel ve koşulsuz bir hakikat anlayışına fazla bağlı olduğunu düşünüyordu. Bernstein’a göre felsefe bir şeyi kanıtladıysa, o da hiçbir şeyin asla sabit olmadığı ve sohbetimizin asla bitmeyeceğidir.

Yazar: Jordi Graupera

Çeviri: Hasan Ayer

Kaynak: https://www.newyorker.com/culture/annals-of-inquiry/a-philosophy-professors-final-class

***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version