Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

BM’den Türkiye’ye: İmralı’da iletişimsizlik haline son verilsin


ANKARA – Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Özgür Erol, İmralı tecridine karşı yaptıkları başvuru üzerine BM İnsan Hakları Komitesi’nin mutlak iletişimsizlik haline son verilmesini istediğini belirterek, ayrıca Türkiye’ye Mart ayı sonuna kadar yanıt vermesi için süre verildiği bilgisini paylaştı.

 

İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde ağır tecrit koşulları altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan ile tutuklular Hamili Yıldırım, Veysi Aktaş ve Ömer Hayri Konar’dan 21 ayı aşkın süredir haber alınamıyor. Abdullah Öcalan’ın müdafiliğini yürüten Asrın Hukuk Bürosu, 2019 yılında 5 görüşme gerçekleştirse de 27 Temmuz 2011’den bu yana ağır tecrit koşullarında tutulan müvekkilleriyle görüştürülmüyor.

 

Abdullah Öcalan ile en son Temmuz 2011’de görüşebilen Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Özgür Erol, Türkiye’ye yaptığı son ziyaretinde İmralı’ya gittiğini açıklayan Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi (CPT) ile yüz yüze yaptıkları görüşmenin yanı sıra, uluslararası mekanizmalara yaptıkları başvuruları ve tecridin ağırlaşan boyutuna dair sorularımızı yanıtladı.

 

Özgür Erol

 

PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın avukatları her ne kadar 2019 yılında 5 görüşme sağlasa da 27 Temmuz 2011’den bugüne dek devam eden yasakla karşı karşıya. 12 yıla dönüp baktığınızda İmralı hukuk sistemi nasıl bir aşamaya geldi?

 

 

 İmralı Cezaevi ‘Guantanamo’ şartlarını aşmış durumda. Tüm denetimlere kapalı olması itibariyle hangi kanuni hükümlere bağlı olarak işlediğini artık açık bir şekilde yanıtlayamıyoruz.

 

Ben şahsen Sayın Öcalan’la en son Temmuz 2011’de görüşebilmiştim. 2019’da açlık grevleri, ölüm oruçları döneminde üç aylık süreç içerisinde gerçekleşen 5 görüşme var. Ağustos’taki görüşmeden sonra yeniden kapanma hali gündeme geldi. Yeryüzünde 12 yıl boyunca avukat girişlerinin bu derece engellendiği herhangi bir cezaevi örneği bulunmuyor. İmralı Cezaevi’nin hukuksal bir kara delik haline getirilmesi itibariyle ilk dönemlerde ‘Guantanamo’ benzeri bir cezaevi örneğini dile getirirdik. Ama geldiğimiz noktada İmralı Cezaevi ‘Guantanamo’ şartlarını aşmış durumda. Tüm denetimlere kapalı olması itibariyle hangi kanuni hükümlere bağlı olarak işlediğini artık açık bir şekilde yanıtlayamıyoruz. Avukat görüşmesi ya da aile görüşmesinin engellenmesinden ibaret bir durum da değil. Nasıl ki 2019’da birkaç avukat görüşmesinin olması tecridi ortadan kaldırmadıysa, bugün için de geçerli. Birkaç avukat ya da aile görüşmesinin gerçekleşmesiyle İmralı tecridinin ortadan kalkmış mı kabul edeceğiz? Hayır. 23 yıldır orada oturtulmuş bir sistem var ve bu sistem kendisini sürekli yeniden üretiyor. Bir laboratuvar gibi kendini orada sürekli derinleştiriyor. Oradan öğrendiklerini giderek tüm topluma yasa, yönetmelik, idari karar ve bir yönetme pratiği olarak yansıtıyor. Dolayısıyla bu tekniğin, İmralı sisteminin kendisi artık başlı başlına bir problem. Bunun alternatifinin avukat ya da aile görüşmesinin gerçekleşmesi olduğunu söyleyemeyiz. Ancak avukat görüşmesi gerçekleşmek zorunda, bu bir hak. Dolayısıyla biz bu hakkı sürekli talep ederiz, fakat İmralı tecridi tek başına bundan ibaret bir durum değil.

 

İmralı’da tecrit sistemini aşan durum nedir?

 

İmralı’nın mimarisinden tutalım, disiplin biçimine, oraya yerleştirilen yapılara, muhafaza edilme biçimine, giriş çıkışların sınırlanmasına hem Sayın Öcalan’a hem daha sonra oraya götürülen mahpuslara yönelik yaklaşıma kadar çok özel bir sistem. Nihayetinde şöyle bir gerçeklik var; 23 yılık zaman kesiti çeyrek yüzyıla tekabül ediyor. Bir yapının, mekanın çeyrek yüzyıl kendisini bu şekilde yaşatabilmiş olması, sadece yüksek güvenlikli disiplinli bir yapı-mekan olmasından kaynaklanmıyor. Bu yapı ve mekanda geliştirilen teknikler var. Bunları incelikle dokudular, geliştirdiler. Öyle ki Türkiye’de darbe girişiminin olduğu 15 Temmuz’dan sonra 20 Temmuz’da ilan edilen OHAL’de ilk yayınlanan kararnamelerle İmralı Cezaevi’ndeki uygulamalar tüm Türkiye cezaevlerine ve topluma yayıldı. Bu durum, Türkiye’deki yönetim pratiği açısından İmralı’daki uygulamaların asli önemde olduğu anlamına geliyor. Fırsatını buldukları an aynı uygulamayı tüm cezaevlerine yayma imkanı elde ettiler. Tecridin fiziksel, duyusal, hukuksal, siyasal gibi birçok boyutu var.

 

En son Temmuz 2011’de görüştüğünüzü söylediniz. Öcalan’ın o görüşmede tecridin bu denli ağırlaştırılacağına dair öngörüsü oldu mu?

 

Aslında bu tip öngörüleri her zaman vardı. Avukat ve ailelerin gidişi ve daha sonrasında heyetlerin gidişinde de her zaman ‘Buradaki görüşmelerin bu biçimde yürüyor olmasının belli bir sebebi, amacı var’ diyordu. Fakat mesele sadece bu görüşmelere ya da buradaki yapıya devletin nasıl yaklaştığıyla ilgili değildi. Bir de Öcalan’ın yaklaşımı söz konusuydu. Öcalan, dayatılan koşulları, sistemi gayet iyi bilip, çözümleyip kendisini buna göre konumlandırdı. 1999’dan 2023’ e kadar tecrit nasıl bir sistematik izliyorsa, Sayın Öcalan’ın bu tecride karşı direngen tutumu da o derece sistematik ve giderek derinleşerek kendisini sürdürdü. O dönemde, oradaki şartlarını bize şöyle tanımlıyordu; ‘Ben burada çok dar bir koridorda gibiyim, ne sağa dönebiliyorum ne sola.’ Bunu o dönem çok anlamlandırabildiğimizi şu aşamada söylemek mümkün değil. Sonraki yıllarda o dar koridor rejiminin, tek çıkışlı ve girişli rejimin ne olduğunu daha iyi gördük.

 

Başvurularınız ya yanıtsız bırakılıyor ya da “disiplin” cezalarıyla reddediyor. Ancak ret gerekçeleri tarafınıza bildirilmiyor. Bu durum “hukuk” ile açıklanabilir mi?

 

 

 Gerekçe gösterilen disiplin cezalarının ne maddi ne de hukuksal bir dayanağı var. Hiçbir ceza kendisini üç ayda bir düzenli ve periyodik bir biçimde yineler mi?

 

Açıklanamaz. Bu bir hukuk oyunundan ibaret. Açıkçası hukuken bir açıklama getirmeye çalışmak gerçekten salt bir kötülüğü gereksiz yere anlamlandırmaya çalışmaktan ibaret olur. Gerekçe gösterilen disiplin cezalarının ne maddi ne de hukuksal bir dayanağı var. Hiçbir ceza kendisini üç ayda bir düzenli ve periyodik bir biçimde yineler mi? Hiçbir ceza, kendi sebebinden bağımsız olarak kişilerin dış dünyayla tüm iletişimini kesmeye yönelir mi? Spor etkinliğinden kaynaklı bir disiplin cezası kurduklarını ilan ediyorlar. Niye, spor yapmıyorsunuz diye. O zaman kurduğunuz cezanın da buna dönük olması gerekmez mi? Spor etkinliğinden dolayı aile görüşlerini niye kesiyorsunuz? Bu bir oyun. Fakat bu oyunun tehlikeli yönü şu; kapalı bir oyun oynuyorlar. Yani, bu oyun içerisine hem idari hem yargı mercileri dahil oluyor. Örneğin bir mahpusa dönük böylesi bir kapalı devre cezalandırma rejimi kurulduğunda, bunu kırma olanağına sahip tek yapı avukatları, savunmanları olabilir. Israrla avukatların da bu sürece dahil olmasını engelliyorlar. Hiçbir yasal gerekçesi olmadığı halde, avukatlardan da gizliyorlar. Bu haliyle orada kendi aralarında bir süreç yürütüyorlar. Bu, tamamen dış dünyayla iletişimi kesmeye dönük bahane. Disiplin cezasının, yıllarca ‘gemi arızası’, ‘hava muhalefeti’ diyerek girişleri engelledikleri bahanelerden hiçbir farkı yok.

 

Abdullah Öcalan da kendisiyle kesintili telefon görüşmesiyle sağlanan son temasta, “Bu sorun hem hukuki hem siyasidir. Avukatlarımın gelmesini istiyorum” dedi. Bu tarihten sonra da avukatların sayısız başvurusu oldu, dünya çapında çok sayıda avukat başvurdu. Ancak tüm girişim ve başvurulara rağmen bu talepler karşılanmadı. İktidarın tecritteki ısrarının temelinde ne var?

 

Mesele, mevcut siyasi iktidarın Türkiye’de hukuku göz ardı ederek keyfi yönetme biçimini bu yıllar içerisinde çok fazla geliştirmiş olması. Artık sadece İmralı’da ya da Kürtlere dönük uygulamalarında keyfi davranmıyor. Neredeyse tüm muhaliflere karşı bu keyfiliği çok rahat sürdürebiliyor. Örneğin neredeyse tüm şehirlerde toplumun basın açıklaması, toplantı gösteri yürüyüşü, sokağa çıkma hakkı ortadan kaldırılmış durumda. Bunun yasal ya da hukuki bir temeli yok. Bu keyfiliği, hukuk tanımamayı son 25 yıl içerisinde öncelikle İmralı’da olgunlaştırdı, denedi, geliştirdi.

 

İmralı’da görüşme için başvuruda bulunan siyasetçiler oluyor. Tecrit halinden Adalet Bakanlığı’nı sorumlu tutuyor. Adalet Bakanı neden sessiz? Sorumluluğu nedir?

 

Adalet Bakanlığı idari olarak bu sistemin sorumlusu. Fakat İmralı Cezaevi açısından tek yetkili, karar verici olduğunu iddia edemeyiz. Söz konusu İmralı Cezaevi olduğunda pek çok parametrenin devreye girdiğini biliyoruz. Adalet Bakanlığı’ndan bizzat görüşme talebinde de bulunduk. Özellikle son duyumlardan, yaptığımız açıklamalardan sonra. Henüz buna dair geri dönüş almış değiliz.

 

CPT’nin Eylül 2022’de ziyareti oldu. Gündeminde olmamasına rağmen İmralı’yı ziyaret etti ancak yaptığı açıklamalarla kaygıları derinleştirdi. Rapor açıklayamıyor ancak kurumsal sorumluluğu bulunuyor. Nitekim bazı talepler ve tedbirlerin alınması için CPT’ye başvurdunuz. Başvuruya bir dönüş oldu mu? Olmadıysa CPT’nin tecritteki rolü nedir?

 

 

 12 yıl bir adaya, cezaevine avukatların girmemesi ya da aile görüşmelerinin bu derece engellenmesinin ciddi bir kötü muamele olduğunu, artık yüksek dereceli bir ihlal hali aldığını CPT’nin fark etmemesi mümkün değil.

 

CPT, resmi denetleme yetkisi olan Avrupa Konseyi’nin bir organı. Yargılama yetkisi yok ama işkence ve kötü muamele içeren tüm mekanları, buradaki uygulamaları denetleme hakkına ve olanağına sahip. CPT, İmralı Cezaevi’ni kurulduğu günden bu yana çok yakından takip ediyor. Bunu iki yolla yapıyor. Birincisi; düzenli olarak İmralı hakkında raporlarımızı onlara gönderiyoruz, kendileri özenle istiyorlar. Bazen aylık, bazen üç aylık, bazen ani durumlarda anlık raporlar gönderiyoruz. Aynı şekilde hükümetten de oradaki duruma dair düzenli raporlar alarak, takip ettiklerini biliyoruz. İmralı Cezaevi kurulduğu günden bu yana CPT ziyaretler gerçekleştirdi ve rapor tuttular. CPT’nin, İmralı’daki tüm gelişmeleri ay ay, yıl yıl bildiğini söylemek mümkün. 12 yıl bir adaya, cezaevine avukatların girmemesi ya da aile görüşmelerinin bu derece engellenmesinin ciddi bir kötü muamele olduğunu, artık yüksek dereceli bir ihlal hali aldığını CPT’nin fark etmemesi mümkün değil. Buna karşı CPT’nin işletebileceği kimi tedbir prosedürleri mevcut. Bunları işletmemesi hep eleştiri konumuzdu. Ya da en kritik zamanlarda yaptığı ziyaretlerde İmralı’ya gitmemeyi tercih etmesi, bizim açımızdan eleştiri konusuydu. 2016’da yaşanan darbe girişiminden sonra basına yansıyan pek çok haber vardı. Hatta bir grup darbecinin İmralı’ya ulaşmaya çalıştığına dair haberler vardı. Bu dönem avukatlar, aileler gidemiyordu. CPT o dönem Türkiye’ye geldi, fakat İmralı’ya gitmemeyi tercih etti. Aynı şekilde 2018’de, 2020’de yaptığı ziyarette de gitmemeyi tercih etti. Dolayısıyla bu dönem itibariyle gittiler ve özel bir ziyaret olduğunu düşündürecek bazı veriler mevcuttu. Bundan dolayı onlara, raporlarını hem erken açıklamaları hem de oradakilerin kişisel durumları hakkında bilgi vermelerini talep ettik. Yetmedi doğrudan onların bulunduğu yerde yüz yüze bir görüşmede gerçekleştirdik.

 

Bu görüşmede ziyarete ilişkin herhangi bir bilgi verdiler mi?

 

Hayır vermediler. En ufak bir bilgi vermeyen, kendi bürokratik prosedürlerine sıkı sıkıya bağlı bir görüntü izlediler. Bir insan hakları mekanizmasından beklenir bir yaklaşım değil. Ne kadar bürokratik olursanız olun, ciddi hale gelmiş bir hak ihlali karşısında ‘durumları iyidir, gördük’ diyemeyecek hale getiremezsiniz kendinizi. Son noktada CPT’ye dair açıklama yapmamızın ve ‘görüşmenin gerçekleşip gerçekleşmediğinden şüpheliyiz’ dememizin sebebi de buydu. Bugüne dek herhangi bir veri ve bilgiye de ulaşmış değiliz.

 

Avrupa Konseyi’ne bağlı kurumlarda hal böyleyken, tecride karşı başkaca girişimleriniz oldu mu?

 

Avrupa Konseyi kurumlarının bu ataleti bizi kuşkusuz diğer uluslararası mekanizmaları değerlendirmeye motive etti. Bu bilgiyi de bu vesileyle sizinle paylaşmış olalım. 2022’in sonunda Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Komitesi’ne İmralı’daki dört mahpus adına bir başvuru yaptık. Komitenin işleyişinin Avrupa Konseyi kurumlarına göre çok daha hızlı olduğunu gördük. Daha öncesinde deneyimlediğimiz bir başvuru mekanizması değildi. Bu başvurumuzu Türkiye hükümetine gönderdiler. Komite, hükümette başvurumuzu gönderirken başvurucuların mutlak iletişimsizlik olan “incommunicado” haline son vermesi ve başvurucuların kendi seçtikleri avukatlarla derhal ve herhangi bir kısıtlama olmaksızın erişim sağlaması gerektiğini hatırlatıp talep etti. Bu geçici tedbir talebi niteliğinde. Bu yaptığımız başvurunun kabul edildiği anlamına gelmiyor. Başvuru devam edecek fakat burada BM İnsan Hakları Komitesi durumu hemen fark etti. Komite, hükümete Mart sonuna kadar süre verdi. Türkiye’nin süre içerisinde yanıtlarını sunması gerekiyor. Sonra biz de kendi görüşlerimizi sunacağız. Prosedür bu şekilde bir süre devam edecek. Fakat şu aşamada İnsan Hakları Komitesi’nin durumu erkenden fark edip hükümetten böylesi bir talepte bulunması önemli.

 

MA / Zemo Ağgöz

Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version