Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Rıdvan Turan: ‘HDP yeni ekonomi programını ocak ayında açıklıyor’

Rıdvan Turan: 'HDP yeni ekonomi programını ocak ayında açıklıyor'


Mühdan Sağlam


ANKARA-Türkiye’de asgari ücret tartışmaları ve enflasyon gündemdeki yerini koruyor. Hükümet ile ilgili sendikalar baz etkisine giren enflasyon temelinde kıran kırana bir pazarlık içinde. Öte yandan alım gücündeki erime hız kesmiyor. Yalnızca gecen hafta ilaca yüzde 36 zam geldi. Yeni yıl zamlarının telaşıysa kutlama isteğini baskıladı bile. Sağlıktan ücretlere toplumdaki ekonomik sancı artıyor. Muhalefet buna ne diyor?

Muhalefetin ekonomik krize reçeteleri kapsamında bu hafta Halkların Demokratik Partisi (HDP) Ekonomi ve Tarım Politikalarından Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Rıdvan Turan ile konuştuk.

Türkiye bir ekonomik kriz var. HDP bu kriz konusunda ne düşünüyor, nasıl oldu bu kriz?

Artık Erdoğan da birkaç konuşmasında ekonomik krizden bahsetti, o da ikna olmuş belli ki. Kanımca AKP iktidara geldiğinden beri aslında bir ekonomi politikası yoktu. Daha çok Derviş reçetelerini tutarlı bir biçimde uyguladı. Bunun yanında sahip oldukları olağanüstü pragmatizm sebebiyle de harfiyen uluslararası sermaye kuruluşlarının dikte ettirmiş olduğu ekonomi politikasını Erdoğan “tutarlılıkla” yürüttü.

‘İNŞAATA YATIRILAN PARA SİYASETİN FİNANSMANI AÇISINDAN ÖNEMLİYDİ’

Ancak bu politika likidite genişlemesine bağlı olarak Türkiye’ye uluslararası alandan gelen bol ve ucuz krediyi temel alıyordu. Öte yandan bu para akışı, artı değer üreten yeni sektörler yerine inşaat sektörüne yatırıldı, bu bir tercihti. Temelinde pragmatizm vardı, çünkü inşaata yatırılan para esasında aynı zamanda siyasetin finansmanı açısından son derece önemliydi. Kolay yolu seçtiler, Türkiye’de hâlâ her yıl Konya ovasını kaplayacak kadar beton dökülüyor.

Öte yandan 2008 krizi sonrası gelen bu para yavaş yavaş çekildi. Türkiye ekonomisiyse dışarıdan gelen paraya bağımlı, yani parayı üretmeyen, döviz üretmeyen niteliği nedeniyle gerilemeye başladı. Bence ekonomi politikasını şurada uygulamaya başladılar. O da saçma sapan oldu. Erdoğan’ın olağanüstü dehasıyla faizin sebep enflasyonun sonuç olduğu dolayısıyla aslında faizin düşmeye başlamasıyla işin düzeleceği iddiasıyla. Düşük Türk lirasının ihracatı patlatacağına dönük bir düşünce oluştu. Bugün ekonomi politikası kendi içerisinde tutarsız. Bir ekonomik sistem olarak ele alınamayacak pek çok sorun var. Dolayısıyla bu bir ekonomi politikasıydı evet, ama günün sonunda neyle karşı karşıya kaldığımız ortada yani Türkiye ekonomi modelindeki çöküş oldu.

Bunu tek başına enflasyonla ifade etmek çok mümkün değil, bir taraftan olağanüstü enflasyon ama diğer taraftan da reel ücretlerin de buna paralel olarak erimesiyle birlikte işsizliğin artmasıyla karakterize olan ve han duvarları gibi önümüzde bulunan bir kriz var.

Ancak bu yöntem krize engel olamadı?

Evet, çünkü Derviş’in bıraktığı andan bu zamana kadarki birikim modeli bizatihi bu krizin ortaya çıkmasının sonuçlarından. O sebeple memlekette ekonomiyi düzeltmek için önce demokrasiyi düzelteceğiz, demokrasi düzelince yine dışarıdan çok para gelecek temelli yaklaşımlar, bence denenmiş olanı yeniden denemekten başka bir anlama tekabül etmiyor. Demokrasinin gelişmesi önemsiz demiyorum, ancak kapitalizmin kendi içinde bir kuralları, mantığı var.

‘SERMAYE İÇİN EN ÖNEMLİSİ İSTİKRAR, BU DEMOKRASİYLE DE SAĞLANABİLİR TOTALİTARİZMLE DE’

Evet, kapitalizm demokrasi ilişkisi en tartışmalı konulardan biri. Pazar günü Dünya Kupası’na ev sahipliği yapan Katar’a liderler akın etti. Yalnızca maç izlemediler anlaşmalar da yaptılar. Katar demokrasi şampiyonu değil. Bu ne demek o halde?

Burada bizim de abarttığımız bir unsur var: Demokrasi iyiyse, ekonomi iyi olur kanısı. Bunu sadece Körfez ülkeleri için değil, Çin için de konuşmak mümkün. Hiç öyle bir şey yok bence.

Sermaye birikim rejiminin en önemli tarafı ya da mütemmim cüzü, istikrar. Bu istikrar demokrasi ile sağlanabilir, totalitarizmle de. Yani burada demokrasi meselesi başka türden ele alınmalı. Burada önemli olan sermaye birikim rejiminin problemsiz bir biçimde devam edebilmesi için gereken şartlar, gereken hukuki altyapı, bu baskıcı da olabilir. Üretim ilişkileri “bunlar var mı, yok mu” ya odaklanır. Bu olduktan sonra tabii ki ekonomik olarak gelişmek mümkün.

Ancak Türkiye için özel bir durum var. Türkiye için kuşkusuz demokrasi ekonomi açısından önemli, ama bununla birlikte demokratik standartlarımız artarsa yabancı yatırımı daha fazla çekeriz bu da bizi kurtarır inancı var. Doğru biz yabancı yatırımı daha fazla çekebiliriz, ama Türkiye’nin bir üretim üssü, kamucu, planlamacı bir üretim üssü haline gelmesi katma değer yaratabilmesi, yerelin temel alınmasıyla belediyelerin, komünlerin temel alınmasıyla olur. Yoksa tek başına demokrasi, demokratik sorunların çözülmesi için önemli, ama ekonomi çözümleri için çok indirgemeci.

Neden bu indirgemecilik yapılıyor?

Bunun bence temel nedeni, canımızın burnumuza gelmesi. Bu HDP için de CHP için de geçerli. Bu nedenle demokrasi ister istemez bir tür fetiş oluyor. Bunun anlaşılabilir tarafları var, ama bilimin kurallarıyla konuşacaksak bence tek başına bunu temel almamak gerekir.

‘CHP’NİN EKONOMİ METNİ KENDİNİ NEOLİBERAL TEZLERLE BİRAZ FAZLA ÖZDEŞ KILMIŞ BİR METİN’

CHP’nin 3 Aralık’ta açıkladığı ekonomi vizyonu belgesini nasıl buldunuz? Eksik var mıydı? Şöyle olsa daha iyi olurdu dediğiniz noktalar?

İlk olarak metin çok tanıdık bir metindi. Yani yönetişim gibi parlak uzmanların bu işin içerisine dahil olmasıyla birlikte ekonomik olarak yeni bir ufkun yaratılacağı gibi ifadeleri kastediyorum. Bana kalırsa biraz neoliberal tezlerle kendini çok özdeş kılmış bir metindi. Yani kamucu planlama temelinde değildi, evet vurgular vardı. Oradaki diğer birtakım “parlak” isimler kurtarıcı gibi gösterildi, bize kurtarıcı gerekmiyor.

Peki bize ne gerekiyor? Nasıl bakmak gerekiyor?

Bize kendi koşullarımızı göreceğimiz yani üretimi ve paylaşımı yeniden planlayabileceğimiz bir perspektif lazım. Örneğin tarım meselesi. Metinde yer yer buna ilişkin vurgular vardı. Ancak tarımı yeniden ayağa kaldırmak demek, tarıma 4.00 teknolojisi entegre etmek ve buradan öyle büyük buluşlar elde etmek falan değil. Yapılacak çok basit şeyler var: Küçük ölçekli çiftçilerin desteklenmesi, kooperatiflerin kurulması, özellikle kadınların teşvik edilmesi ve çiftçi örgütlenmesinin önünü açılması gibi. Bu yapılmadan diğerlerini yapılabilirliği yok. Bu yapıldıktan sonra diğerlerini yapmak çok daha kolay. Tabii, sonuçta teknoloji arıyor olmak bunun için Almanya’ya gidiyor olmak saygı değer çabalardır, buna söyleyeceğim bir şey yok. Ama bu ülkede üretimi temel alarak alternatif bir paylaşımda yeniden nasıl kurarız, bunu yaparken yereli burada nasıl aktive ederiz, aşırı merkeziyetçi siyaset tarzını nasıl ortadan kaldırırız gibi sorulara odaklanmak gerekiyor. İstihdam sorununun çözülmesi de üretimin artırılmasından, katma değer yaratan bir üretimin hedeflenmesinden geçiyor.

YENİ EKONOMİ POLİTİKAMIZI OCAK AYINDA DUYURACAĞIZ’

Peki bu noktada HDP ne diyor? Önerisi nedir?

Hazırlığını yaptığımız, bir iki hafta içinde duyuracağımız, bir programımız var. Bu politikasının iki temel ayağı var. Bir ayağı bu toplumda, bir ayağı gelecek toplumda olan bir ekonomi politikası oluşturmaya çalışıyoruz.

Nasıl yani?

Şöyle, bu toplumda derken somut olarak çözülmesi gereken sorunları kastediyoruz. Mesela olağanüstü enflasyon var. Enflasyon ilişkin ne söyleyeceğiz ya da işsizlik, kadınlardan gençlere uzanan korkunç bir işsizlik var, gelir dağılımı adaletsizliği var. Şimdi bir taraftan bunlara ilişkin bir söz söylemek lazım.

Bu bir sol program, ama önce sosyalizm ardından komünizm gibi değil. Şu anda cari olarak yaşadığımız problemlere çözüm üretirken aynı zamanda bu ürettiğimiz çözümlerin gelecekte kriz yaratmaması için çabalıyoruz. Bu noktada yerellere uzanıyoruz. Yani köy kooperatiflerinden komünlere uzanıyoruz. Örneğin kooperatifler için olan üç yasayı birleştirerek yeni bir yasa hazırlıyoruz, kooperatifler bankası ve kooperatifler bakanlığı öneriyoruz. Bunu düzenleyip MHP hariç, tüm partilere yolladık, tartışılsın istiyoruz. İstiyoruz ki gelecekte şu anda yaşadığımız gibi, birtakım balonlarının oluştuğu o balonların daha sonra patladığı kapitalizmin bildiğimiz rutin dönemsel krizlerinin oluşmadığı bir çözüm üretelim.

Şunu söyleyeyim üretim araçlarının kolektifleştirilmesinden falan bahsetmiyoruz. Fakat çalışanların çalıştıkları alanda daha fazla inisiyatif sahibi olabileceği, çalıştıkları alanın aynı zamanda yöneteceği teşekküllerden, yönetiminde söz sahibi olabilecekleri bir takım ara formlardan bahsediyoruz. Yani bir makro program değil bizim açımızdan, bir geçiş programı. Elbette takdir edersiniz ki herkes öncelikle bu toplumda ne yapılması gerekir ona odaklanıyor.

‘ASGARİ ÜCRET TALEBİNİ YOKSULLUK SINIRINA GÖRE OLUŞTURDUK’

Bugünkü sorunlardan hareketle gündemde asgari ücret görüşmeleri var. Her parti ve sendika farklı bir asgari ücret talebinde bulundu. HDP, 12 bin 500 lira dedi. Neden 12 bin 500, hesaplama nasıl yapıldı?

Evet biz bu talepte bulunduk. Bu talebi ortaya koyarken şunu temel aldık: Yoksulluk sınırı 25 bin lira. Bir hanede iki kişinin çalıştığını varsaydık ve dedik bu haneye yoksulluk sınırında bir maaş girecekse bu toplam 25 bin lira olmalı. İki bireyin ortalamasını aldık ve 12 bin 500 liraya ulaştık. Yoksulluk sınırı dedik, çünkü enflasyonda bu temel alınıyor.

‘PAZARDAN DOMATES PATATES ALIR GİBİ SAĞLIK HİZMETİ SATIN ALIYORUZ AMA PARA VERİNCE İYİSİNİ DE ALMIYORUZ’

Yine güncel bir sorundan devam edelim. Türkiye’de can yakıcı olan bir başka konuya değinmek istiyorum. Siz bir hekimsiniz, geçtiğimiz hafta ilaca yüzde 36 zam geldi. Son iki yıldır doktorların yurtdışına göçü ivmelendi. Hizmet alamamaktan mutsuz hastalar var. Hastalar mutsuz, doktorlar mutsuz, eczacılar meydanlara inerek seslerini duyurmaya çalışıyor, onlar da mutsuz. Bu sağlık sistemindeki sorunlar nasıl çözülecek? Mutlu olan var mı?

Çok güzel beş yıldızlı otel gibi hastanelerimiz var, haksızlık etmeyin(!). Mesela geçen gün Ankara Şehir Hastanesi’nde kaybolduk. Burada şöyle bir şey var. Nazi Almanyası döneminde Hitlerin her şeyin en büyüğünden yapmak, en görkemlisinden yapmak, en böyle ışıltısından yapmak gibi bir hedefi vardı. SSCB Berlin’e girmeseydi yapacaktı da. Bütün totaliter rejimler ve zihinlerin böyle bir büyük fetişizmi var. Bunlarda bunun çok etkisinin olduğunu düşünüyorum, zira aslında mimarlık denen şey politiktir. Dahası bu aynı zamanda alt sınıflardan üst sınıflara kaynak aktarma yöntemlerinden biri.

‘KAMU HASTANELERİNİN SAĞALTIM ORANI ÖZELLERDEN YÜKSEK’

Örneğin özellikle 224 sayılı Sağlığın Sosyalleştirilmesi Yasasını ortadan kalkmasıyla kaldırılmasıyla birlikte inanılmaz bir piyasalaşma ortaya çıktı. Yani pazardan patates, domates satın alır gibi sağlık satın alıyoruz. Ancak şöyle bir sorun var, para verince en iyisini alıyorsun derler ya bu sağlıkta geçerli değil. En janjanlısını almış olursunuz. Ama şu anda Kamu Hastaneleri her şeye rağmen, birkaç yıl önce yapılan bir araştırmaya dayanarak diyebilirim ki, kamu hastanelerinin sağaltım oranı özellerden yüksek.

Ancak şimdi başka bir hastane modeli var, şehir hastaneleri?

Evet, hibrit bir model ürettiler: Şehir hastanesi. Bir taraftan kamu, ancak öte yandan içinde verilen tüm hizmetler özelleştirilmiş, performans getirilmiş. Böyle sürerse performans esaslı dönüşümün varacağı yer hekimlerin, hemşirelerin de alınıp satılacağı bir sistem olacak.

Bakıyorsunuz binalar var, teknoloji var. Ancak içinde insan yok, o teknolojiyi kullanacak kişiler yok. Uluslararası sağlık tekellerinin baskın olduğu, hekimlerin hemşirelerin gittiği, çalışma koşullarının son derece kötü olduğu bir süreç var. Eğer iktidar seçimi kazanır ve böyle devam ederse hali hazırda gördüğümüz oligopoller yerini tekellere monopollere bırakacak.

SAĞLIĞIN SOSYALLEŞTİRİLMESİ YASASIYLA TÜRKİYE PEK ÇOK SALGINDAN BAŞARIYLA ÇIKTI

Öte yandan hükümet diyor ki “biz sağlığa çağ atlattık”. Geçen gün TBMM Genel Kurulu’nda da söyledim: Sağlığın Sosyalleştirilmesi Yasası Cumhuriyet tarihinin kamucu ilk sağlık yasası. Dört dörtlük müydü? Hayır, eksikleri vardı, ama sağlık evi, sağlık ocağı, devlet hastanesi, üniversite hastanesi hep zincirinin olduğu bir yapı vardı. Böylece doktorun hemşirenin, ta köylere kadar ev ev dolaştığı gebe kontrolü, gebe takibi yaptığı sistem vardı. Bu sistemle trahom hastalığı bitti. Benzer bir durum Nusret Fişek gibi hocalar sayesinde sıtmayla mücadelede yaşandı, Türkiye inanılmaz bir başarı elde etti.

Yeni gelecek olan mutlaka sağlığı kamusal bir hak olarak tarif etmeli, ücretsiz hale getirmeli ana dilde erişilebilir sağlık hizmeti sunmalı biz parti olarak bunu savunuyoruz.

Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version