Yağmur Kaya
Artı Gerçek – Türkiye’de çocuklar ruhsal ve fiziksel açıdan zorlandığı bir süreçte. KidsRights Vakfı’nın yıllık çocuk hakları endeksi 2021 raporunda; çocukların haklarının hangi açılardan ne kadar korunduğuna dair listede, Türkiye 182 ülke arasında 20’nci sırada yer alıyor. Raporda çocuk haklarının en iyi korunduğu ilk 10 ülke İzlanda, İsviçre, Finlandiya, İsveç, Hollanda, Almanya, Slovenya, Fransa, Danimarka ve Tayland olarak sıralanıyor.
Öte yandan İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi verilerine göre, 2021 yılında Türkiye’de en az 62 çocuk çalışırken öldü. İSİG Meclisi’nin konuyla ilgili verileri tuttuğu 2013 yılından bu yana ölen çocuk işçi sayısı ise toplamda en az 556 olarak açıklandı.
‘Her Yer Çocuk’ ekibi üyesi ve ‘El Yazmaları’ sitesinde çocuk hakları üzerine yazılar yazan Hatice Göz ile atölye çalışmalarının amacı ve Türkiye’nin çocuk politikası üzerine konuştuk. Göz, devletin ‘sermayenin çıkarlarını güden politikalar üretmesi’ nedeniyle eğitimden sağlığa, oyun hakkında sanatsal ya da kültürel faaliyetlere kadar çocukların çoğunluğunun haklarına erişemediğini söyledi. Göz “Çünkü onların ihtiyaçlarından önce başka çıkarların geliyor” dedi.
‘AMAÇ TOPLUMDA NESNE OLARAK GÖRÜLEN ÇOCUKLARIN ÖZNELEŞMELERİNİ SAĞLAMAK’
Her Yer Çocuk projesini kurmanızdaki amaç, motivasyon neler oldu?
Temel derdimiz, çocukların nesne olarak görülüp yok sayıldıkları toplumda, onlara mümkün olduğu kadar alan açıp özneleşmelerine, çocukluklarını özgürce yaşayıp potansiyellerini geliştirmelerine katkı sunmak. Bunun yolunu, yöntemini yürüdükçe öğrendik, hâlâ da öğreniyoruz. En çok da çocuklardan! Çocuklar, yetişkinlerin egemen olduğu bir dünyada yaşamaya, çocuk olarak bir süreç geçirmeye çalışıyor. Egemen çocuk algısı ve politikası; çocukların yalnızca eğitilmesi gereken küçük insanlar, edilgen ve cahil alıcılar olduğu yönünde. Bu yalnızca tek tek yetişkinlerin çocuğa bakışıyla, çocuk algısıyla ilgili değil elbette. Kapitalizmden devletlere, aileden çeşitli kurumlara kadar hemen her türlü yapı-sistem, çocukların bu konumundan çıkar elde ediyor. Mesela oyuncak ya da çizgi film gibi devasa piyasa alanları var kapitalizmin. Buradan müthiş çıkarlar elde ediyorlar. Ya da erkek egemen olan aile kurumu, hakim olan çocuk algısı üzerinden kadınları annelik rolü üzerinden daha da eve bağlayabiliyor. Bu örnekler çoğaltılabilir. Ama sonuç itibariyle çocuklar bu yaşamda özne, birey, hak sahibi olan etken varlık olarak görülmüyor.
‘HAKİM İDEOLOJİ NEYSE ONA GÖRE YETİŞTİRİLİYORLAR’
Tam bu algıdan kaynaklı çocuk dendiğinde akıllara yalnızca okul, eğitim geliyor. İdeolojik bir aygıt olarak kullanılan eğitimin asıl hedefi de çocuklar oluyor doğal olarak. Çocuğun eğitim hakkının devamında yer alan nitelikli, bilimsel, yaratıcılığa katkı sunan bir eğitim verilmiyor elbette. Hâkim ideoloji, politika ne ise çocuklar ona göre biçimlendirilmeye çalışılıyor. Burada devreye sınıfsal konumlar ve tercihler de giriyor. Çocuklar, hep ‘gelecek bir nesle’ uyduruluyor, ona göre yetiştiriliyor.
‘EVDE EBEVEYNE YAPIŞIK KÜÇÜKLER, OKULDA HENÜZ YAŞKEN EĞİLECEK AĞAÇ’
Okul ve ev dışında ise çocuklar toplumda yoklar, oralarda da fiziksel olarak varlar yalnızca ama. Evde çocuklar ebeveyne yapışık küçükler iken okulda ‘henüz yaşken eğilecek ağaç’ oluyorlar. Çocukları yalnızca bir istismar, ihmal ya da hak ihlali durumunda “görüyoruz”. Bu da çoğunlukla refleksif ve kısır bir tepki olarak kalıyor. Çocukların yaşadığı sorunlara bütünlüklü bir yerden bakılmıyor. Oysa çocuklar bu toplumun en önemli parçalarından biri ve yaşadıkları her şey politik. Eşit koşullarda doğmuyor, özgürce yaşayamıyor, fikirlerini ifade edemiyor, kararlara dahil olamıyor, oy kullanamıyor ama her türlü krizden, özellikle de ekonomik krizden, savaşlardan, en fazla onlar etkileniyorlar. Biraz uzattım ama, Her Yer Çocuk’un arkasında, çocuklara dair bu algı ve politikanın karşıtını yaratmak fikri ve derdi var. Bunun pratiğini yaratmaya çalışıyoruz. Çocukların, hakları olan bireyler olduğunu biliyor ve ama bunun toplumda da böyle şekillenmesi için yaz aylarında onlarla atölyelerde yan yana geliyoruz. Derdimiz çocukların özneleşmesinin önünü açmak, yaşadıkları evde, mahallede onların da olduğunu yetişkinlere fark ettirmek. Maruz bırakıldıkları hak ihlallerine karşı ses çıkarmak, buna dair dönüştürücü, önleyici işler yapmak. Yetişkinlerin kapladığı alanları çocuklara bırakmak. İçinden geçtiğimiz ve çocukların da bizzat deneyimledikleri her türlü toplumsal soruna dair birlikte konuşmak, onların fikirlerini almak, birlikte neler yapabiliriz diye kafa yormak ve böylece aslında yeni bir dünyanın inşasına -ki o dünyada şimdinin çocukları da olacakları şimdi oldukları gibi- onları şimdiden katmak.
‘GÖNÜLLÜ EKİPLERLE MAHALLERİ GEZİP ATÖLYELER KURDUK’
Şimdiye kadar hangi çalışmaları hayata geçirdiniz? Nerelerde (mahalle, köy v.s.) çalışmalar yürüttünüz?
Geçen yaz itibariyle 6 yılı geride bıraktık. Bu, oldukça fazla il ve mahalle demek aslında ama en genel haliyle toplamda 8 ilde (Adana, İstanbul, Denizli, İzmir, Mersin, Antakya, Ankara ve Kocaeli) ve en az 50 mahallede çalışma yürüttük bu yaz. Ondan önceki yazlar da ortalama böyleydi. Pandemi boyunca parklarda, evlerin bahçelerinde, apartman boşluklarında sürdürdük bu çalışmaları. Hatta Hatay’da gezici Her Yer Çocuk gönüllü ekipleri kuruldu ve o arkadaşlar bir araçla mahalleleri gezip çocuklarla atölyeler yaptılar. Her yıl yaz ayları gelmeden önce, halihazırda bu çalışmayı yürüttüğümüz sorumlu arkadaşlarla birlikte gönüllü ve atölye yürütücüleri için çağrı yapıyoruz. Çoğunlukla da üniversite öğrencileri oluyor gönüllüler. Onlarla ön buluşma ve eğitimler yapıyoruz. ‘Biz çocuklara nasıl bakıyoruz, çocuk algımız ve politikamız nasıl, birlikte neler yapabiliriz?’ vebenzeri konuları üzerine.
Ardından mahallede duyuru çalışmaları başlıyor. Esnaftan muhtara, okul bileşenlerinden çocukların kendilerine kadar hemen herkesi sürece dahil etmeye çalışıyoruz. Çünkü mahalledeki herkes bir anlamda çocuklardan sorumlu. O halde çocuklarla ilgili her şeyde herkes yer alabilir, her yer kullanılabilir. Bu her yer gerçekten her yer çünkü çocuklar aslında her yerde!
Resim, satranç, müzik, felsefe, sanat, spor, edebiyat, toplumsal cinsiyet, ekoloji, hayvan hakları, evrim gibi çok çeşitli atölyeler yapıyoruz: Hepsi çocuğun yararı ve hakları odaklı içeriklendiriliyor. Şimdi artık bu içerikleri de çocuklarla oluşturmaya başlıyoruz, bu bizi ayrıca mutlu ediyor. İçeriklerin yanında her yıl bir de temamız oluyor. Bütün bir yaz boyunca o tema çerçevesinde buluşmalar ve atölyeler de oluyor. Bu yıl temamız mesela ‘barış’tı. Çocuklarla barış üzerine konuştuk, onları dinledik, savaş ve barış algılarını gördük ve elbette sonuçta barışın bir çocuk hakkı olduğu noktasında birleştik. Bu süreçte ayrıca mahalleli yetişkinler, özellikle de ebeveynlerle söyleşiler yapıyoruz. Çocuk hakları, hak ihlalleri, neler yapılabileceği, çocuğu istismardan korurken onu nasıl güçlendirebileceğimiz, güvenli medya kullanımı ya da çocuklarla evde kurulacak barış dili gibi çok çeşitli içerikleri oluyor bu yan yana gelişlerin.
‘DERDİMİZ KALICI MEKANİZMALAR OLUŞTURMAK’
Yani aslında bir mahalleye birden gidip çocuklarla biraz eğlenip çıkmıyoruz. Derdimiz oralarda kalıcı bağlar ve mekanizmalar, kurumlar yaratıp bu işi sürdürülebilir kılmak. Çünkü ancak o zaman hedeflediğimize ulaşabiliriz. Çocukların toplumda birey olarak kabul edilmesi tahmin edersiniz ki söylendiği kadar kolay, yazları bir iki ayda çözülebilecek bir sorun değil. Her Yer Çocuk etkinlikleri buradaki adımlardan biri oluyor yalnızca. Şimdilerde bunu bütün bir yıla yaymak, kalıcılaşmayı sağlamak, çocukların katılımını arttırmak üzerine daha fazla kafa yoruyoruz. Geçen yaz buralarda çok güzel deneyimler biriktirdik. Çocuklar bize çok şey öğrettiler. İyi ki!
Unutmadan, bütün atölyeler bittiğinde çocuk şenlikleri düzenliyoruz. Çocukların saatlerce, güvenle eğlenebildikleri şenlikler oluyor bunlar, öyle olsun diye çabalıyoruz. Şubadap müzik grubundan Moyo Masal’a, oyunlardan pantomime kadar zengin bir içeriği oluyor şenliklerin.
‘HAK İHLALİNİ, İHMALİ HER ÇOCUK YAŞIYOR AMA FARKLI ŞEKİLDE’
Bir yeri, mekan seçiminde önceliklerinizi neye göre belirleniyor? Her yerdeki çocuklar mi yoksa genelde yoksul çocuklarla mı temas kurmayı tercih ediyorsunuz?
Çocuklar işin özünde yalnızca çocuk oldukları için hak ihlaline, ihmal ve istismara maruz bırakılıyor. Bunu bütün çocuklar yaşıyor ama farklı şekillerde. Sınıflı bir toplumda yaşadığımız için ama alt sınıftan ebeveynlerin çocukları, bu eşitsizlikten nasibini daha ağır alıyor. Orta ya da üst sınıftan ebeveynlerin çocukları hak ihlaline uğramıyor, onlar özne kabul ediliyor demek istemiyorum elbette. Ama bunun biçimleri, niceliği çok farklı.
‘İÇİNDE DOĞDUKLARI SINIFIN KOŞULLARINI DENEYİMLİYORLAR’
‘Maddi’ tüm koşullar göz önünde bulundurulduğunda şu çıplak gerçeği görüyoruz: İstismara maruz bırakılan, türlü hak ihlalleri yaşayan, çalışmak zorunda kalan, okula aç giden, kitaba ya da online eğitime erişemeyen, gece mesaisinde çalışırken ölen, sokakta mendil satmak zorunda kalan, çocuk yaşında evlendirilen çocuklar halkın, işçilerin, emekçilerin çocukları. Evet, çocukluk da sınıfsal. Çocuklar da içine doğdukları sınıfın koşullarını deneyimliyorlar. Devlet politikalarının da sermayenin çıkarlarını güden politikalar üretip, orayı öncelediğini düşündüğümüzde; eğitimden sağlığa, oyun hakkında sanatsal ya da kültürel faaliyetlere kadar, çocukların çoğunluğunun haklarına erişemediğini çünkü onların ihtiyaçlarından önce başka çıkarların geldiğini görüyoruz. Eğitim giderek özelleştiriliyor, çoğu ebeveyn için eğitim ‘lüks’ oluyor, sağlık çocuklardan epey uzak, yoksul mahallelerde çocukların oyun alanları neredeyse hiç yok, buralarda çocukların sosyalleşebileceği alanlardan bahsedemiyoruz bile…
Özcesi, evet çoğunlukla yoksul mahallelerde yapıyoruz çalışmaları, bu politik bir tercih. Ama bununla sınırlı tutmuyoruz. Her yerdeki çocuklara ulaşmaya da çalışıyoruz gücümüz oranında. Önceliğimiz işçi, emekçi çocukları ama ufkumuz tüm çocuklarda. İstanbul’da Gazi Mahallesi’nde de yapıyoruz Koşuyolu’nda da, Darıca’da da yapıyoruz Şişli’de de. Mülteci çocuklar da özel gereksinimli çocuklar da geliyor..Biz hepsinin kendi özgünlüğünde var olabileceği, eğlenebileceği bir atmosfer yaratmaya ve bunu sürdürmeye çalışıyoruz. Buralardaki deneyimler de bize çok şey katıyor. Mümkün olduğu kadar o deneyimleri birleştirmeye çalışıyoruz. Bu sınıfsal eşitsizliği görmediğimizde çocuk meselesinin bütün politikliğinden koparıp romantize edildiğini görüyoruz. Haklar tüm çocukların evet, ama hepsi bunlara erişmek noktasında aynı koşullarda doğmuyor. Yoksul mahalledeki bir çocuk “Annemle babam aynı anda evde olsunlar isterdim” derken mesela, buradaki eşitsizliği göz ardı edip genel bir haktan bahsedebilir miyiz? Bizce edemeyiz. Ya da “Çocukların hakları var” dediğimiz ebeveynin iki işte birden çalışmak zorunda olduğunu, çocukla evdeki yaşlıların ilgilendiğini görmezsek bu söylem çok üstten kalmaz mı? Kalır, kalıyor. Biz bunları gören bir yerden yaklaşıyoruz yaptığımız işlere. Belirlediğimiz yerlerden oluşturduğumuz içeriklere kadar her şey böylece şekilleniyor.
‘YETER Kİ YÖNTEM BULUP ALAN AÇMAK İSTEYELİM’
Belirlediğimiz yerlerde de mahallenin nabzının attığı, ortak kültürün şekillendiği mekanları bulmaya çalışıyoruz. Bazen bir yöre derneği oluyor burası bazen bir muhtarlık binası, bazen apartman bahçelerini kullanıyoruz bazen düğün salonlarını. Böylece aslında, orada yaşayan herkes şunu görmüş olsun istiyoruz: Çocuklar her yerde ve aslında koşullar oluşturulduğunda alanları genişleyebilir. Yeter ki bunun yöntemlerini bulalım. Onlara alan açmak isteyelim.
‘HER ŞEYDEN HABERDAR, GÖRÜYOR VE YAŞIYORLAR’
Bu çalışmalarınızdan çocuklara dair gözlemlerinizden bahseder misiniz? Çocuklar mutlu mu mesela. Ya da bir çocuğu mutlu etmenin araçları neler olmalı?
Başlangıçta şunu söyleyebilirim ki çocuklar bizim farkında olmadıklarını düşündüğümüz pek çok şeyden haberdarlar, görüyor ve yaşıyorlar. Savaştan yoksulluğa, patlamalardan seçimlere kadar her şeyi… Bu onları hemen mutsuz, kaygılı yapmıyor elbette ama etkiliyor. Mesela son yıllarda çocuklarda, ekolojik krizden kaynaklı birtakım kaygıların arttığına yönelik araştırmalar var. Geleceksizlik hissi. Bu tabii ergenlik dönemindeki çocuklar için biraz böyle.
‘EBEVENİYLE VAKİT GEÇİREMİYOR, OYNAYAMIYOR’
Yan yana geldiğimiz çocukların nerdeyse hepsinin en çok istediği, şikâyet ettiği şey ebeveyniyle daha fazla zaman geçirmek. İkinci en önemli sorun da oyun alanlarının olmaması. Çocuklar, binaların arasına sıkışmış durumdalar. Oynayacak yerlerinin olmaması onlar için korkunç. Okul bahçeleri -ki onlar da beton ve çok küçük- ve ufacık parklar dışında yerleri yok. Evde yapabilecekleri şeyler ise çok sınırlı. Medya ve teknoloji kullanımını getiriyor bu da. Giderek daha fazla yöneliyorlar çünkü alternatifleri yok bir yandan da.
‘ONUN NORMALİ OLAN OYUN DÖRT DUVAR ARASINDA OLUNCA ‘YARAMAZLIĞA DÖNÜYOR’
Ebeveynler mesela bana en çok “Bizim çocukta hiperaktivite bozukluğu var, hiç yerinde durmuyor” diyorlar. Ben de onlara şunu soruyorum; “Siz çocukken muhtemelen tüm günü dışarda ve asla durmadan oynayarak geçiriyordunuz ama kimse size böyle söylemiyor, psikiyatriye götürmüyordu”. Oysa şimdi çocuklar evde ne kadar oynayabilir ki? Onun normali olan oyun, dört duvar arasında olunca yaramazlığa, hiperaktifliğe dönüveriyor… Halbuki çocuğu oyundan, hareketten ayrı düşünemeyiz. Bunu sorun olarak görmek yerine, somut koşullara bakmamız gerekir diye düşünüyorum.
‘KİM YOK SAYILDIĞI YER DE MUTLU OLABİLİR Kİ?’
Böyle baktığımızda evet, çocuklar mutlu değiller. Kaygılılar, zorlanıyorlar. Anlamaya çalışıyor ama kimse tarafından dinlenmiyorlar. Çocukları mutlu eden temel şeylerden birisi sanıyorum şu: Ciddiye alınmak, sözünün samimiyetle dinlenmesi, varlığının kabul edilmesi, alınacak kararlarda ona da sorulması, cevabının kararda etkili olması… Yani seslerinin işitilmesi, duyulmak. Bu yetişkinler için de böyle değil midir? Kim, yok sayıldığı bir yerde mutlu olabilir ki? Çocuklar her şeye rağmen, iyi ki, taşıdıkları potansiyelin zenginliği dolayısıyla sürekli keşfediyor, araştırıyor, yeni yollar buluyor, sandığımızın aksine pek çok konuyla müthiş şekilde baş ediyorlar.
-Birlikte çalışmalar yürüttüğünüz çocukların ailelerinin yaklaşımı nasıl oluyor?
Yaptığımız yere göre değişiyor bu. Ama çoğunlukla çok olumlu tepkiler alıyoruz. Yıllar önce yan yana geldiğimiz pek çok aile ve çocuk ile görüşmeyi sürdürüyoruz.
‘GİTTİĞİMİZ YER DE KÜTÜPHANE, ÜCRETSİZ KURSLAR YOK’
Çocuğa kendisinin minyatürü olarak da bakan, en başarılı en iyi olsun diye uğraşan çoğu ebeveyn bu çalışmaya “Faydacı” yaklaşabiliyor. Çocuklara matematik çalıştırın gibi önerilerde bulunuyorlar. Oysa biz bunun tersini yapmaya çalışıyoruz: Karşılıklı bir öğrenme öğretme ilişkisi içerisinde, eğlenerek yan yana gelmek. Biz çocukların öğretmeni olmak değil onlara karşı sorumluluklarını bilen, onların potansiyeline katkı sunmaya çalışan yetişkinler olmaya çalışıyoruz. Burada elbette ebeveynleri de anlamak gerekiyor. Şuradan: Bu derin krizler döneminde, ebeveynler de çocukları ‘iyi yerlere gelsin, işi gücü olsun, aç kalmasın’ istiyor. O yüzden çocuğu o kurstan bu sınava koşturup duruyorlar imkanları ölücüsünde. Hal böyle olunca, bizim ücretsiz yaptığımız tüm bu işler onlara farklı ve anlaşılmaz gelebiliyor, en acil ihtiyaçlarını bu yolla çözmek istiyorlar. Çünkü bizim gittiğimiz mahallelerde çocuklar için ücretsiz kurslar, derslerine yardımcı çalışmalar, kütüphaneler vs yok. Ebeveynlere bir yandan da bizim çalışmamızın özünü, farkını anlatmaya çalışıyoruz sürekli. Bunu pratikte göstermeye çalışıyoruz.
Bunlara ek bir de çoğu ebeveynden, çocuklarının bizlerle çok rahat iletişim kurduğunu, bizim yanımızda özgüvenlerinin güçlendiğine dair cümleler duyuyoruz. Sanıyorum burada belirleyici olan şey bizim çocuklarla kurduğumuz göz hizasında, hak temelli ilişki. Yetişkin olduğumuzu biliyor, çocuğun kendini ifade etmesi için onun katılımını sağlayacak yolları yöntemleri düşünüp deniyoruz. Kendini rahat, güvende ve ‘kendi olarak’ gören çocuklar da haliyle çok daha girişken, neşeli, yaratıcı oluyorlar. Ebeveynlerin yaklaşımı nasıl olursa olsun biz hep çocuğu ve onun haklarını merkeze alarak yaklaşıyoruz. Bu her konu ve olayda böyle oluyor.
‘ÇOCUĞA SÜREKLİ YASAK KOYARAK KEŞFETMESİNE MÜSAADE EDİLMİYOR’
Kent yaşamında çocukların oyun oynayabileceği alanlar park, bahçe vs gün geçtikçe azalıyor. Birçoğunun dört duvar arasında dünyayı belki de tv’de görerek büyümesi o çocuğun zihinsel dünyasında ne gibi sorunlar yaratır? Hani hayal dünyası her şeydir diyoruz ya. Dışarı çıkamayan, yaşamını dokunarak, hissederek büyümeyen bir çocuğun duygu dünyası nasıl gelişir?
Yukarıda biraz giriş yaptığım bu soru/sorun maalesef gelecek günlerde daha çok karşımıza çıkacaktır. Ama buraya da iki uçta yaklaşmamak gerekiyor diye düşünüyorum. Bir uç, çocukların bunun içine doğduğu ve biz ne yaparsak yapalım onların bunu öğrenecekleri, deneyimleyecekleri, bizim engel olmamız gerektiği. Bu görüş çocuğu o kocaman medya, teknoloji dünyasında bir başına bırakıyor.
Diğer uç ise tam tersi: Çocuğa tamamen yasak koymak. Sürekli sınırlamak, korkutmak, keşfetmesine müsaade etmemek. Oysa güvenli bir medya kullanımı mümkün, çocuklar için de mümkün. Ki burada biz yetişkinlerin bu sorundan ne kadar azade olduğu konusuna girmiyorum. Ama şunu bilmeliyiz ki teknoloji ve görsel dünya artık hayatımızın çok temel bir parçası, bunu yasaklamak nafile çaba. Ama yetişkin olarak çocukları koruma ve güçlendirme sorumluluğumuz da var. Yani çocuğun yaşına göre ekranda geçirdiği zamanı sınırlamak, olası bir sorunda ne yapabileceğini ona açıklamak bizim sorumluluğumuz. Böyle olduğunda dengeli ve güvenli, geliştirici bir kullanım mümkün olacaktır. Çünkü çok fazla imkân da sunuyor bu çağ bize, çocuklara.
Gelelim gerçek yaşama, duygu dünyasına… Meseleye çocuğun yaşam alanı, imkanları üzerinden bakarsak daha doğru yerlere gidebiliriz: Sanal dünyaya mahkûm kalan çocuklar aynı zamanda dışarda onlara alan kalmadığı için oradalar. Dokunabilecekleri alanlar yok. Paylaşım alanları çok kısıtlı. Zihinsel dünyaları zayıflıyor, duygusal ve sosyal becerileri köreliyor. Bu elbette biz yetişkinler için de geçerli. Ama çocuklarda çok farklı sorunlara yol açabilecek noktalar.
‘ÇOCUĞUN POTANSİYELİNİ GÖZDEN KAÇIRMAK DEMEK’
Ama galiba şunu da söylemeliyim ki burada çocukları dinlemek, onlarla sağlıklı iletişim kurmak, samimi olmak, anlamaya çalışmak, dünyasını küçümsememek çok önemli. “Yeni nesil çok kötü” gibi bir bakış bir kere çocuğun potansiyelini gözden kaçırmak demek, onun aynı zamanda kendini kurma yolunda biri olduğunu da atlamak demek. Bunu yıkmak da mümkün, yeter ki yüzümüzü biraz daha çocuklara dönelim. Gerçek anlamda dönelim ama. Onlarla sohbet edelim. Ne izliyorlar, dinliyorlar bir bakalım, yargılamadan bakalım ama. Üzerine konuşalım…
‘TÜRKİYE ÇOCUKLAR İÇİN BİR CEHENNEM’
Çocuk hakları konusunda Türkiye’nin yaptığı çalışmalardan bahsedebilir misiniz? Bu çalışmalar yeterli düzeyde mi? Çocukların hakları, gelecekleri, eğitim, sağlık hakları için ne gibi politikalar üretiliyor?
Baştan söylemeliyim ki Türkiye çocuklar için bir cehennem… Hem de her anlamda. Çocuk Hakları Sözleşmesi başta olmak üzere çocukları koruyan, özne göreni güçlendiren, haklarını güvence altına alan pek çok sözleşme var, Türkiye de imzacısı ama sonuçlar korkunç. Bunlar neredeyse sadece kağıt üzerinde kalıyor maalesef. Gün geçmiyor ki bir çocuğun istismara uğratıldığını, ihmal edildiğini, çalışırken öldüğünü, evlendirildiğini, çatışma ortamından etkilendiğini, yoksulluk nedeniyle çeşitli hak ihlallerine maruz kaldığını duymayalım. Çocuklarla ilgili ‘olayları’ çoğunlukla bir hak ihlali durumunda görüyoruz. Oysa o bir tek ihlal, milyonlarca çocuğun her gün maruz bırakıldığı ihlallerin içinden tesadüfen öne çıkan bir ihlal. Bu ihlalleri, bazı tekil durumlarda, bir çocuğun yaşadığı ‘özgün durumlar’ olarak değil, kapitalist, erkek egemen ve yetişkinler dünyasının ortasında birbirine bağlı bir yok sayma/ezme/sömürme politikasının sonucu olarak görmemiz gerekiyor. Çocuklar münferit hallerde ihmal ya da istismara uğratılmıyorlar; onlar pek çok farklı egemenliğin çıkarının korunduğu bir sistemde, sadece çocuk oldukları için bunları yaşıyorlar.
‘DERİNLEŞEN YOKSULLUK ÇOCUKLARIN YAŞAMINI ZORLAŞTIRIYOR’
Bir bütün olarak sistemin ve egemenlik ilişkilerinin korunduğu yerlerde, çocuklar türlü biçimlerde görünmezleşiyor, hak ihlaline uğruyor. Bir yandan savaş, şiddet ve çatışma politikaları artarken öbür yanda sansür ve baskı işletiliyor. Derinleşen yoksulluk çocukların yaşamını her koldan zorlaştırıyor. İhmal ve istismarın, hak ihlallerinin önünü açıp bunların yoğunlaşmasına zemin hazırlıyor. Ekonomik krizin, halkın büyük çoğunluğunu kırıp geçirdiği, pahalılık ve zamların günlük yaşamı giderek daha da zorlaştırdığı bir ortamda girdiğimiz kış koşullarında yoksulluğun acısını en çok çocuklar çekiyorlar. Kapitalist sisteme içkin olan ve sistem var olduğu sürece yeniden üretilecek olan yoksulluk, bugünkü krizler ortamında daha da derinleşiyor. Bu da çocuklara işçilik, ihmal, eğitimden kopuş, açlık, gelişim sorunları, sağlık problemleri olarak dönüyor.
Haneye giren gelir azaldıkça çocukların payı da azalıyor. Barınma, ısınma, beslenme, ulaşım gibi temel ihtiyaçlardaki fiyat artışları katlandıkça çocukların evdeki besini, okuldaki ihtiyaçları kısılıyor. Faturayı ödemek zorunda olan bir işçi ailesi, çocuğunun besin ihtiyaçlarından kısarak günü geçirmeye çalışıyor. Kirayı zor ödeyen bir ebeveyn, çocuğunu okula gönderirken çantasına ancak yarım simit koyabiliyor.
‘EN AZ 8 MİLYON ÇOCUK YOKSULLUĞUN PENÇESİNDE’
İki yıl öncesinin rakamlarına göre en az 8 milyon çocuk yoksulluğun pençesinde. Pandemiyi de hesaba kattığımızda bu rakamın en az ikiye katlandığını söyleyebiliriz. En az 2 milyon çocuk okula aç gidiyor. Bütün günü su içerek geçiriyor. Ama ülkenin meclisinde, çocuklara bir öğün ücretsiz yemek teklifi reddediliyor! Yoksulluktan kaynaklı ölümlerde de en çok çocukları kaybediyoruz. Sobadan çıkan yangınlar en çok çocukları öldürüyor. Haneye giren gelir azalıp yoksulluk arttıkça çocuk işçilik artıyor. Türkiye’de resmi rakamlara göre 800 bin olan çocuk işçiliğin bunun kat kat fazlası olduğunu biliyoruz. En az 3 milyon çocuk sermayenin çarklarına hapsolmuş durumda. Yıllar öncesinde yaz ayları ile sınırlı kalan kimi çalışma biçimleri artık çocuklar için tek seçenek. Çıraklık, meslek okulu (MESEM) adı altında, bizzat MEB’in içinde olduğu biçimde, çocuklar ömür boyu sürecek işçiliğe sürükleniyor. 14-15 yaşlarında çocuklar meslek okullarında sermayeye ucuz emek gücü olarak pazarlanıyor, zincir marketlerde çalışan olmaları noktasında anlaşmalar yapılıyor.
Halkın değil sermayenin çıkarları gözetilerek atılan ekonomik adımlar krizi ve yoksulluğu derinleştirdiğinde yine halkın, işçinin, emekçinin çocuğunun işçileştiğini görüyoruz. Halkın vergileri ile oluşturulan bütçe, savaş ve seçim politikalarına, sermaye ve şirketlere harcanıyor. Sermayeye bonkör halka cimri bir ekonomi politikası ve bütçe dağılımı uygulanıyor. İşçi sınıfı, emekçiler ve halkın tamamı ağır vergiler, yüksek fiyatlar altında ezilirken büyük sermaye gruplarının milyon dolarlık vergi borçları bir kalemde siliniyor.
‘ÜLKENİN PEK ÇOK YERİNDE ÇOCUKLAR AŞI OLAMIYOR’
Bütçe dağıtılırken halkın, işçi sınıfının net çıkarları düşünülmediği gibi; eğitim, sağlık gibi temel ihtiyaçlara yönelik harcamalar da giderek kısılıyor. Özel okullara teşvik yağıyor ama devlet okullarında çocuklar açlıktan baş ağrısı çekiyor. Ya da ülkenin pek çok ilinde aşı takvimindeki aşıları olamıyor çocuklar, çünkü aşı gelmiyor. Benzer bir durum istismar içinde geçerli maalesef. Son bir yılda en az 7 bin kız çocuğu 15 yaşında- doğum yaptı bu ülkede… Çocuk istismarı dosyalarıyla dolu adliyeler, çoğu da cezasız kalıyor. Çocukların cinsel istismarı karşısında suçun faili yetişkinler neredeyse her seferinde para cezası ile kurtuluyorlar. Çocuk yaşta evlilikler katlanarak artıyor. Ya da Kürt illerindeki savaş ve çatışmalarda çocuklar ölüyor, sakat kalıyor, ruhsal olarak yaralanıyor. Her yıl en az iki çocuk zırhlı araç çarpması ya da mayınlar nedeniyle hayatını kaybediyor. Türkiye, Çocuk Hakları Sözleşmesi’ndeki (ÇHS) neredeyse hiçbir maddeyi uygulamıyor hatta tersine bir ‘çocuk düşmanı’ rejim inşa ediyor. Bu, diğer sözleşmeler için de geçerli. Oysa, Türkiye’nin çekince koyduğu -anadili, kendi kültür ve inancını yaşama özgürlüğünü içeren- maddeler de dahil olmak üzere çocukların tüm hakları derhal hayata geçirilip korunmalı.
ÇHS dünyada en fazla ülkenin imzaladığı sözleşme ama bu demek değil ki dünya çocukları haklarına erişebiliyor. Gelişmiş Avrupa ülkeleri ve birkaç ülke dışında dünyanın çoğunluğunda çocuklar çok kötü koşullarda yaşıyor. Ayırdığımız diğer ülkelerde sorunlar, hak ihlalleri olmuyor demiyorum elbette ama en azından her türlü maddi koşula ulaşmak noktasında buralar daha gelişkin.
160 MİLYONDAN FAZLA ÇOCUK ÇALIŞIYOR
Çocuk işçiliği mesela… Dünya genelinde çalışmak zorunda kalan en az 160 milyon çocuk var! Bu çok ciddi bir rakam. Savaşlardan kaynaklı gözlerde yine en çok çocuklar eziliyor, hak ihlaline uğruyorlar. Bu örnekler saymakla bitecek gibi değil…Temelde ama dünyadaki hakim çocuk algısı ve politikası çarpık ve tutarsız, çocuğun üzerinden çıkar güden bir bakış. Sermaye, kriz dönemlerinde daha ucuz emek gücüne yöneliyor, bunun başında da çocuklar geliyor. Devletler, hükümetler kendi rejimlerini çocuklar üzerinden kurmaya çalışıyor, yeni nesli kendi çerçevelerinde şekillendiriyorlar. Herkes çocukların bu konumundan bir şekilde çıkar elde ediyor yani… Bizler çocukların özneleşmesinin önünü açmadığımız, onlara alan açmadığımız, sözleşmeleri uygulatıp güvenceye aldıramadığımız sürece ve çocukların da parçası olduğu toplumun pratik adımlarını şimdiden atmadığımız ölçüde bu böyle sürecektir.
‘DEVLET POLİTİKASI ÇOCUĞUN YÜKSEK YARARINI GÖZETEN BİR PERSPEKTİFTE DEĞİL’
Her Yer Çocuk, bütün bunların ucundan tutuyor ve şimdinin çocuklarıyla, onlar için var. Devlet politikası çocuğun yüksek yararını gözeten bir perspektifte değil. Ülkenin bakanı, kimsesiz çocuklarla poz verip paylaşabildi mesela yakın zamanda! Çocuklar ancak ve ancak birlikte fotoğraf çektirip, oyuncak verip güldürmek için nesne! Egemen siyaset anlayışının da nesnesi. Kurumlarda, hem de hiçbirinde çocukların yüksek yararı öncelenmiyor. Ailesiyle güvende olmayan çocuk devletin kurumunda ne kadar güvende, mutlu, özgür? Bilmiyoruz. Bunlara dair şeffaf veriler de yok elimizde. Ama çok fazla ihmal ve istismar haberi ile karşılaştığımızı biliyoruz. Burada da çocuklara hiçbir şey sorulmuyor ayrıca. O ne istiyor kimse bilmiyor. Onun adına yetişkinler karar veriyor.
‘TABLO İÇ AÇICI DEĞİL!’
-Yani cocuklar adına genel tablo iç açıcı mı? Yaşama, gelişme ve katılım hakları önündeki engeller nelerdir?
Tablo iç açıcı değil. Özellikle de içinden geçtiğimiz karanlık ama çıkış olasılıklarıda barındıran dönemde daha da zorlaşıyor süreç. Çocuklar için de böyle bu. Bütün bu hakların önündeki temel engel yerleşik çocuk algısı ve bunun kurumsal halleri. Bunların köklü değişimleri olmadığı taktirde çocukların toplumda birey olarak görülmesinden, gerçek katılımlarından bahsetmek çok güç. Ama bu değişimler olana kadar da yapabileceklerimiz var. Çocuklar da bizler gibi her şeyi içinden geçerek öğreniyorlar. Demokrasiyi de barışı da, özgürlüğü de eşitliği de… O halde şimdiden, başka bir dünya mümkün derdinin etrafındaki çemberde yerlerini alabilirler. Kendilerine, isteklerine uygun şekilde olur bu, ama olur. Aksi halde, çocukların olmadığı, katılmadıkları bir yerde gerçek bir demokrasiden bahsedemeyiz.
‘ÇOCUKLARIN ACİL İHTİYAÇLARI İÇİN ÇABALIYORUZ’
Biz bütün bu engellerle şimdi mücadele edip çocukların başta acil ihtiyaçları -bir öğün okul yemeği, çocuk odaklı bütçe gibi- olmak üzer tüm haklarının hayata geçmesine çabalıyoruz. Bunu da bizzat çocuklarla yapıyoruz. Şimdinin çocuklarının sorunlarını şimdinin içinde, hayatın içinden çözecek yollar deniyoruz. Yan yana geldiğimiz her çocukla bu süreç zenginleşiyor. Ve her seferinde tekrar görüyoruz: Çocuklarla hayat çok daha renkli, canlı, yaratıcı ve gerçek!
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***