Artı Gerçek – New Left Review dergisinin internet sitesinde yayımlanan ‘Osmanlı’nın Dirilişi mi‘ başlıklı makalesinde yeni – yeniden Osmanlıcı emperyal söylem ve hamlelerin Ukrayna savaşıyla canlanır gibi olduğuna işaret eden sosyolog Cihan Tuğal ile makalesi ve Türkiye’ye dair konuştuk.
Söyleşinin dün yayınlanan “Batı hakimiyeti Erdoğancılığın kurmaya çalıştığı hakimiyetten farklı değil” başlıklı bölümünde Tuğal, AKP’nin sınırların dışına taşmasının arkasında yatan yapısal duruma dair tespitlerde bulunmuştu. Tuğal, “AKP bugün Batı Akdeniz’e kadar asker gönderebiliyorsa, Rojava’yı büyük bir rahatlıkla bombalayabiliyorsa, bu hem ABD’nin on yıllarca mükemmelleştirdiği bir askeri aygıta sahip olmasından, hem de Batı’nın birçok şeye hala göz yummasından… İçeride halledilemeyen sorunların, emperyalizm aracılığıyla çözülmesi gerekiyor. AKP’nin kendini Türkiye sınırlarının dışında bulmasının arkasında yatan sebeplerden biri de bu zaten: Türk-İslam kültüründen çok, sermayenin çıkarları gerektiriyor bu taşkınlığı…” tespitlerinde bulunmuştu.
“Yükselen İslami sermayenin daha saldırgan, eskisine göre daha kibirli ideolojisi haline geldi Osmanlıcılık” diyen Cihan Tuğal ile söyleşinin ikinci kısmı şöyle:
‘BU ÜLKELER AKP MODELİNİ ZATEN HAYATA GEÇİREMEZDİ’
Makalenizde Osmanlıcı rüyaların 2010 itibarıyla kendini dayatan ekonomik krizle, ardından Arap Baharı’yla suya düştüğünü belirtiyorsunuz. Bu, sadece Osmanlıcılığın değil, 2016’da yayımlanan ikinci kitabınızın adıyla, Türk Modelinin Çöküşü. Aynı zamanda İslami liberalizmin de… Düzenle bütünleşme son mu buluyor bu durumda?
2007-2008 dünya finansal krizi yüzünden, bu hülyanın görece diplomatik, “yumuşak güç” yorumunun yapısal koşulları ortadan kalktı. Davutoğlu’nun önderliğini yaptığı bu yorum, sermayenin ve Türkçü kurumların (Gülen okullarının mesela) barışçıl yayılışı üzerine kuruluydu. Arap Baharı ilk başta yanlış okundu. AKP’liler zannetti ki, ayaklanan kitleler AKP benzeri partileri iktidara getirecek. Türk Modelinin Çöküşü kitabımda bunun neden imkansız olduğunu anlattım.
Birincisi, AKP’nin ekonomi modeli sıcak para akışına dayanıyordu ve bu akış giderek daha çok kesintiye uğrayacaktı. İkincisi, ülke ülke baktığımızda görüyoruz ki, bu ülkeler – hem dünya kapitalizminin de durdukları yer, hem de İslamcı hareketlerinin özgül gelişimi dolayısıyla – AKP modelini (küresel ekonominin 2007 öncesindeki gibi kaldığı bir durumda bile) zaten hayata geçiremezdi. Bunları özellikle Mısır ve Tunus üzerinden anlattım kitapta. Diğer mıntıkalar için de aynı argüman genel hatlarıyla geçerli ama ayrıntılar her ülkede farklı.
Ancak “yumuşak güç” hülyalarının son bulması, Osmanlıcılığın bittiği anlamına gelmiyor. Çöken, sizin de ifade ettiğiniz gibi, İslami liberal-muhafazakarlık. Ve de Türkiye’nin Batı tarafından tüm İslam dünyasına örnek ülke olarak gösterilmesi. “Türk modeli” buydu. Bunun çökmesi, artık kimsenin Türkiye’yi örnek almayacağı anlamına da gelmez.
‘OSMANLICILIK ŞİMDİ YENİ BİR ŞEKİL ALIYOR’
Milli Görüş’ten Davutoğlu’na bir sabit olan Osmanlıcılık, şimdi yeni bir şekil alıyor. Ne Üçüncü Dünyacı artık, ne de “neoliberal,” bunların ciddi izlerini taşısa da. Geçerken vurgulayalım: Üçüncü Dünyacı temalar, sadece tozlu raflardan indirilip tekrar tekrar servis edilmiyor. İslamcı entelektüeller, bugünün anti-emperyalist kuramcılarını da yakından takip ediyor ve kendi emperyalizmlerine hizmet edecek şekilde seçici bir okumaya tabi tutuyor. Bugünkü ana moment emperyalist bir devlet kapitalizmi hevesi. Yer yer Nazizmi, yer yer Çin kapitalizmini andırıyor ama, bunlara da indirgenemez. Henüz tam tutarlılığa kavuşmamış bir arayış. Kavuşabileceğinden de şüpheliyim.
‘NEOLİBERALİZM KRİZDE AMA YERİNE NEYİN GEÇECEĞİ BELİRSİZ’
Düzenle bütünleşme son bulmuyor ama krizde olduğu kesin. Bunda AKP’nin yönsüzlüğü kadar artık “düzen”in ne olduğunun eskisi kadar belli olmamasının da etkisi var. “Düzen”in parametlerini, 1) Neoliberal emperyalizm, 2) Türkiye’nin dünya dengelerinde durduğu yer, ve 3) bunların yerel-ulusal faktörlerle nasıl kesiştiği belirliyordu. 2007’den beri neoliberalizm krizde ama yerine neyin geçeceği belirsiz. Devlet kapitalizminin bir sürü aracına başvuran hükümetler var. Fakat bunların başında gelen Çin bile, neoliberal dünya ekonomisinin bir parçası. Ekonomi bu halde. Liberal emperyalizmin durumu da daha parlak değil. Amerika düşüyor, yerine Avrupa veya başka bir liberal güç yerleşemiyor. Rusya ve Çin bazen ekonomik, bazen askeri olarak mevzi kazanıyor olsalar da, dünyaya liderlik edebilecek siyasi ve kültürel bir modelleri olduğu söylenemez.
Yani eski düzen çürüyor. Yeni bir düzenin oluşması ise zaman alacak. Hatta yeni bir kapitalist ve/ya modern dünya düzeni olmayacağını, feodalizme döndüğümüzü söyleyenler de var. Tam da bu belirsizliklerle dolu konjonktürden ötürü, “kadim medeniyet” iddiaları dünyanın her yerinde yayılıyor. Osmanlıcılığın Türkiye’de yeni bir hayat bulması da bundan. Osmanlı sevdasını Türk-İslam kültürüne ya da Erdoğan’ın kişiliğine indirgeyen tahlillerin ne kadar boş olduğu, buradan baktığımızda daha bir netlik kazanıyor. Başka bir deyişle, düzenle bütünleşmenin çıkmaza girmesi sadece İslamcıların ya da Türkiye’nin değil, dünya düzeninin krizi.
‘ALTILI MASA İKTİDARA GELSE KADİM BEY KASABANIN KİLİT İSMİ OLARAK KALMAYA DEVAM EDECEK’
Bütünleşme sürecini deneyimleyen ve “kazananlar” arasına katılanlar, bunun ilmini- yolunu bulanlar, Evrensel gazetesinde bu yaz verdiğiniz adla Kadim Bey haline geliyor. Kimdir bu Kadim Bey ve hala kazanıyor mu?
Kadim Bey bu yaz Türkiye’nin bir sahil kasabasında tanıştığım, köylü-işçi kökenli bir mini-müteahhit. Pasif Devrim kitabında incelediğim kazanlardan biraz farklı: Basitçe “AKP zengini” diyebileceğimiz biri değil. Çocukluğu boyunca inşaatlarda çalışmış. Gençlik döneminde yavaş yavaş ustalaşmış, yanında birilerini çalıştırmaya başlamış. Tarikat ve parti bağları var ama Milli Görüş geleneğinden değil. Partisi de her zaman “Reis”in partisi olmamış. Üstelik laiklerin hali vakti yerinde kesimleriyle de arası, muhabbeti iyi. Ve iyi okuyor onları. Tüm bu özelliklerinden dolayı birçok çevre tarafından tutuluyor ve farklı kesimlere iş yapıyor.
AKP yılları iyice önünü açmış Kadim Bey’in. Ustalığı bırakmadan ticarete yönelmiş. Bir yandan inşaatlarda ciddi paralar getiren işler almaya devam ediyor. Öte yandan inşaat malzemeleri alıp satıyor. Sıkı bir hükümet taraftarı. Ama neredeyse kimse onu anarken “bizden değil” demiyor. Altılı Masa iktidara gelirse, Kadim Bey yine kasabanın kilit ismi olarak kalmaya devam edecek büyük bir ihtimalle.
Ama hikayenin bir de yapısal tarafı var. Kadim Bey, “Dünya Bankası kapitalizmi”nden devlet kapitalizmine geçişte hala kazanan olarak kalabilir de, kalmayabilir de. AKP neoliberal politika paketlerini genişletirken, en çok Kemal Derviş’in çizdiği sosyal çerçeveden yararlandı. Bu da Derviş’in kendisinin bulduğu bir yol değil, anaakım ekonomistlerin sosyal adaletçi kanadının uzun zamandır geliştirmekte olduğu bir çerçeveydi. AKPli yıllarda hem sosyal devlet uygulamaları, hem de bol kredi sayesinde, düz ve şiddetli yoksulluğun beli kırıldı. Hem tüketmeye, hem borç kamçısıyla çalışmaya hazır geniş kesimler yaratıldı. Fakat eşitsizlikler, hakimiyet ilişkileri ve üretim kapasitesi ve yeteneğinde köklü dönüşümler yaşanmadı. Üstelik Türkiye’de hızla artan tüketim kapasitesinin arkasında, dünya çapındaki nakit akışı, dolayısıyla da borç ve kredi vardı. 2007’de pimi çekilen bu model, 2013’ten itibaren hızlı bir düşüşe geçti. Hala bu modelin (gayet yapay) uzatmalarını yaşıyoruz.
Ancak, daha bu model krize girmeden önce, TOKİ ve bazı büyük altyapı projelerinde de görüldüğü gibi, AKP devlet kapitalisti uygulamalara da başvuruyordu. 2010lar’da bu uygulamalar daha da serpilip gelişti. Bunlar bir taraftan neoliberalizmle çelişmiyor gibi görünüyor. Hatta piyasa ekonomisini besleyebilirler bile. Kadim Bey gibiler bunlarda taşeron olarak çalışabilir mesela. Fakat AKP içindeki bazı çevreler bu projeleri giderek daha fazla Çin-vari bir yere doğru ittirme isteği dile getiriyorlar. Bu irade galebe çalarsa, birkaç çok büyük (ve partinin en üst kademeleriyle bağlantılı) zengin dışında bu dönüşümden çok faydalanan burjuva olmaz. Burjuvazi bağımsızlığını iyice kaybeder. Kadim Bey’in dayandığı küçük ve orta çaplı projelerin de toplumda eski merkeziliği kalmaz. Elbette Kadim Bey buradan sefilleşerek çıkmayabilir ama, süreçlerdeki merkezi konumunu kesinlikle kaybeder.
Yine de, yukarıda da belirttiğim gibi, AKP’nin bu kadar keskin bir devlet kapitalizmine yelken açabileceği şüpheli.
‘ALTILI MASA’NIN TEMEL HESABI KADİM BEY’İN PARTİSİ OLMAK’
Osmanlı’nın Dirilişi mi makalenizde alternatif bir politika geliştiremeyen muhalefet güçleri için “AKP’nin liberal demokrasi, serbest piyasa ve Batı’yla ABD’ye iman eden ilk yıllarını yeniden canlandırmaktan öteye geçemiyor. 2002’den bu yana dünyanın ne kadar değiştiği göz önüne alındığında, bunun 2020’lere uygun bir yönetim vizyonu oluşturup oluşturamayacağı şüpheli” diyorsunuz. O halde 2023?
Şu anda Altılı Masa’nın temel hesabı, artık sürdürülebilirliği olmayan “eski AKP” modelini tekrar yürürlüğe koymak. Yani Kadim Bey’in partisi olmak. Ancak artık ne o güzel, sıcacık para Türkiye’ye akıyor, ne de ABD ve AB eskisi kadar liberal ve Türkiye’yi bağrına basmaya hevesli. Göçmen ve yabancı düşmanlığı bu ülkelerin gittikçe şiddetlenen bir damarı. Liberal ve ilerici kesimler buna direnmeye çalışsa da, merkez sürekli aşırı sağa taviz vermek zorunda kalıyor. Liberallerin de çok tutarlı olduğu söylenemez zaten. Biden ve benzeri siyasetçilerin, Suudi Arabistan ve Mısır’la ilişkilerini görüyorsunuz. Bu durumdaki ülkelerin “gül gibi” bir Türkiye’ye bile, 2000ler’de açtıkları krediyi açmalarını beklemek ya saflıktan ya da aşırı çaresizlikten kaynaklanıyor. Evet, Altılı Masa iktidara gelirse geçici bir bahar yaşanacaktır Batı ülkeleriyle. Ama bunun uzun vadede Türkiye’yi değiştirme potansiyeli yok.
Türkiye’nin artık, liberal emperyalizm kapasitesi bir hayli azalmış “egemen Batı”ya yaranmak yerine, ilk başta kendi bölgesine, kendi içine, ve Batı kadar diğer coğrafyaların da radikal hareketlerine bakması gerekir. Bölgeye ve “içeri”ye bakmanın birçok boyutu var ama iş kesinlikle Kürt meselesinden başlıyor. Osmanlı’nın son dönemlerinden Atatürk yıllarına, oradan 12 Eylül’e ve 1993-1995 harbine değişmeyen, Kürtlerin ya yok sayılması ya özerkliklerinin ihlal edilmesi. AKP bu geleneğin devamı ve bu yanıyla da “düzenle bütünleşme” bitmiş değil.
Türkiye tarihindeki parantezleri de anmak lazım: Ecevit CHP’si’nin, Özal’ın, SHP’nin, arkasından AKP’nin Kürtlere göz kırptığı dönemler var. 1970ler’in unutulan ya da unutturulan yanlarından biri, yakınlaşmaların yüksek yüksek koltuklardan “göz kırpma”ların ötesine gidip, anti-emperyalist ve anti-faşist kitle hareketlerinin yönelimi haline gelmeye başlaması. Kürt hareketleriyle anti-emperyalist hareketlerin harmanlanarak büyümesinin önü kesildi o yıllarda, ve bugün hâlâ bunun bedelini ödüyoruz. 2000ler’in Kürt açılımının aksine, Batı emperyalizmine dirençle Kürt hareketlerini eklemlemeyen bir muhalefetin bir anlamı ya da sürdürülebilirliği olabilir mi? Buna “muhalefet” denir mi? Ancak bunu yapmaya çalışan bir muhalefetin de “terörist” yaftasından nasıl kurtulacağının pratik bir cevabı yok henüz.
Bir o kadar büyük bir soru da, serbest piyasacılık ve devlet kapitalizmi dışında nasıl bir ekonomik yol izlenebileceği. Bunun toplumsal koşullarının olup olmadığı. Bu iki yol dışında birçok hat hayal edilebilir ama hangi sınıflar bunu sırtlayacak? Alternatif bir programı kucaklayacak toplumsal hareketlerin doğup doğmayacağını bilmiyoruz. Hem sokağı sarsan, hem de stratejik şekilde örgütlenen işçi, köylü, beyaz yakalı hareketleri olmadıkça, herhangi bir alternatif programın da uygulanabilme şansı olmaz. Ama bu durum belirsizliğini korurken, siyasiler en azından üçüncü yolun nasıl net bir alternatif olacağını somutluğa kavuşturmaya başlayabilirler. Pratikte uygulanabilecek bir programın tam anlamıyla kamuya mâl olması için ise, sınıfsal güç odaklarının oluşması kadar, bunların ulusal ve bölgesel demokratikleşme projeleriyle iç içe geçmesi de zorunlu. 2023 bunları tartışmaya başlamak için bir fırsat olabilir.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***