YORUM | MAHMUT AKPINAR
“Yûsuf’un suçsuzluğunu ortaya koyan delilleri gördükten sonra yine de mutlaka onu bir süre zindana atmayı uygun buldular” (Yusuf: 35). Bu ayeti önceden de biliyorduk ama Hakan Şükür’ü TV 5’e konuk alan M. Ali Kayacı’nın program sonundaki yorumu günümüze ışık tuttu. Kayacı, ayeti AKP uygulamaları üzerinden yorumladı: “iktidar insanların suçsuz olduklarını bilerek hapse atıyor, zira halk hapse atılanın suçlu olduğunu düşünüyor” dedi.
15 Temmuz’un üzerinden neredeyse 7 sene geçti. Anayasa Mahkemesi’nden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar pek çok adli makam milyonlarca insanın suçlandığı “bankaya para yatırmak, okula evladını göndermek, sendikaya üye olmak, burs vermek, gazete abonesi olmak” gibi iktidarın “terör suçu” dediği konuların suç oluşturmadığını ifade etti. Geçen hafta Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi öğretmen Mukadder Alakuş’un başvurusu sonucu AKP yargısının Cemaate yönelik suçlamalarını çöp eden bir karar verdi. Komite, gözaltına alma ve tutuklamaların keyfi olduğuna, hukukun evrensel ilkelerinin ihlal edildiğine hükmetti.
Muhalefetinden iktidarına, yargısından medyasına herkes bu insanların siyasi sebeplerle ve altı boş gerekçelerle tutuklanıp hapse atıldığını biliyor. Ama iktidar Hz. Yusuf’a yapılan muameledeki gibi delil olmadığı halde hapse atmayı ve kamuoyu nezdinde karalamayı tercih ediyor. Aydınlar, medya muhalefet ise hakikati bildiği halde suskun kalıp yer yer destek oluyor. AKP başı sıkıştıkça, gündem değiştirmeye ihtiyaç duydukça kimsenin savunmadığı bu insanlara operasyon yapıyor. Çünkü kolay hedefler, çünkü iktidara fatura, maliyet çıkarmıyor.
Hukuksuzluk, zülüm, baskı, çökme yaygınlaşıp zaman uzadıkça insanlar ümidini yitiriyor, adalet için mücadele iradesini kaybediyor. Hakkını almayı bir kenara bırakıp zulmün durmasına razı hale geliyor. Gasp edilen haklarını geri kazanmaktan çok, maruz bırakıldığı bunaltıcı ortamdan kurtulmayı umut ediyor. “Yeni mazlumlar üretilmesin yeter!” noktasına geliyor. Çok iyi biliyorum ki mağdur aileleri sadece adalet, hukuk istiyor. Ama Erdoğan rejimi zulmü azaltma, baskıyı hafifletme mukabili mazlumların biat etmesini istiyor. Biat gelmedikçe zulme devam ediyor.
Zulmü artırarak ikna yöntemi bütün zalimlerin, diktatörlerin stratejisidir. Zulmü, şiddeti, baskıyı artırarak insanlara diz çöktürmek isterler. Bunun için de her defasında daha büyük baskı, daha büyük adaletsizlik uygularlar. Küçük hakları için tepki verenler; kitleler halinde hapislere doldurulduğunda, şiddetin dozajı arttığında korkuyor ve daha az hukuka, adalete rıza gösterebiliyor. Yeni doğum yapmış bir anneyi bebeğiyle hapse attığınızda kocası onların bırakılıp kendisinin alınmasına razı olabiliyor. Hasta babası rehin alınıp hapse atılan, şantaja maruz kalan onurlu kişiler “benim yüzümden başkası çekmesin!” deyip hapse girmeye rıza gösterebiliyor. Hakan Şükür bu şantaja boyun eğmedi ama benim bir yakınım kırkı çıkmamış bebeğiyle hapse atılan eşini kurtarmak için hapse girdi ve kerhen de olsa buna memnun oldu. “Suç”u bir kurumda öğretmen olmak, eşinin “suç”u ise sendika üyeliğiydi.
Ayağının kesilme durumu olan birisi batan kıymığı önemsemez. Ölümle muhatap birisi de ayağının kesilmesine ikna olabilir. Tarihteki bütün zalimler zulmü artırarak halka hükmetmeyi tercih etmişlerdir. Erdoğan’ın uyguladığı aslında Firavun’un stratejisidir. Kendisini mutlak itaat edilecek “Tanrı”, insanları “kulları” gören Firavun meydana iki insan çıkartıyor. Birisini öldürtüyor, diğerini bırakıyor. Böylece “bakın yaşatan da benim, öldüren de” mesajı ile birlikte topluma gözdağı veriyor. Aynı strateji gereği Erdoğan kamu imkanlarıyla bazı kişileri/kesimleri ihya ederken, kendisine biat etmeyenleri hapse attırıyor, sürüyor, malına çöküyor. Bunu da herkesin gözüne sokarak yapıyor zira aynen firavunlar gibi halka mesaj vermek istiyor.
Son yıllarda Erdoğan’ın bu stratejiyi nasıl uyguladığını herkes gördü. Devletin kaynaklarıyla bazı kesimleri paraya, makama, mala, zenginliğe, güce boğarken, siyaseten muhalif gördüğü kesimleri/kişileri hapislere doldurdu, aleme ibret cezalandırdı. Temenna duranlara özgürlüğünü, servetini, makamını iade ederek “asıl güç sahibi” olduğunu herkese göstermeye çalıştı. Erdoğan’ın bu şeytani stratejisine maalesef çokları teslim oldu. Bahçeli aleyhinde konuşuyor, “Hırsızdan Cumhurbaşkanı olmaz!” diyordu. Anlaştı, eski söylemlerin hepsini yuttu, iktidara ortak oldu. Süleyman Soylu en ağır hakaretleri sıralıyor, “Erdoğan ile mücadele etmezsem namerdim” diyordu. Anlaştı, bakan oldu, Erdoğan’ın Haccacı Zalim’i olarak insanlara kan kusturuyor. Numan Kurtulmuş Erdoğan’a “Harun gibi geldi Karun oldu” diyordu, Erdoğan’a vezir oldu. Perinçekgiller hapisteyken anlaştılar. Hapisten çıkmakla kalmadı, Erdoğan’ın akıl hocası, stratejik ortağı haline geldiler.
Dini gruplar ve cemaatler Erdoğan’ın gazabından korkup mükafatına tav oldular. Hakkı, hakikati söylemek yerine Firavun’dan ödül almayı, nimetlerden yararlanmayı tercih ettiler. Yapılan ilkesizliklerden, İslam’a aykırı uygulamalardan ve bunların meşrulaştırılmasından dolayı gençliğin deizme, ateizme savrulmasına en büyük katkıyı Diyanet ve cemaatler verdiler. Ama bunu çok da dert etmiyorlar. Onlar iktidardan aldıkları rüşvetin, imkanların, makamların peşindeler. Tarikat ve cemaatler siyasal İslamcılara mesafeliydiler. Erdoğan, Milli Görüş’e tepkili cemaatleri bile sopa veya havuçla yanına çekmeyi başardı. Yozlaşma, yolsuzluk, rüşvet, illegal işler ayyuka çıkmasına rağmen Erdoğan’ın peşinden ayrılamıyorlar. Bunu tabanlarına “İslami kaygıyla” izah ediyorlar.
Yaşadığı çok ağır ve yaygın zulme, götürülen tekliflere rağmen Hizmet Hareketi anlaşmaya yanaşmadı. İnsanlar af değil, adalet ve hukuk istiyor. Ama zulüm o kadar perişan etti ki “lanet olsun, isterse adına af desin, isterse siyasi pirim toplasın, yeter ki mazlumlar kurtulsun, mahkumiyetler bitsin!” diyor artık insanlar. Erdoğan benzer stratejiyi HDP’ye ve Kürtlere de uyguluyor. Kendisine biat edip anlaşmaya varmadıkça baskıyı, şiddeti, zulmü artırıyor.
Erdoğan bu stratejiyi 2015 Haziran seçimlerinden sonra tüm Türkiye’ye başarıyla uyguladı. Önce “verin 400’ü bu iş huzur içinde çözülsün” diyerek halkı tehdit etti. Halk haziranda istediğini vermeyince şiddeti, baskıyı, güvensizliği artırdı. Kaos, iç çatışma, kan gösterip toplumu Tek Adam Rejimine ikna etti. Halk da bu şantaja boyun eğdi ve 6 ay sonra Erdoğan’a tekrar rıza gösterdi.
HDP ve İYİ Parti’den birini yanına alamazsa Erdoğan’ın bu şartlarda seçimi alma imkanı yok. Demirtaş ve Akşener teklifi kabul etmediklerini ilan ettiler. Anlaşılan o ki Erdoğan yine halkı en kötüyle korkutup kendisine mecbur etmek isteyecek.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***