Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Uzun bir günün kısa güncesi

Uzun bir günün kısa güncesi


YORUM | YUSUF ÜNAL

Gün güzel başlamıştı. Tüm güzel günlerdeki gibi yataktan çıkıp işe gidesim gelmemişti ancak hanım çocuklara kahvaltılarını yaptırıp onları okula gönderince sıra bana gelmişti. Mutfaktan gelen üçüncü seslenişle kalkmaya mecbur kaldım. O benim azık çıkınını hazırlarken ben sofraya oturdum. Kızarmış ekmek, kaşarlı yumurta, zeytin, peynir. Çayımı içerken gözüm penceredeki ışıl ışıl aydınlıktaydı. 

Kapıdan çıktığımda o bilindik güz serinliği yokladı tenimi. Çimlerde ürkekçe gezinen iki sincap alelacele ağaca tırmandı. Yerlerde dünden yağan yağmurun ıslaklığı vardı. Ihlamur ağaçlarının sararmış yaprakları ayaklarımın altına serildi. Seyrek dallar arasında iri bir portakal gibi asılıydı güneş. Pamuk beyazı bulutlar el ele kol kola vermiş mavi gökte geziniyordu.  

Aklıma Orhan Veli geldi: 

“Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada âşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum… “

Ben de eve dönüp bugün işi eksem mi diye aklımdan geçirdim. Az ileride yola çıkmış beni bekleyen mesai arkadaşım aklıma gelince mecburen istikametimden şaşmadım. Levent arabaya girdiğinde yüzü asıktı. “Hayrola birader, bi sorun mu var?” “Bir değil abi, çok sorun var, çook…” 

Ben merakla ona bakarken o çözüldü, “Haberleri görmedin mi?” “Yoo, gene n’olmuş?”

Olanlar olmuş işte. Türkiye’de yine operasyon olmuş, 59 ilde 704 kişi için gözaltı kararı verilmiş. Suçları hapisteki insanların ailelerine yardım etmekmiş. Polis baskınlarının videolarını da yayınlamışlar. Eldivenli memurlar mutfaktaki kutuları uyuşturucu arama hassasiyetiyle arıyorlar. Keklerin, çikolataların, pirinçlerin, kitapların aralarına gizlenmiş paraları bulup suç delili olarak diziyorlar. Ayakkabı kutularındaki rüşvet paralarını unutturmaya çalışmakla yetinmiyor, üstüne bir de çikolata paketlerinin arasına gizlenen yardım paralarını en büyük cürüm olarak gösteriyorlar. İşin daha da can yakan tarafı bu utanç verici sahneler için kimselerin sesinin çıkmaması.

Cahit Koytak; 

“Susacağın zaman, güzel susmasını,
Büyük susmasını, sıkı susmasını bilirsen, halkım,
Sen susunca taşlardan su sızmaya başlar;
Hırsından ağlamak isteyip de ağlayamayan
Ergenlerin sıkılı yumrukları gibi,
Taşlardan şiir
Ve sessizlikten hakikat sızmaya başlar”

demişti. Bizim millet susmasını bile beceremedi, tüm bu yapılanlara oh olsun dedi, alkış tuttu. Hal böyle olunca ne taşlardan su sızdı ne sessizlikten hakikat. Fuzuli haklıymış galiba, “aldanma ki şair sözü elbet yalandır”… 

Keyfimiz kaçık vardık inşaata. Bezgin bezgin işe koyulduk. Kovanın içerisinde çimentoyu karmış duvara sürmeye hazırlanıyordum ki binanın içinde önceden hiç duymadığım bir ses aralıksız duyulmaya başlandı. İşçiler merdivene doğru koşturuyorlardı. İçlerinden beri beni hâlâ çalışırken görünce dışarı çıkmam gerektiğini söyledi. Elimdeki malayı öylece bırakıp yan dairede çalışan Levent’in yanına vardım. O, işe başlamıştı bile. Derken ses bize doğru yaklaştı yaklaştı ve göründü.

Şantiye şefi elindeki havalı kornayı İsrafil’in suru gibi öttürüp “Go out, go out!” diye bağırarak katları dolaşıyordu. Gerçek mi tatbikat mı derken burnumuza insanı bir anda soluksuz bırakabileceğini hissettiren o koku doldu, gaz kokusu. Allah’tan o anda montlarımızı ve arabanın anahtarını almayı akıl edebildik. Onun dışında her şeyi olduğu gibi bıraktık. Yemekte ocağımız olsa onu da öyle bırakıp çıkacaktık. Onuncu kattan aşağı patır patır indik. 

Dışarıda onlarca işçi bekleşirken kimsenin kimseye bir şey sormasına lüzum yoktu, gaz kokusu bütün mahalleyi kuşatmıştı. Kulağımda bir ağırlık hissettim o ara. Yokladığımda kulaklığın tekinin orada olduğunu fark ettim, öbürü yukarıda azık çantam ve su termosumla birlikte kalmıştı. Binayı acil boşaltma tatbikatı değilmiş yaptığımız ama mini bir kıyamet provası olduğu söylenebilir…

Bu arada İngilizce bir kelime öğrendim, ‘leak’ veya ‘leakage’. Sızıntı, sızma, kaçak demekmiş. Saçma çağrışımlar… Binadaki doğalgazda sızıntı varmış. N’apalım, biz dili böyle yaşaya yaşaya öğreniyoruz.

Kısa sürede işe geri dönemeyeceğimiz belliydi. Arabaya binip Türk tamirciye gittik, Levent’in arabası oradaydı. Bizden başka üç Türk arkadaş daha vardı. Hepsinin yüzünden düşen bin parçaydı. “Hayırdır?” dedik, arkadaş telefonun ekranını gösterdi. Türkiye’deki insanî yardım operasyonları. İlencin bini bir para…

Canım sıkkın oradan ayrılıp eve geldim, hanımın da canı sıkkın. “Senin neyin var?” dedim, o da telefonunu gösterdi. Bir arkadaşının babası gözaltına alınanlar arasındaymış. Adamcağızın kalbi sıkışmış, acile kaldırmışlar. Acilde bırakmamış doktor, bu halde hiçbir yere gidemez bu adam demiş. Şimdilik orada kalmış. “Emniyette o kadar kadın ve çocuk vardı ki dayanamadım.” demiş amca avukata. Onun için dua dağıttılar, amcanın tedavisi için kimi bulabilir, neler yapabiliriz diye sağı solu arıyorlar. 

Ne diyeyim, bize de böyle bir devir düştü işte. Bir yanımızda dökecek yaprak kalmadı fakat bahar bahçeler olmasını umduğumuz diğer yanımızda bir kıpırdanış görünmüyor daha. Bitimsiz bir kıştayız galiba. Güzün bütün renkleri soldu, bulutlar karardı, gök küstü, güneş saklandı…

Şair burada haklı sanırım, “beni bu güzel havalar mahvetti”…

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version