ANKARA – Türkiye’nin Kuzey Doğu Suriye’ye yönelik operasyonuna dair The National Interest’te yayınlanan makalede, “Kontrolsüz bir saldırganlık eylemi, bir etnik temizlik ve değiştirme eylemiyle birleşecektir” denildi.
The National Interest’te Ortadoğu Forumu’nun Washington Proje Direktörü Cliff Smith, In Defence of Christians’ın İcra Direktörü Richard Ghazal ile Amerikan Kürdistan Dostları’nın başkanı Diliman Abdulkader tarafından kaleme alınan “Türk saldırganlığı Suriye’nin en hassas bölgesini tehdit ediyor” başlıklı makale yayınlandı.
“DAİŞ’in Irak ve Suriye’de işlediği soykırım ve devam eden Suriye iç savaşı, bölgedeki Hıristiyanlar, Êzidîler ve diğer dini azınlıkların üzerine orantısız bir şekilde düşen ikili trajediler. Öldürülmeyen birçok kişi bölgeyi tamamen terk etmek zorunda kaldı ve bu da nüfuslarında büyük bir düşüşe neden oldu. Ancak tüm bunlardan sonra bile, trajedi bitmedi- daha yeni başlamış olabilir. DAİŞ soykırımından kurtulanlar, artık onları korumak için inşa edilmiş sosyal yapı ve kurumları tehdit eden Türkiye’nin saldırganlığı ile tehdit ediliyor” denildi.
‘TOPRAKLAR CİHATÇILARIN YUVASI HALİNE GELDİ’
Türkiye’nin 2016’dan bu yana “terörle mücadele” bahanesiyle peş peşe saldırılarla topraklarını genişleterek Kuzey Suriye’yi üç kez işgal ettiği kaydedilen makalede, “Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriye-Türkiye sınırı boyunca Suriye topraklarının otuz kilometre derinliğine kadar uzanacak bir ‘terörle mücadele’ tampon bölgesini tamamlamak için bir kez daha Kuzey Suriye’nin topyekûn işgali tehdidinde bulunuyor. Ancak bu durumda tarih en iyi rehberimizdir. 2016’dan beri Türkiye tarafından işgal edilen ve tutulan topraklar, Şeriat kanunlarına göre yöneten Türk destekli cihatçı grupların yuvası haline geldi” ifadeleri yer aldı.
‘ABD’DEN DESTEK ARADIĞI SIR DEĞİL’
“Türkiye’nin tehditleri, meyvelerini verirse, bir milyondan fazla insanı yerinden edilebilir” denilen makalenin tamamı şöyle: “Bu tür bir saldırganlık, yalnızca bu azınlıkların çıkarları, toprakları ve geçim kaynakları için değil, aynı zamanda yaşamları için de doğrudan bir tehdit oluşturuyor. Erdoğan’ın ‘bir gece ansızın üzerlerine inmek’ yönündeki sağlam ama şifreli tehdidi, niyeti konusunda hiçbir şüphe bırakmıyor. Washington’da Türk Büyükelçiliğinin böyle bir hamle için ABD’den destek aradığı bir sır değil. Diğer taraftan, çeşitli örgütlerden oluşan bir koalisyon bu saldırganlığa meydan okumak için şimdiden çalışıyor.
JEOPOLİTİK DAYANAĞINI GENİŞLETMEYE BAKIYOR
Erdoğan’ın gerçekten herhangi bir meşru güvenlik bölgesi yaratmaya çalıştığını iddia etmek ve buna inanmak için makul miktarda entelektüel jimnastik gerekir. Açıkça sadece düşmanlarını ortadan kaldırmaya ve jeopolitik dayanağını genişletmeye bakıyor.
Hıristiyan bir milis olan Süryani Askeri Konseyi, DAİŞ ve diğer aşırılık yanlısı gruplara karşı ABD liderliğindeki koalisyonun hayati bir parçası olarak savaştı. Süryani Askeri Konseyi, yaklaşık on yıldır, dünyanın en eski ve son kalan Aramice konuşan Hıristiyan topluluklarından biri olan kuzeydoğu Suriye’deki Süryani Hıristiyanlarını korumaya hizmet etti ve şimdi kendisini Türkiye’nin hedefinde buluyor. Wilson Center’ın yakın tarihli bir raporu bunu oldukça net bir şekilde ortaya koyuyor: ‘Bir zamanlar ‘Türk-Kürt’ çatışması olan şey, şimdi kuzey Suriye’deki, kuzey Irak’ın Kürdistan bölgesini ve Sincar bölgesindeki her dini ve etnik grubu etkiliyor. Batı Irak.’
Bu, Türkiye’nin benzer bir manevrayı ilk kez denemesi değil. Aslında, 2016’dan bu yana dördüncü olacak. 2019’daki en son işgalden bu yana Türkiye, sivil kasabaları sık sık havadan bombalayarak ABD’nin aracılık ettiği ateşkesi ihlal etti. Erdoğan’ın şu anki söylemi, Irak sınırına kadar uzanan Suriye toprakları üzerinde kesin olarak hak iddia etme niyetini yansıtıyor. Bu retorik özellikle kanlı bir sonuç vaat ediyor.
ÜÇ SÜRYANİ TÜRKİYE’YE GÖTÜRÜLDÜ
Ekim 2019’da paradoksal olarak ‘Barış Pınarı Operasyonu’ olarak adlandırılan Türkiye’nin kuzey Suriye’ye saldırısı sırasında, Türk ordusu ve cihatçı vekil güçleri, bölgede kalan son Hıristiyan kasabalarını pasif bir şekilde korurken, ABD müttefiki üç Süryani Hıristiyan askerini ele geçirdi. Tutsaklar Cenevre Sözleşmeleri’ne aykırı olarak Türkiye’ye nakledildi. Orada dövüldüler, işkence gördüler ve bir avukat ya da tercüman yardımı olmaksızın Türkçe (kendilerine yabancı bir dilde) itiraflar imzalamaya zorlandılar ve ömür boyu hapis cezasına çarptırıldılar. Uluslararası baskının sonucu olarak, yeniden yargılanmak üzere hapse atıldılar, bu da devam eden sistemik suistimali pek telafi etmiyor.
SALDIRGANLIK ETNİK TEMİZLİKLE BİRLEŞECEK
Gerçekten de ABD Uluslararası Din Özgürlüğü Komisyonu’nun (USCIRF) eski başkanı ve Uluslararası Din Özgürlüğü (IRF) Sekreterliği’nin yeni atanan başkanı Nadine Maenza’ya göre, bölgedeki azınlıkların kaderi söz konusu: ‘Eğer bu alan düşerse (Türkiye’ye) ne Hıristiyan ne de Yezidi kalmayacak.’ Türkiye yalnızca Hıristiyanları ve diğer etnik-dini azınlıkları kovmakla kalmıyor, aynı zamanda şu anda Türkiye sınırları içinde bulunan, çoğunluğu Arap olan yaklaşık 3,6 milyon Suriyeli mülteciyi onların yerine koymaya çalışıyor. Kontrolsüz bir saldırganlık eylemi, bir etnik temizlik ve değiştirme eylemiyle birleşecektir.
ABD ERDOĞAN’A AÇIKLAMALI
Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın NATO uygulamalarına nihai ve şartlı rıza göstermesi, dünyada pek çok kişinin Türkiye’nin NATO’nun değerleriyle tamamen tutarsız olan uzun günah listesini görmezden gelmesine neden oldu. Batı’nın Türkiye’ye yaptığı sürekli silah satışları, Türkiye’nin bölgedeki etnik-dini azınlıklara yönelik varoluşsal tehdidini yoğunlaştıracaktır. Birçoğu Amerika’nın en sadık bölgesel müttefikleri olan bu tür azınlık toplulukları, Türkiye’nin yatıştırma sunağına terk edilmemelidir. ABD, bölgenin en savunmasız topluluklarından bazılarını savunmakla ilgileniyorsa, tehdit edildiği gibi saldırgan eylemin hızlı ve kesin sonuçlarla karşılanacağını Erdoğan’a açıklamalı.”
Çeviri: Mezopotamya Ajansı
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***