Erdoğan’ın Rus ve İran devlet başkanlarıyla bir araya geldiği Tahran’daki zirvede en büyük hedefi, Suriye’ye yapılacağını duyurduğu askeri harekat için bu ülkelerin desteğini almaktı. Fakat neticede iki ülke de böyle bir yeşil ışık yakmadıkları gibi İran dini lideri Hamaney, Erdoğan’la yaptığı görüşmede üst perdeden uyarılarda bulunarak Suriye’de yeni bir harekatın yanlış olacağını adeta azarlarcasına belirtti.
Hamaney’in ofisi, görüşmeden hemen sonra İran dini liderinin Erdoğan’a neler söylediğine ilişkin yazılı bir açıklama yaptı. Buna göre, Hamaney Suriye’nin toprak bütünlüğünün çok önemli olduğunu vurguladı. Erdoğan’ın Suriye’ye harekat düzenleneceğine dair açıklamasını “kuzey Suriye’ye askeri bir saldırı” şeklinde tanımlayan Hamaney “böyle bir saldırının Suriye kadar Türkiye ve bölgenin de zararına olacağını” söyledi. İran dini lideri böyle bir “saldırının” Suriye hükümetinin (yani Esad rejiminin) siyasi önlemlerini gerçekleştirmesini engelleyeceğini belirtti.
Hamaney daha sonra neredeyse ironik bir dille Erdoğan’ın “terörist gruplardan duyduğu nefreti” hatırlatıp “Terörizme karşı çıkalım, ama Suriye’ye bir askeri saldırı teröristlerin yararına olur” uyarısını yaptı ve iki ülke arasında hangi grupların terörist olarak kabul edilmesi gerektiğine dair bir anlaşmazlık bulunduğunu söyledi. Hamaney, Türkiye’yle müttefik İdlib’teki Heyetu Tahriru’ş Şam (HTŞ) ve Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) adlı muhalif güçleri kastederek “Teröristler belirli bir gruptan ibaret değildir” dedi. Yani Hamaney şunu söylüyor: “Sana göre sadece YPG terörist, bize göre ise HTŞ ve SMO terörist.” İran dini lideri Suriye meselesini “Sorunların askeri harekatla değil İran, Türkiye, Rusya ve Suriye (Esad rejimi) arasında diyalog ve müzakerelerle çözülmesi gerektiği” ikazını yaparak kapattı.
Hamaney, Erdoğan’a bir başka konuya ilişkin de uyarıda bulundu ve Ankara ile Bakü’nün Nahçıvan’ı Azerbaycan’a bağlayan bir koridor açılması için Ermenistan’ı sıkıştırmasını “İran ve Ermenistan arasındaki sınırı engellemek isteyen bir politika” olarak nitelendirdi ve İran’ın “binlerce yıldır bir iletişim rotası” olduğu için buna karşı çıkacağını vurguladı.
Anadolu Ajansı Erdoğan’ın “Tahran ziyaretinin Suriye operasyonuna etkisi” başlığıyla dün yayınladığı analizde Hamaney’in AKP liderine yaptığı uyarıları basın açıklamasıyla duyurmasını “diplomatik nezaketten uzak” şeklinde tanımladı. Nitekim Hamaney’in görüşmeye ilişkin açıklamaları uluslararası basında “Erdoğan’a uyarı” şeklinde takdim edildi.
Hamaney karşısında eşiti gibi değil de kendisinin altındaymış gibi oturma düzeninde oturttuğu Erdoğan’a “diplomatik nezaketten uzak” bu uyarılarda bulunurken, AKP liderinin sessiz kalmadığını ve Türkiye’nin Suriye’ye harekat düzenleyerek oradaki “terörist unsurları” ortadan kaldıracağı cevabı verdiğini beklemek hakkınızdır. Çünkü Erdoğan Suriye’ye askeri harekat düzenleneceğini çok kesin bir dille defaatle ilan etmişti. Bu açıklamalardan biri şöyleydi: “Ülkemize ve güvenli bölgelerimize yapılan saldırıların, tacizlerin, tuzakların merkezi konumundaki alanlar harekat önceliğimizin başında yer almaktadır. Güney sınırlarımız boyunca 30 kilometre derinlikte güvenli bölgeler oluşturmak için başlattığımız çalışmaların eksik kısmıyla ilgili adımları atmaya başlıyoruz. TSK, istihbarat, emniyet hazırlıklarını tamamlar tamamlamaz bu operasyonlar başlayacaktır.”
Gelin görün ki, içeride aslanlar gibi kükreyen AKP liderinin, dışarıda bu tür uyarılarla karşılaştığında süklüm püklüm olduğu bir başka hadise daha yaşanmış gözükmektedir. Bunu nereden mi biliyoruz? Belki şaşıracaksınız ama Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın görüşmeye ilişkin yaptığı açıklamadan…
Fakat önce oturma düzenindeki sıkıntılı durumu ele alalım. Tüm dünyada geçerli protokol kuralı şudur: Her ülkenin protokolünde ilk sırada yer alan kişiler birbirlerinin muadilidir. Bunun tek istisnası, parlamenter rejimin olduğu İngiltere ve Almanya gibi ülkelerde devlet başkanı (veya kraliçe) protokolde bir numara olmasına rağmen, yürütmenin fiilen başındaki yetkililer başbakanlar olduğu için onlara parlamenter rejimle yönetilmeyen ülkelerin başkanları (ABD, Fransa, Rusya gibi) kendi muadili gibi davranırlar. Fakat orada bile mutlak bir muadillik yoktur. Buna kişisel bir tecrübemden örnek verebilirim: Erdoğan’ın 2012’de Washington’a gerçekleştirdiği resmi ziyarette ABD Başkanı Obama Türk mevkidaşına protokol bakımından kendisinin eşiti gibi davranmıştı, fakat Erdoğan onuruna verilen yemeğe Obama değil, Başkan Yardımcısı Biden evsahipliği yapmış ve yemek Dışişleri Bakanlığı’nın en üst katındaki salonda gerçekleşmişti. ABD protokolü, Başkan’ın sadece kendi ülkelerinde protokolün bir numarası olanların heyeti için Beyaz Saray’da yemek verdiğini belirtmişti.
İran protokol listesinin 1 numarası, “dini lider” unvanlı Hamaney’dir. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir numarası ise Cumhurbaşkanı unvanlı Erdoğan’dır. İranlıların hükümet başkanlarına başbakan yerine cumhurbaşkanı demelerinin protokol bakımından hiçbir anlamı yoktur. İran Cumhurbaşkanı kendi ülkesinin protokolünde bir numara değildir, İran teokratik bir devlettir ve başkanı Hamaney’dir. Nitekim yukarıda da görüldüğü üzere Hamaney Erdoğan’la dini meseleleri değil, iki ülke ilişkileri arasındaki en önemli siyasi konuları ele almıştır. İranlıların kendi devlet başkanlarını diğer ülke liderlerinden böyle üstün tutmaya çalışması olgun bir yaklaşım değildir, İran halkına dini liderliğinin tüm dünyada büyük itibar gördüğüne ilişkin yapılan propagandayı desteklemek için yapılmış bir oyundur. Eskiden Hamaney görüştüğü ülke liderlerini sanki onlardan üstünmüş gibi sağına almakla birlikte yan yana otururdu. Bu da esasen yanlış olmakla birlikte, belki mazur görülebilirdi. Fakat bir süredir Hamaney’in üstün bir konumdaymış gibi iyice kendisini geriye çekip, ülke liderlerini İran Cumhurbaşkanıyla birlikte uzakta oturtmaya başladığı anlaşılıyor. Erdoğan’dan sonra hiçbir Türk devlet başkanı bu küçük düşürücü tavrı kabul etmemelidir. Bunun Türk Cumhurbaşkanının yanında Alman Şansölyesiyle birlikte Alman Cumhurbaşkanıyla, onun protokol olarak altındaymış gibi oturma düzeninde görüşmesinden hiçbir farkı yoktur. Batılı liderlerle onların eşiti olması hasebiyle çektirdiği fotoğrafları sanki özel bir durum varmış da zafer kazanmış gibi sunarak Batı’ya karşı aşağılık komplekslerini ortalıklara sermekten çekinmeyenlerin şimdi İran dini lideri karşısındaki bu tutumları kendi standartlarına göre bir zillet değil midir?
Hamaney Putin’le de aynı oturma düzeninde görüşmekle birlikte, Erdoğan’dan farklı olarak Rus lidere eşitiymiş gibi davrandığı çok samimi çekilmiş iki fotoğrafı daha paylaştı. Ayrıca iki ziyarete ilişkin yaptığı yazılı açıklamalardaki vurgular da çok farklıydı. Putin’le görüşmeye ilişkin açıklamanın başlığı “Amerika, Suriye’de Fırat’ın doğusundaki bölgeden kovulmalıdır” şeklinde İran ve Rusya’nın işbirliğine atıfta bulunarak Rus lidere gül atarken, Erdoğan’la görüşmeye ilişkin açıklamanın başlığı kesin bir uyarı şeklindeydi: “Suriye’nin kuzeyine yapılacak bir askeri saldırı Türkiye’ye, Suriye’ye ve bölgeye zarar verecek ve teröristlere fayda sağlayacaktır.” Anadolu Ajansı analizinin bu açıklamayı “diplomatik nezaketsizlik” olarak tanımlaması bu bakımdan gayet yerindedir.
Hamaney’le Erdoğan görüşmesinin fotoğraflarını paylaşmaktan imtina eden Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı toplantıya ilişkin yayınladığı açıklamada, İran dini liderinin Türk Cumhurbaşkanına yönelik “diplomatik nezaketten uzak” açıklamalarını tercüme ederek vermeyi bir marifet bilmiş. Açıkçası Hamaney’in ifadelerini İletişim Başkanlığı açıklamasında okurken içimden verdiğim ilk tepki “Demek ki Erdoğan’ın bunlara verdiği cevapları da yazacaklar” şeklindeydi. Fakat ne hikmetse Hamaney’in Erdoğan’ı azarlar gibi yaptığı uyarıları bir kez de kendi açıklamasında tekrarlamayı gerekli gören İletişim Başkanlığı AKP liderinin ne cevap verdiğine ilişkin “tek kelime” bile belirtmemiş. Bunun anlamı açık: Hamaney uyarmış, Erdoğan not almış veya karşı çıkmamış.
Erdoğan’ın ne söylediğini İletişim Başkanlığı bizden esirgese de Hamaney’in ofisi yaptığı açıklamada AKP liderinin cevaplarını da paylaşmış. Bunları Ankara yalanlamadığı ve Erdoğan’ın ne söylediğine ilişkin hiçbir bilgi de vermediği için doğru kabul etmek durumundayız. Şöyle demiş Erdoğan: “İslam ümmetini birleştirmenin, bu çerçevede İran ve Türkiye arasındaki dayanışmanın artırılmasının gerekli olduğunu düşünüyorum. Türkiye, İran’a yönelik baskıcı tedbirler karşısında hiçbir zaman sessiz kalmamıştır ve İran ile Türkiye’nin kardeşliği her alanda yaygınlaştırılmalıdır. Türkiye her zaman İran’a karşı tek taraflı yaptırımlara karşı çıkmıştır, karşı çıkmaya da devam edecektir. Suriye’deki terör grupları, Almanya, İngiltere, Fransa ve özellikle ABD gibi Batılı ülkeler tarafından yoğun bir şekilde desteklenmektedir.”
Erdoğan, kendisini adeta azarlayan Hamaney karşısında neden “kükremedi?” Onu böyle alttan almaya iten neydi? Esasen İran dini lideri bu konuda da merakımızı giderecek bir ipucu vermekten kaçınmamış. AA’nın dediği gibi “diplomatik nezaketi” falan tamamen bir kenara bırakarak AKP liderine “Seni iç meselelerinde darbelere karşı savunduk” demiş. Sonra da bunu bir de Twitter hesabından tüm dünyaya da duyurdu. Hamaney’in burada 15 Temmuz darbe girişimi sırasında İran’ın Erdoğan’a verdiği desteği hatırlattığı anlaşılıyor. İki yıl önce Azerbaycan’da “yanlışlıkla” okuduğu anlaşılan bir şiir yüzünden Erdoğan İran’ın kızgınlığını çekmişti. O zaman İran’da rejime yakın “Risalet” gazetesi ilk sayfasından şu uyarı dolu Türkçe başlıklı mesajı vermişti: “Sana 15 Temmuz’da verdiğimiz desteği hatırla!”
Propaganda metinlerinde kendisini “milli ve yerli” olarak sunmayı seven Erdoğan’ın İran’dan 15 Temmuz’da destek aldığı herkesin bildiği bir gerçek, ama bunun ne şekilde gerçekleştiğine ilişkin hiçbir bilgimiz bulunmuyor. Öte yandan, İran’ın Türkiye’nin içişlerine bu denli müdahil olması, hatta bunu Türk Cumhurbaşkanıyla yaptığı görüşmede İran dini liderinin hatırlatmakla kalmayıp bir de görüşmeye ilişkin yazılı açıklamalarında tüm dünyaya duyurmasını Erdoğan nasıl sindirebilmiştir? Türkiye’nin AKP sonrası dış politikasında bağımsız ve kendi çıkarlarını gözeten bir duruş sergileyebilmesi bakımından İran’ın içişlerine ilişkin bu tür müdahalelerini derhal sona erdirmesi elzemdir.
Erdoğan Tahran dönüş yolunda uçakta gazetecilere yaptığı açıklamada da Hamaney’le görüştüğünü söylemekle birlikte, ne görüşmenin içeriğine değinmekte, ne de Hamaney’in yaptığı yazılı açıklamadaki hususlara bir cevap vermektedir. AKP lideri, İran ve Rusya’yı seçim öncesi Suriye’de bir askeri harekata ikna etmeyi başaramamış gözükmektedir. Nitekim uçakta gazetecilere bunu “Üçlü Zirve sonrası ortak basın toplantısında da görmüşsünüzdür, üçümüzün de düşünceleri herhalde aynı değildi. Farklı düşünceler ortaya koyduğumuz çok açık net ortadaydı.” diyerek belirtmiş. Suriye’de Türkiye dışında etkinlik sahibi üç ülke de (İran, Rusya ve ABD) Erdoğan’ı yeni bir askeri harekata kalkışmaması konusunda uyarıyor. Birbirleriyle “kanlı bıçaklı” olan bu ülkelerin buna rağmen hiçbirini yanına çekememesi AKP liderinin dış politika karnesindeki bir diğer başarısızlık olarak kayıtlara geçti.
Anadolu Ajansı’nın analizi Hamaney’in Erdoğan’a böyle “efelenmesinin” nedenlerini anlamaya çalışırken ilginç bir tespitte bulunarak şöyle diyor: “İran’ın ABD ile henüz bir uzlaşmaya varmadığı, bölgesel olarak izole edilmeye çalışıldığı bir dönemde (Hamaney’in) böylesine “pervasız” bir dil kullanmasının İranlı yetkililerin son günlerde dillendirdikleri “Nükleer bomba yapma eğişindeyiz.” açıklamaları ile mi bağlantılı olduğu yoksa Türkiye’de son dönem İran istihbarat unsurlarına yönelik operasyonlara olan tepkiden mi kaynaklandığı belirsiz.”
İran’ın nükleer program geliştirmesini engellemeye yönelik Batı öncülüğündeki uluslararası yaptırımlara destek vermeyen Erdoğan rejimi, bu yaptırımları Rıza Zarrap gibi karanlık isimler üzerinden, Türk finansal sisteminin uluslararası itibarını bozuk para gibi harcayarak hukuk dışı şekilde delmekten de çekinmedi. Nükleer bomba sahibi bir İran’ın Türkiye’ye yönelik böyle bir tehdit oluşturma, Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki varlığını bu nükleer gücüne dayanarak geriletme ihtimali AA analizinde bile bu kadar açık ortaya koyulmuşken Erdoğan’ın bu konuda Batı’dan ayrışan bir siyaset izlemesinin bir mantığı var mıdır?
Bağımsız dış politikayı, başka ülkelerde suçlarına ilişkin dosyaları olmayan, kendi ülkesinden yolsuzluklarla çaldığı paraları başka ülkelerin bankalarında gizlice tutmayan, kendi ülkesinin iç siyasetinde güç oyunlarında üstün gelmek için başka ülkelerin yardımını almayan liderler yürütebilir. Erdoğan maalesef bu vasıfları taşıyan bir lider değildir. Tahran ziyaretinde yaşananlar bunu bir kez daha açıkça ortaya koymuştur.
- Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***