Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Ekonomist Güldem Atabay: ‘Bilerek ve isteyerek TL’ye değer kaybettiriliyor’

Ekonomist Güldem Atabay: 'Bilerek ve isteyerek TL’ye değer kaybettiriliyor'


Cumhurbaşkanı ve AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın önceki gün kabine toplantısının ardından, “faiz indiriminin süreceği” yönünde konuşmasından sonra hızla yükselmeye başlayan döviz kuru, yine rekora konuşuyor.

Dolar kuru, bu sabah 17.20’yi aşarken, Diken haber sitesinden Altan Sancar’a bir mülakat veren Ekonomist Güldem Atabay, TL’ye bilerek ve isteyerek değer kaybettirildiğini söyledi.

 

Altan Sancar’ın ilgili yazısı ve Güldem Atabay’la yapılan mülakat şöyle:

 

“Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, döviz kurlarında rekor yükselişin ardından 20 Aralık’ta kabineyi toplamış ve 20-21 Aralık’ta kur korumalı mevduatın (KKM) hayata geçirildiğini duyurmuştu. Açıklamanın yapıldığı gece dövizde büyük bir gerileme yaşanmıştı.

 

Hayata geçirilen sistemi yaklaşık altı ay önce Diken’e anlatan ekonomist Güldem Atabay “Bumerang dolaşıp kamu maliyesinden hepimizi vuracak” uyarısında bulunmuştu.

 

Atabay ile altı ay sonra yeniden yükselişe geçen döviz kurunu, döviz kuruna katılan yüksek enflasyon rakamlarını, olası seçim ekonomisinin Türkiye’ye maliyetini ve enflasyon korumalı tahvil sistemini konuştuk.

 

Atabay KKM ile birlikte Türkiye’deki dolar pozisyonunun yüzde 67’den yüzde 72’ye yükseldiğini söyledi. Atabay, Erdoğan’ın son açıklamasında “Faiz indirmeye devam edeceğiz” sözünün politik olduğunu ve bu hafta TL’ye bir değer kaybı yaşatıldığını belirtti.

 

Atabay’ın altı ay aradan sonra Diken’in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

 

Sizinle 21 Aralık tarihinde Kur Korumalı Mevduat hakkında konuşmuştuk. Bu uygulamaya dair endişelerinizi dile getirmiştiniz. Üzerinden yaklaşık altı ay geçti. Şimdi dönüp baktığınızda sisteme talep oldu mu size göre?

 

Asıl talep, vergi avantajı sonrası şirketler tarafından geldi. O meşhur 20-21 bir Aralık’tan önce döviz alamamış, almak istemiş ve TL’de kalmış kişiler de bunu denedi. Şimdi ilk vadeler sonunda özellikle TL dolar sene başında 11 liralar seviyesindeyken, 13,5-14 lira bandını korunmaya çalışırken orada bir kazanç elde edildi.

 

Fakat ikinci turlar gelmeye başladığında, özellikle bireysellerin açıdan -ki şirketlere vergi avantajı uzatıldığı için orada kalmaya devam edeceklerdir- enflasyona karşı geride kaldıklarını görüyoruz. Kur enflasyonun çok daha üzerinde gitti bu süreçte. Özellikle son bir sene olarak baktığımızda enflasyonun yüzde 73 seviyesinde olduğuna inanırsak, kurdaki hareket yüzde 100 seviyesine ulaşmış durumda. Dolayısıyla giderek cazibesini yitirmeye başladı. Özellikle son bir buçuk aydır katılımlar da tabii ki yavaşladı.

 

Peki kur korumalı mevduatta biz ne yapmış olduk?

 

Dövize endeksli olduğu için, yani mevduatın dolarize olmuş oranına bakarsak yüzde 67 ile rekor olan toplam mevduattaki döviz oranını yüzde 72’lere kadar çıkardık. Çok daha kırılgan bir yapıya dönüştü. Enflasyon düşmedi, yükselmeye devam etti.

 

Bunun içinde enerji fiyatlarının da etkisi var, ama keşke TL’yi koruyabilseydik de bu kadar ağır yansımasaydı enerji fiyatlarındaki artış. Gelinen aşamada da bir 40 milyar doların daha yakılarak doların belli bir seviyede bir süre tutulduğunu gördük. Kaldı ki artık tutulamadığını da görüyoruz. Dolayısıyla başladığımız yere döndük. Ne var ki TL/dolar artık daha uzun sürede daha sindire sindire bu seviyeye geldi. Bu artık bir sert bir kur hareketi değil. Çünkü bizim eş zamanlı olarak dış ticaret açığımız ve cari açığımız yükselmeye devam etti. Enflasyon yükseldi. Ekonominin temellerine uygun olarak da TL değer kaybetti. Yani bu konuştuğumuz TL şoku aslında bu değil. Ekonomi kötü yönetildiği, öngörüsüzlük ve bilgisizlik olduğu için yaşanıyor. Cari fazla yaratacağız diye yola çıkanlar daha yüksek bir cari açık ve daha yüksek enflasyonla bizi kilitli halde bıraktılar. Daha kötü bir noktaya geldik. TL de başladığımız yere döndü altı ay öncesine göre.

 

Biz o dönem iktidar kanadından dövizdeki yükseliş için “Dışarıdan saldırı” savunmasını duyduk. Şimdi sizin söylediğinizden bu savunmanın da yapılamayacağı yere geldiğimizi anlıyorum.

 

O zaman da sebep dış güçler değildi. Biz aralık ayı itibariyle, yabancı yatırımcının hisse senedi tarafında da tahvil piyasası tarafından da tarihi dip seviyelere doğru ulaştığı bir yerdeydik ki bugün daha da az varlar. Hatırlarsak bizim bankacılık sistemindeki yerlilerimiz gidip döviz almaya başladı. Hatta bir kısmı bence o dönemde yastık altına da kaçırdı bunu ve sistemden çıkardı. Geri girip girmediğini bilmiyorum, ama oradaki hareket tamamen yerlilerin yani TL sahiplerinin gereksiz erken faiz indirimleri karşısında kendilerini koruma refleksiydi. Çünkü bizim halkımız 1970’lerden gelen tecrübeyle çok iyi biliyor ki enflasyon yükselirken zamansız ve süreç olgunlaşmadan faizi indirirseniz TL’de değer kaybı oluşuyor. Dolayısıyla kendilerini korumaya aldılar.

 

Aradan geçen altı ay içinde biz Merkez Bankası’nın açıklamalarında “Gıda fiyatları ve enerji fiyatları Ukrayna işgaline bağlı olarak yükseldi. Dünya barışı gelince bunlar normalleşecek. Biz yolumuza devam ediyoruz” cümlelerini gördük. Tabii bu, bu kadar basit değil. Dünyada belki petrol fiyatları 40 oranında artarken, bizde enerji fiyatlarının faturalarımıza yansıyan kısmı yüzde 100 ve yüzde 200 arasında değişti.

 

Aradaki bu büyük fark neden?

 

Çünkü biz bu süreçte TL’ye değer kaybettirdik. Ukrayna işgali -biraz çarpık bir şekilde kullanacağım bu kavramı- belki bir fırsattı daha doğru politikalara dönmek için. Hükümet bu süreçte çıkıp “Dışarıda şartlar çok değişti. Bir savaş çıktı bizim yanımızda. Biz daha Ortodoks politikalara dönüyoruz. Şimdilik bunu erteledik” diyebilirdi. Onu da yapmadılar. O tren de kaçtı. Dolayısıyla enerji maliyetlerindeki artış, gıda fiyatlarındaki artış olduğu gibi içeri yansıdı. Şimdi gelinen aşamada “İhracat fazlası ya da ihracatta rekorlar kırıyoruz” diye söyleniyor, ama en son Mayıs verilerinde yüzde 15 ihracat artışıyla mutlak değer olarak bir rekor kırılıyor. İthalat artışı yüzde ise yüzde 44 seviyesinde. Dış ticaret açığı yüzde yüz 57 seviyelerinde. Dolayısıyla ihracat artışı da bizi bambaşka bir yerden vuruyor artık ve biz cari açıkta sene sonu için 45 milyar dolara doğru gidiyoruz.

 

Biz biliyoruz ki Merkez Bankası’nın döviz satışlarıyla o geceden itibaren kur baskı altına alınıp 11-12 TL seviyesine çekildi. Ocak’tan bu yana gelen hareketin enflasyon üzerinde çok daha kalıcı etkileri olacak. Çünkü ekonomik olarak çok daha sağlam temellere dayanıyor. Yükselmiş enflasyon, değer kaybı yaratıyor. Dünyanın geri kalanından göreceli olarak da yüksek. Kur öyle bir buçuk ayda buraya gelmediği, sindire sindire geldiği için de maliyet baskıları iyice kalıcı hale dönüşüyor. Yani enflasyonda daha çıkacağımız yol var anlamına geliyor. Buna bir de 40 milyar dolar cari açığı ekleyelim, o da en iyi diyelim en iyi ihtimalle… Yaklaşık 170 milyar dolarlık on iki aylık dış borç ödemesini ekleyelim. Nihayetinde 220 milyar dolarlık bir döviz kaynağına ihtiyaç var. Bu arada risk primi de 7001’lerin üstüne çıkmış durumda.

 

Bir daha tekrar edelim, ortadaki durumun sebebi dışarıda oluşana karşı doğru politikaların izlenmemesi. Gerektiği zaman da esnekliği sağlayamamak, gerçeklerle yüzleşememek. Bir inat uğruna bu politikayı devam ettirmek.

 

Biz Hazine ve Maliye Bakanı Nebati’den de dar gelirlilerin tabiri caiz ise altta kaldığının itirafı niteliğinde sözler de duyduk son dönemde…

 

Biz bu dönem içinde çok ciddi bir servet transferi olduğunu görüyoruz. Vergi gelirimizden kur daha da yukarı giderse mevduat sahibi olanlara, yani göreceli olarak daha zengin bir kesime gelirinden kaynak aktarılacak. Tarıma ayırdığımız bütçe 29 milyar TL, tarım enflasyonu yüksek, gıda krizinden bahsediliyor dünyada. Kur korumalıya aktaracağımız kaynak büyük olasılıkla sene içinde 200 milyar TL’ye ulaşacak. Bütün bu çarpıklık bile isteye yapılıyor şu anda. Dar gelirli hariç herkes kazanıyor burada. Demek ki tercih edilen bir politika. Bayağı çıplak, korkunç bir gerçek olan bir açıklama.

 

Gelelim faiz konusuna. Yine altı ay önce sizinle konuştuğumuz zaman FED’in faiz arttırma ihtimalinden söz etmiştik. Nihayetinde bu gerçekleşiyor. Ama Türkiye’de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan son olarak yine “Faiz indireceğiz” dedi. Olası bir faiz indiriminde ne gibi durumlarla karşılaşabiliriz?

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan 2018’de başkanlık sistemine geçip de ilk Bloomberg Londra’da televizyona çıktığında ve “Faiz enflasyonudur sebebi” dediğinden beri TL’nin değer kaybettiğini biliyor. Dolayısıyla pazartesi günkü açıklamasını bir cahillik, basiretsizlik olarak algılamak doğru değil bence. Bu hafta bilerek ve isteyerek TL’ye bir değer kaybı yaşatılıyor.

 

Faiz indirimi konusunu ben “Politik söylemimizden geri adım atmıyoruz. Biz süreçte o kadar başarılı olacağız ki bakın görün faiz daha da inecek” anlamında algılamayı tercih ediyorum. Çünkü önümüz 23 Haziran PPK toplantısı var. Orada faiz indirilmesi şu şartlar altında imkânsız. İndirirse -ki ben hani yüzde çok düşük bir olasılık veririm- o zaman biz bu değer kaybı sürecinin hızlandığı ve faiz artışıyla bunu kontrol etme noktasını çoktan geçtiğimiz için bambaşka önlemlerin devreye girmesini beklerim.

 

Ne olabilir?

 

Hızlı bir erken seçim kararı alınabilir. Bazı ekonomistlerin konuştuğu, daha katı sermaye kontrolleri devreye girebilir. Çok yüksek bir TL şoku yaşayabiliriz ve bankacılık sistemi, özel sektör, herkes sallanır. Arkasından da kontrolsüz bir şekilde bambaşka bir yere savruluruz. Yani seçeneklerimiz artık bunlar olur ne yazık ki… Dolayısıyla buradan çıkmanın yolu gerçekten seçimle iktidarın değişmesi ya da iktidardaki anlayışın değişmesi.

 

Bir kez daha bakan ve Merkez Bankası Başkanı değişince olmaz mı?  

 

İşin beyni onlar olmadığına göre, iş Erdoğan’da bitiyor aslında. Erdoğan çıkıp “Ben yanıldım” demez ama, “Koşullar değişti, böyle böyle oldu. Dış güçler saldırdı, uzaylılar saldırdı” diyerek politika değişikliğine gitmesi gerekir. Kısacası iyi bir noktaya doğru gitmiyoruz.

 

O zaman erken seçim konusu ile devam edelim. Son günlerin en popüler konusu “2022 kışını bu ekonomi ile çıkarmamız mümkün görünmüyor” cümlesi. Buradan da bir erken seçim tahmini var. Siz ne düşünüyorsunuz?

 

Bu ekonomi bu hali ve politikaları ile kışı çıkaramayacak gibi ve bu bir gerçek. Fakat çıkaramamaktan neyi kastettiğimizi konuşalım. Kurdaki hareketin ve döviz açığının devam etmesi halinde biz ağustos sonunda TL’nin daha da değer kaybettiği bir yerlerde olacağız. O dönemde de yavaş yavaş kış başlıyor olacak. Enerji fiyatları, yaz ayları olmasına rağmen savaşa bağlı yükselişte. Avrupa’nın uyguladığı yaptırımlara bağlı olarak Brent petrol 120 dolar seviyesinde. İşin uzmanları ise 140 dolar seviyesinden bahsediyor. Bütün bunların yansımaları olarak biz ciddi bir döviz açığıyla karşı karşıya kalacağız. Çünkü enerji faturamız artacak. Bu arada ihracat yavaşlıyor olacak. İhracat iklim endeksinde bir düşüş var. Çünkü Avrupa bizim asıl ihracat pazarımız ve ekonomilerinde yavaşlama var. Enflasyon zaten yükselmeye devam edecek. TL’deki değer kaybı ve FED’in çok hızlı bir şekilde başladığı faiz artışları yaz boyunca devam edecek. Avrupa Merkez Bankası da temmuz ayında buna eklenecek. O da bilançosunu daraltmaya başlayacak. Bütün bunlar eksi 60 milyar dolara düşmüş Merkez Bankası rezervlerinin kaldıramayacağı bir yük. Burada satabileceği 15-20 milyar dolardan bahsediyoruz.

 

Bunu görüp erken seçim kararı alınabilir. Maaş ayarlamaları, zamlar, düzeltmeler yapılıp bir düzlük yaratılmaya çalışıp seçime gidebilir.

 

Eklemeliyim ki Erdoğan gibi bir karakter “Kışı da böyle atlatalım, ben programıma inanıyorum. Bahar aylarında daha iyi bir yerde olacağız. Oraya kadar ittirelim” diyebilir. O karar çok sancılı bir ekonomik kriz dönemine bizi sokabilir. Dileyelim ki bir an evvel bir erken seçim yapılsın, çünkü başka bir çıkış yok bu girdiğimiz yoldan. Çark etmelerini, faiz artırmalarını falan beklemiyorum. Arttırsalar da hiçbir işe yaramayacağı bir ortamdayız artık zaten.

 

Şimdi bir başka programdan bahsediliyor, enflasyon korumalı tahvil gibi. Bu Türkiye’ye yeni bir 20-21 Aralık yaşatmaz mı?

 

Çiller döneminde yapılmış, denenmiş şeyler. Amaç döviz mevduatlarını yeniden TL’ye döndürmek. Çünkü hala yüklü bir miktarda bir döviz mevduatı var. En son baktığımda 160 küsur milyar dolar civarında idi. Oradan bir parçayı koparıp Merkez Bankası kaynaklarına sokmak istiyorlar. Bunun içinde “Kur kurumalı mevduat bir yere kadar çalıştı. Artık ömrünü doldurdu, -tabii bunu itiraf etmeden söylüyor- madem sorunumuz enflasyon, kurdaki artış da enflasyonun altında kalıyor ise ben size enflasyonu garanti edeyim. Bunu bir yıl vade ile yapayım” diyor. Ama tabii net bir açıklamaları yok. Bizim yandaş basının yazdığı yazılardan detaylarına hakim olma şansımız oldu. Dolayısıyla siz bu tahlili aldığınız zaman döviz mevduatınızı bozdurup TL’ye geçiyorsunuz. Kur korumalı mevduatta olduğu gibi bu sefer kur farkını değil enflasyon alıyorsunuz.

 

Buna nereden bakarsak bakalım çok sorunlu bir şey. Kaldı ki çok da fazla talep gelmeyecek gibi düşünüyorum. Çünkü bunun için de TL’den dönenler olmayacak. Bankadan mevzuat kaçacağı için onu engellediler. İkincisi bu birkaç adımda olsa bile önümüzdeki sene yüzde 100 bir enflasyonist ortamda hazineye inanılmaz bir yük binmiş olacak. Üçüncüsü de ve belki de en önemlisi yaptıklarında o 20 Aralık etkisini yaratmayacak

 

Neden?

 

Enflasyon ve veriler güvenilir değil artık. Yani 73 olduğuna hiçbirimiz inanmıyoruz herhalde. Vatandaş dövizde durmuş, kur korumalı mevduata dahi girmemiş. Bütün bu altı ay boyunca hala dövizde durmayı tercih etmiş. O riski tamamen görmüş “Ben güvenmiyorum bu hükümetin adımlarına” diyen vatandaştan bahsediyoruz. Neden güvenilmeyen bir 73 ya da ne olacaksa gerçek enflasyona neden kendini ezdirsin? Çünkü bu politikalara karşı dövizi tutanlar “TL zaten değer kaybedecek. Ben oradan kazanacağımı kazanırım. Hiç bu işlere girmeyeyim” diyecek. Dolayısıyla böyle bir ürün çıktığında belki birkaç milyar dolar çözülür. Ama o 20 Aralık etkisini yapmayacaktır.

 

Öte yandan döviz satma gücü yok artık Merkez Bankası’nın. Hani telaş ile 40 milyar dolar sattı. Bir 10-15 daha sattı. Sonra ne olacak? Bu satışlar o ürünü destekleyemeyecek. O yüzden ben onun başarılı bir ürün olacağını düşünmüyorum. Çok ciddi talep getireceğini düşünmüyorum. Yapılması halinde de hazineye çok büyük bir yük olarak önümüzdeki seneye döneceğini düşünüyorum

 

Olası bir erken seçimde Türkiye bir seçim ekonomisini kaldırabilir mi?

 

Enflasyon çok kısa bir sürede, Kasım 2021’de yüzde 19’dan, yedi ay gibi bir sürede yüzde 70-80 bandına fırladı. Haziran mayıs nakit bütçe verileri açıklandı. Onun içinde mayıstan mayısa gelirlerde yüzde 200’ün üzerinde artış var.

 

Neden?

 

Çünkü insanlar enflasyonun yükseldiğini gördükçe tüketimini erkene aldı. Bugün aldığı yarın daha pahalı olacağı için şirketler de bundan faydalandı. Enflasyon muhasebesi de yapılmadığı için vergi gelirleri coştu. Harcamalara bakıyoruz, mayısa özel yüzde 46’lar civarında artmış ama ocak mayıs döneminde harcama artışı yüzde 84’lerde, gelir artışı yüzde 100 seviyesinde.

 

Dolayısıyla ek bütçe de gelecektir bence. Daha çok da kur korumalı mevduat harcamaları için diye düşünüyorum ben. Ama seçim ekonomisi kaçınılmaz. Son çareleri insanlara ucuz kredi vermek, ceplerine para koymak ve 3600 ek göstergeyi çıkarmak gibi adımlar olacak. Ama bunlar işe yaramayacaktır. Çünkü asıl yapması gereken enflasyonu düşürüp, refah payını arttırmak.

 

Bunların bize maliyeti olacak mı?

 

Tabii ki bu bizi üç haneli enflasyona mıhlayacak. Hazinenin sırtına çok büyük bir yük bindirilmiş olacak. Bir de buna kamu harcamalarının artmasını ekleyelim. TL’nin gittiğini, değer kaybettiğini biliyoruz ve bu enflasyonist baskı demek. Üretici fiyatları endeksi yüzde 130’lara dayandı. Tüketici fiyatlarına yansıması devam ediyor. Petrol fiyatı 120’den 140’a gidecek diyoruz. Korkunç bir enflasyonist döngüye soktular bizi. Ve bunu düşürmenin, bunu normalleştirmenin maliyeti de çok yüksek olacak. Bundan sonraki hükümetin de işi çok zor olacak.


***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version