Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Buldan’dan Danıştay 10’uncu Daire Heyetine: Vicdanlı yargıçlar olarak anılın

Buldan’dan Danıştay 10’uncu Daire Heyetine: Vicdanlı yargıçlar olarak anılın


AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kararıyla 20 Mart 2021 tarihinde İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararına karşı açılan 200’ü aşkın davalara ilişkin ikinci grup başvuruların duruşması Danıştay’da başladı.

Duruşmaya, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Pervin Buldan’ın yanı sıra HDP ve Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) çok sayıda milletvekili katıldı. Salon, Türkiye’nin dört bir yanından izleyici olarak gelen kadınlar tarafından dolduruldu. 

 

HDP ADINA BULDAN SAVUNMA YAPTI

 

HDP adına savunma yapan Eş Genel Başkan Pervin Buldan, sadece HDP’li kadınlar adına değil tüm kadınlar adına konuşacağını dile getirdi. Buldan, “Kadına yönelik her türlü şiddetin önüne geçmek için birçok ülkede yürürlükte olan İstanbul Sözleşmesi’nin feshinin iptaline ilişkin açtığımız dava için burada bulunmaktayız. İsmim Pervin Buldan, Halkların Demokratik Partisi İstanbul Milletvekiliyim ve aynı zamanda partimin Eş Genel Başkanlık görevini yürütmekteyim. Fakat sadece HDP’li kadınlar adına değil, Türkiye’de yaşayan tüm kadınlar ve LGBTİ+’lar adına da bugün burada bulunmaktayım. Dolayısıyla yapacağım savunma, tüm kadınlar adınadır” dedi.

 

Kadına yönelik şiddetin erkek egemen sistemin sonuçlarından biri ve aynı zamanda bu sistemi devam ettirmenin araçlarından biri olduğunun altını çizen Buldan, savunmasını şöyle sürdürdü: “Bazı ülkeler uygulamaya koydukları gerçekçi ve çözüm üretici politikalar sayesinde kadına yönelik şiddeti azaltmayı başarabilmişlerdir. Ülkemizde de kadın örgütleri ve kurumlarının mücadelesi sonucu 2011 yılında imzalanan ve 2014’te yürürlüğe giren ancak 21 Mart 2021 yılında Cumhurbaşkanlığı kararıyla feshedilen İstanbul Sözleşmesi de bu amacı taşımaktaydı.

 

 OPUZ DAVASI HATIRLATILDI 

 

Türkiye’yi sözleşmeyi imzalamaya götüren süreç esas olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) 2002 tarihinde verdiği Nahide Opuz kararıdır.  Bu kararın altını özellikle çizmek isterim. Bu karar, bazı önemli gelişmelere zemin olması ve kararın işaret ettiği hususlar bakımından son derece önemli bir karardır. Opuz Davası’nda AİHM, Türkiye’yi yaşam hakkını koruyamadığı için mahkum etmiştir.  AİHM, tarihinde ilk defa ev içi şiddette bir tarafın kadın olduğu için ayrımcılığa uğradığı gerekçesiyle bir devleti mahkum etmiştir. Bu, AİHM’in bu alanda verdiği ilk mahkumiyet kararıdır. Bu karar, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde kabul ettiği yükümlülükleri yerine getirmediği dolayısıyla Avrupa Konseyi ve Birleşmiş Milletler nazarında oldukça olumsuz bir tabloya işaret etmiştir. Bu tablo ayrıca, Türkiye’yi 2012’de yürürlüğe girecek olan 6284 Sayılı aile içi şiddeti önlemeye yönelik yasanın hazırlıklarına itmiştir.

 

KADIN MÜCADELESİNİN BAŞARISI

 

İstanbul Sözleşmesi kadınların uzun soluklu mücadelesinin sonucu kazanılmış ve erkek şiddetine karşı mücadelenin yollarını adım adım örmüş temel bir sözleşmedir. Her ne kadar 2011 yılında imzalandığında AKP iktidarı kendilerinin bir kazanımı gibi lanse etse de esasen Cumhuriyet tarihinden daha eski bir mücadele olan bu topraklardaki kadınların mücadelesinin bir başarısıdır. Bu sözleşme, kadın örgütleri başta olmak üzere yıllarca erkek şiddetine karşı mücadele edenlerin zaferi olarak tarihe geçmiştir.

 

MUAZZAM BİR YOL HARİTASI 

 

İstanbul Sözleşmesi, kadınlara yönelik her türlü şiddetin önlenmesi, kadınların her türlü şiddetten korunması, şiddetin faillerinin kovuşturulması, yargılanması ve cezalandırılması için özenle hazırlanmış bir metindir. Yani bu sözleşme, erkek şiddetine son vermek için muazzam bir yol haritası sunmaktadır. İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddetin en yoğun olduğu zamanlarda imzalandı. Kadınların, çocukların, LGBTİ+ların yaşam, barınma, istihdam hakkını korumak amacı taşımaktaydı. Sözleşme, şiddete karşı sistematik bir mücadelenin nasıl adım adım örüleceğini anlatmaktadır. Şiddetin ekonomik ve psikolojik boyutlarının altını da çizmektedir. Kadına yönelik şiddetin ister kamusal, ister özel alanda olsun, bir insan hakkı ihlali olduğuna, ayrımcılığın bir biçimi olarak anlaşılması gerektiğine dikkat çekmektedir. Fiziksel ve cinsel şiddetin yanında ızdırap veren her türlü eylem, baskı ve şiddet suç sayılmaktadır.

 

YÜKÜMLÜLÜKLERİ DEVLETE YÖNELİK

 

Yine ilk kez uluslararası bir sözleşme, toplumsal cinsiyetin tanımını yapmakta ve şiddetle mücadele etmek isteyen taraf devletin, toplumsal cinsiyet paravanının arkasına sığınamayacağını özellikle vurgulamaktadır. Sözleşmenin getirdiği yükümlülükler o denli önemlidir ki; silahlı çatışma durumlarında bile geçerliliğini korur ve taraf devletlerin bunu garanti altına alması gerektiğini savunur. Sözleşmenin getirdiği yükümlülükler öncelikle devlet görevlilerine yöneliktir. Bu nedenle devlet kendi adına hareket eden görevlilerinin İstanbul Sözleşmesi’nin gereklerini yerine getirmesini sağlamak zorundadır.

 

Sözleşme, tarafların her türlü şiddet eylemini ve ayrımcılığı önleyecek ‘gerekli yasal ve diğer tedbirleri’ almasını zorunlu kılmaktadır. Kadınları güçlendirecek faaliyetlerin yaygınlaştırılmasını istemektedir. Sözleşmeyle birlikte taraflara, ulusal anayasalarına veya ilgili diğer mevzuata kadın erkek eşitliği ilkesini dahil etme ve bu ilkenin uygulanmasını sağlama, kadınlara karşı ayrımcılığı yasaklama ve kadınlara karşı ayrımcılık yapan yasa ile uygulamaları yürürlükten kaldırma zorunluluğu getirilmektedir.

 

FATMA ALTINMAKAS KATLİAMI 

 

Yine kapsadığı kesimlerin din, dil, ırk farklılıklarından dolayı mağdur edilmemesini esas alır. Bu esasın önemini daha önce maalesef Fatma Altınmakas davasında gördük. Evli olduğu erkek tarafından katledilen Fatma’nın Türkçe bilmediği için jandarma karakolunda kendisini ifade edemediği ortaya çıkmıştı. Bugün ülkede Türkçe bilmeyen belki milyonlarca kadın bulunmaktadır. Özellikle ülkede son dönemlerde kamu kurumlarında ve toplumda körüklenen ırkçılık Türkçe bilmeyen kadınların ölümüne de sebep olmaktadır. Ülkenin bu kadar dış göç aldığı ve kadınların savaş sonrası göç sürecinden en çok etkilenen kesim olduğu gerçeği göz önünde bulundurulunca İstanbul Sözleşmesi’nin devleti sorumlu kıldığı tercüme konusu hayati bir önem kazanmaktadır.

 

GREVİO’NUN TÜRKİYE TESPİTİ

 

İstanbul Sözleşmesi tüm devletlere, şiddet mağduru kadınlar için barınma, yaşamını sürdürme gibi her türlü ihtiyacını karşılayacak bütçeyi zorunlu kılar. Ancak bugün Türkiye’de kadınların yaşadığı yoksulluk derinleşirken kadınların nafaka hakkı dahi gasp edilmek istenmektedir. İstanbul Sözleşmesi imzalanmış olsa da ne yazık ki hiçbir zaman etkin biçimde uygulanmamıştır. Taraf devletlerin sözleşmeyi uygulayıp uygulamadığını takip eden GREVİO, 2018’de yayınladığı raporunda bunun altını çizerek, Türkiye’yi yükümlülüklerini yerine getirmeye çağırmıştır. GREVİO, Türkiye’nin bu kapsamdaki çalışmalarının son derece başarısız ve yetersiz olduğu tespitini yapmıştır.

 

3 BİNİN ÜZERİNDE KADIN KATLEDİLDİ

 

Nitekim bunun ağır sonuçları yıllar içerisinde çok daha derinleşmiştir. 2011 yılından bu yana 3 binin üzerinde kadın erkekler tarafından katledilmiştir. Buna karşın; kadınları katledenler ya da katletmeye teşebbüs edenler adeta adliyelerin ön kapısından girip arka kapısından çıkmış, haksız tahrik indirimleri almış, pandemi döneminde serbest bırakılmışlardır. Bir kısmı bu süreçte teşebbüsünü tamamlayarak, söz konusu kadını ya da bir başka kadını katletmiştir.

 

ŞİDDET MAĞDURU KÜRT BİR KADINSA…

 

Sözleşmenin etkin uygulanmaması kadına, çocuğa, LGBTİ+’lara, Kürt kadınlara ve mülteci kadınlara yönelik işlenen suçlarda cezasızlık politikalarını daha da perçinlemiştir. Özellikle Kürt kadınlara yönelik işlenen suçlarda, failler iktidar veya bağlantılı kurumlarda görevli olan kişilerse özel bir cezasızlık politikası uygulanmıştır. Failler hakkında hukuki süreç işletilmemiş, resmi kimlikli failler iktidarın koruması altına alınmıştır.

 

KATLEDİLEN ÇOCUKLAR

 

Yine çocuk istismarı Türkiye’nin yıllardır yapısal çözümler üretemediği yakıcı sorunlardan biri olarak karşımızdadır. Kamusal ve özel alanlarda çocuklara yönelik istismarla ilgili çokça olay açığa çıkmasına rağmen Ensar Vakfı ve Rabia Naz örneklerinde görüldüğü gibi bu istismar vakalarının bizzat iktidar tarafından üzeri örtülmektedir. Yine bu nedenle de çocuğa yönelik her türlü istismarın önlenmesi için İstanbul Sözleşmesi hükümlerinin uygulanması elzemdir diyoruz.

 

KADIN CİNAYETİ TANIMLAMASI YAPILMALI

 

Türkiye’de kadına, çocuklara yönelik şiddet ve cezasızlık bu boyutlara ulaşmışken, asıl yapılması gereken kadın cinayetlerinin ayrımcılık sebebiyle işlendiğine dair yasalara özel bir ibare düşülmesidir. ‘Adam öldürme’ diyerek, münferitleştirmek yerine kadın cinayeti tanımlamasıyla sorunu görmek ve çözüm yoluna gitmektir. Ancak bugün iyileştirme yerine sözleşmenin feshini tartışıyoruz. Bu bir utançtır bu ülke için. Bu ülkenin tarihi ve ülkede yaşayan bütün kadınlar için.

 

İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükten kaldırılma kısmı, adım adım ilerletilmiştir. Önce iktidara yakın medya aracılığıyla sözleşme ‘kabahat’ gibi gösterilerek, algı yaratılmaya çalışılmış ve kadın düşmanlarının hedefi haline getirilmiştir. Yine iktidar yetkilileri tarafından sözleşmenin yürürlükten kalkması için, öncesi ve sonrası hedef gösterici açıklamalar yapılmıştır.

 

‘TEK ADAM’ KENDİNE YETKİ VERDİ

 

AKP Genel Başkanı Erdoğan, kendisine verdiği yetkiyle bir gece yarısı Cumhurbaşkanı Kararnameleri yayınlamıştır ve İstanbul Sözleşmesi’ni fesih ettiğini açıklamıştır. Erdoğan önce kendisine yetki veren bir kararname yayınladı, verilen bu yetki kararnamesine dayanarak da işlem yaptı. Tek adam tek adama yetki vererek, tek adam adına kararname çıkardı. Bu kadar basit.

 

YOK HÜKMÜNDE BİR KARAR

 

Fakat kadınların Anayasal metni olan İstanbul Sözleşmesi öyle tek adam keyfiyetiyle fesih edilecek bir statüde değildir. İstanbul Sözleşmesi, Anayasa’nın 90. maddesine göre, usulüne uygun olarak 24 Kasım 2011 tarihinde TBMM tarafından onaylanmış ve 6251 sayılı Kanun ile TBMM tarafından yürürlüğe konulmuş uluslararası bir sözleşmedir. Kaldı ki, İstanbul Sözleşmesi şiddetle mücadele konusunda bir insan hakları sözleşmesidir. Anayasamızın 104. maddesi uyarınca, ‘temel haklar, kişi hakları konusunda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarılamaz.’ Bu itibarla Cumhurbaşkanı Kararıyla yapılan işlem ‘fonksiyon gaspı’ niteliğinde olup yok hükmündedir. 

 

ESAS OLAN İKTİDAR DEĞİL

 

Hukuk sistemi, yargı makamı da bu noktada hukukun gereklerini yerine getirme sorumluluğuna sahiptir. Esas olan iktidar gücünün ne buyurduğu değil hukukun neyi buyurduğudur. Dolayısıyla gereği yapılmasını, İstanbul Sözleşmesi bir an evvel yürürlüğe konularak etkin bir şekilde uygulanmasını tekrardan talep ediyoruz. Nitekim İstanbul Sözleşmesi’nin fesih edilmesinden bu yana kadınlara yönelik olarak gerçekleşen suçlardaki anlamlı artış oranları bu fesih kararı ile sadece hukukun çiğnenmediğini, birçok suça da yol verildiğini kanıtlar niteliktedir.

 

İstanbul Sözleşmesi’ni etkin bir şekilde uygulamak yerine, kadın cinayetlerini durdurmak yerine, kadınlara; kadın mücadelesine ve kadın muhalefetine savaş açmış tekçi bir iktidar gerçeği ile karşı karşıyayız. Cezaevleri demokratik siyaset yürüten kadın arkadaşlarımız ile dolduruldu, baskı gördü, işkence gördü, sürgüne zorlandı. Tüm dünyanın gözleri önünde kadın milletvekilimiz bizzat polis tarafından ölümle tehdit edildi. Eşit temsiliyet ilkesine dayanan eş başkanlık sistemimiz suç ilan edildi.

 

KOBANÊ DAVASI

 

Başta Kürt kadınları, HDP’li kadınlar olmak üzere ülkede siyaset yaptığı, muhalif olduğu veya başka bir görüşü savunduğu için erkek-devlet şiddetine maruz kalan, yargılanan, ceza alan tüm kadınlara uygulanan bu politikalar insan haklarına, kadın haklarına aykırı olduğu gibi İstanbul Sözleşmesi’ne de aykırıdır, suçtur. Bugün partimize açılmış Kobanê Kumpas Davası’nda, Gezi Davası’nda, 8 Mart ve 25 Kasım yürüyüşlerinin yargılandığı davalarda ve yüzlerce başka davada, çok sayıda kadın ağır cezalarla yargılanmaktadır. Kadına yönelik şiddetle mücadele eden kadın dernekleri ya ağır baskılar altında ya da kapatma davalarıyla sindirilmek istenmektedir.

 

KADINLAR MÜCADELE ETTİĞİ İÇİN YARGILANIYOR

 

Kadınlar, tekçi erkek zihniyetin kendilerine çizdiği sınırları kabul etmediği, bu sınırlarla yaşamak istemediği için yargılanmaktadır. Kadınlar ‘artık ölmek istemiyoruz’, ‘şiddet, baskı altında yaşamak istemiyoruz’, ‘özgür ve eşit bir yaşam istiyoruz’ dedikleri için yargılanmaktadır. Kadınlar, doğasına-suyuna, yaşam alanlarına sahip çıktığı için yargılanmaktadır. Kadınlar, en kutsal mücadele olan barış mücadelesini yürüttüğü için yargılanmaktadır. Kadınlar kadın özgürlükçü, demokratik bir toplumu savundukları için yargılanmaktadır. Kadınlar faşizme biat etmedikleri için yargılanmaktadır. Kadınlar; faşizme, tekçiliğe, ırkçılığa ve nefret siyasetine karşı öncü bir mücadele yürüttükleri için yargılanmaktadır. 

 

MÜCADELEMİZE DEVAM EDECEĞİZ

 

Yani kadınlar, mücadeleleriyle İstanbul Sözleşmesi’ni somut olarak uygulamaya çalıştıkları için yargılanmaktadır. Bu nedenle her zaman söylediğimiz gibi erkek yargı değil, gerçek yargı diyoruz. Güçlülerin hukuku değil, haklıların hukuku diyoruz. Erkeklerin üstünlüğünü değil, eşitliğin üstünlüğünü gözeten bir yargı sistemi diyoruz. Eşitlik gözetilsin ki, adalet olsun diyoruz. Bu nedenle eşitlik için, adalet için, yaşam için İstanbul Sözleşmesi’ni bugüne kadar her alanda ve platformda nasıl savunduysak bugünde en inançlı ve kararlı şekilde savunuyoruz. 

 

TARİHİ BİR KARAR VERECEKSİNİZ

 

İstanbul Sözleşmesi’ni savunmaya, etkin bir şekilde uygulanıncaya kadar mücadele etmeye de devam edeceğiz. Ortak kadın mücadelemiz engellenemez, durdurulamaz. Bugün belki de tarihi bir karar vereceksiniz. Bu vereceğiniz kararla Türkiye’nin vicdanına öyle bir imza atın ki, ileride sizden vicdanlı yargıçlar olarak bahsedilsin. Türkiye’deki milyonlarca kadın adına sizden sadece vicdanlı olmanızı talep ediyorum.”

 

Buldan’ın sözleri salonda bulunan kadınlar tarafından sık sık alkışlandı.


***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version