Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Bahçeli: Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem teklifi, güçsüzleştirilmiş Türkiye’nin taslak beyannamesidir

Bahçeli: Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem teklifi, güçsüzleştirilmiş Türkiye'nin taslak beyannamesidir


MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Rusya-Ukrayna savaşı hakkında ilk açıklamasını yaptı.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 6 muhalefet partisinin imzaladığı ve kamuoyu ile paylaştığı Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metni’ne ilişkin olarak, Metinde Türk milleti, inanç, irade, milli birlik ve kardeşliğe atıf yoktur. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem teklifi, güçsüzleştirilmiş Türkiye’nin taslak beyannamesidir. Bizim nazaramızda buruşturulup atılacak bir kâğıt parçasından farksızdır. Bu metni tarihi yapan tek şey, 28 Şubat zihniyetine uygun olarak güçlendirilmiş istikrarsızlık bildirgesi olmasıdır. Açıklanan metin, bir anayasa önerisi değil, yeni bir 28 Şubat bildirisi olarak tarihe geçecektir” dedi.

 

MHP lideri Bahçeli, patisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada muhalefeti Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem çalışmaları üzerinden hedef alırken, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistem’e vurgu yaptı. Bahçeli, Rusya-Ukrayna arasındaki savaşa ve Türkiye’nin pozisyonuna da değindi. 

 

Bahçeli, “Türkiye’nin geleceği, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, gelecek ümidi de Cumhur İttifakıdır. Zillet ittifakı ya bu muazzam yönetim sistemine kuzu kuzu alışacak ya da Türk milleti bunların hepsini ayıklayıp tarihin bodrum katına süpürecektir” diye konuştu. 

 

Bahçeli, HDP’nin “Dolmabahçe Mutabakatı’na dönülmeli” çıkışına atıfta bulunarak, “HDP’nin Dolmabahçe Mutabakatı ile yaptığı açıklama, zilletin 6 partisine gönderilmiş selam, ‘Biz de varız ve sizinleyiz’ mesajıdır. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem çalışması, PKK’ya FETÖ’ye, bölücü mihraklara ikramdır” ifadelerini kullandı. 

 

Bahçeli, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin haksız olduğunu söylerken, Ukrayna’nın NATO ile Rusya arasında sıkıştığını savundu ve Rusya’ya ateşkes çağrısı yaptı. Bahçeli, Batı’nın Rusya’ya tepkilerinin “etkisiz” olduğunu söylerken, “Gelişmeler ve gerçekler göstermiştir ki, Rusya ve Ukrayna ile doğrudan temas kuracak, görüşecek tek ülke Türkiye’dir” diye konuştu. 

 

 

Bahçeli’nin açıklamasından satır başları şöyle:

 

“24 Şubat’ta Rusya, komşusu Ukrayna’ya karşı haksız ve hukuksuz bir işgal hareketi başlattı. Bu operasyon, uluslararası hukuka, Ukrayna’nın bağımsız siyaseti barlığına ve Minsk sürecine terstir. 45 yıl boyunca Avrupayı bölen demir perde Soğuk Savaş’ın simgesiyse, Ukrayna’nın işgali de Soğuk Savaş sonrasının ciddi krizlerinden biri olarak sivrilmiştir. 

 

8. güne giren bu saldırı bütün vahametiyle sürmektedir. BM, yasadışı ve gayrimeşru harekat karşısında cılız ve zayıf kınama mesajlarından başka bir şey yapamamış, suya sabuna dokunan irade gösterememiştir.

 

Ekonomik yaptırımların balistik füzelerle nasıl boy ölçüşeceğini kimse ağzına alma gereği duymamıştır.

 

Putin’in tarihe yalancı şahitlik yaptırarak kanlı işgali haklı çıkarmaya çalışması, çelişki içinde bocaladığının trajik bir örneğidir. 

 

Donbass’ın Rusya’nın parçası olduğunu söylemesinin yanı sıra, Ukrayna kıyılarını Osmanlı’ya koruduklarını iddia etmesi de yanlıştır. 

 

Düne kadar Karadeniz adeta bir Türk gölüydü. Tarihin şahitliğine müracaat edersek, bırakın Putin’i, Türk milletinin karşısında ahkam kesmeye hiçbir devletin ne yüzü ne cüreti yetecektir. 

 

“Donbass’ı Ukrayna’dan koparma hamlesi bölücülüktür”

 

Donbass’ı Ukrayna’dan koparma hamlesi bölücülüktür. 

 

Ukrayna arada kalmış, güç blokları çemberinde sıkışmıştır. Filler tepinirken çimenler ezilmiştir. Putin’in nükleer silah tehditleri, masumların sesleri, askeri tankların sesleri, günahsız insanların dramı, dünyanın çaresizlik içinde kıvranışı, tuzu kuruların beyanatlar vermeleri; güç konsolidesini hedefleyen ülkelerin vahşi hesaplaşma özetidir. 

 

Putin’in, NATO’nun doğuya genişleme stratejisinden duyduğu rahatsızlık sır değildir. Bu kapsamda muhataplarıyla ters düşmesinden dolayı Ukrayna işgaline mecbur kaldıklarını söylemesi çok yenidir. 

 

1962’de, Küba füze krizinden dönemin ABD Başkanı, dönemin Sovyetler Birliği Başkanına güvence vermesiyle, dünyanın büyük bir savaşın eşiğine döndüğü insanlığın ortak hafızasına kayıtlıdır. 2008’de yapılan NATO Zirvesi’nde Ukrayna’nın NATO’ya alınması konusundaki kararın sürüncemede bırakılması, kutuplaşmayı ve Kafkaslardaki gerilimi tırmandırmaktan başka bir işe yaramadı. 

 

Ukrayna madem NATO üyesi yapılmayacaktı, ABD tarafından neden boş vaatlerle avutuldu? 

 

Ukrayna’yı ateş çukuruna çeken bir yanda Rusya iken, diğer yanda Batılı ülkeler değil midir? 

 

ABD ile AB ülkeleri küresel sahnenin ön taraflarında yaptırımlar açıklarken, arkada Rusya ile mutabakat zemini aramadıklarını bize yutturamayacak ve iddia edemeyecekler.

 

ABD Başkanı, Rusya’ya karşı askeri güç kullanmayacaklarını defalarca duyurma ihtiyacı hissetti. NATO da aynı hizaya girdi. Ekonomik, finansal ve siyasi yaptırımların artırılması, Rus uçaklarına uçuş yasağı getirilmesi, Rusya’nın saldırganlığına engel olamadı. 

 

“Batı; Ukrayna’yı Rusya’nın kucağına ve kursağına teslim etti”

 

Batı sürekli top çevirdi, durumu kurtardığını zannetti, Ukrayna’yı Rusya’nın kucağına ve kursağına teslim etti. 

 

Ukrayna’nın talihsizliği, bugüne kadar bağımsız kararlar alamamış olmasıdır. 2014’ten beri planlı operasyonlar, ele geçirme süreci bu ülkeyi felç etmiştir. 

 

Kırım’ın haksız ilhakına cevap verilmediği gibi caydırıcı yaptırımlar da devreye sokulamamıştır. 

 

Donbass bölgesi, 8 yıldır kaynayan kazan, patlamaya hazır bombadır.

 

Kazan-kazan düzeni devrededir. Çok bilinmeyenli, karmaşık denklemin ABD ile Rusya arasında yeşeren adı konmamış bir sürecin mahsulü olduğunu görmek lazım. 

 

Türkiye, çatışma haritasının tam ortasındadır. Başkent Ankara’dan dünyaya göz attığımızda, gördüğümüz gerçekler korkunç risk ve tehditlerin vahim boyutlara dayandığıdır. Küresel emperyalizmin dünya tasarımında insan, insanın canavarıdır. 

 

Ukrayna’nın zalim işgali, buna karşı gösterilen etkisiz tepkiler, yeni dünya düzeni hakkında hepimize ipucu vermektedir. NATO’nun taktik açıklamaları üzerine, Putin’in nükleer kuvvetleri alarma geçirmesi, korkunç senaryoları hızlandırdı. 

 

Silah gücüne güvenen, küresel yaptırımları göğüslemeye hazır olan bir devletin; üzerinde hak iddia ettiği bir başka devlete saldırmasının önü açılmıştır. Rusya’nın, BMGK’da, kendisi ile alınan kınama kararını veto etme hakkında sahip olması bu kuruluşun iflas ilanıdır. 

 

“Rusya-Ukrayna arasında acil ateşkes rejimi tesis edilmeli”

 

BM’nin toplanıp dağılması şu ana kadar hiçbir sonuç vermemiştir. Bu kurum reforma muhtaçtır. Dünyanın kaderi 5 devletin kaderine emanet edilemez. Rusya’nın BMGK’da pasifize edilerek bu konseyin ana yapısının değiştirilmesi, farklı ülkelerin dönüşümlü olarak konseyde yer almasını sağlamak uluslararası toplumun hedefi olmalıdır.

 

1-Ukrayna’nın siyasi ve toprak bütünlüğü ile, egemenlik haklarına saygı duyulmalıdır.

 

2-Rusya-Ukrayna arasında acil ateşkes rejimi tesis edilmeli.

 

3-Rusya işgalden derhal ve önşartsız vazgeçmeli, askeri unsurlarını geri çekmeli.

 

4-NATO, doğuya genişleme stratejisini gözden geçirmeli, sanal korkular üreterek gücünü ve üye ülkeleri bir arada tutma arayışından vazgeçmeli. 

 

5-Krizin çözülmesi için tek seçenek diplomasi ve diyalogdur. 

 

Gelişmeler ve gerçekler göstermiştir ki, Rusya ve Ukrayna ile doğrudan temas kuracak, görüşecek tek ülke Türkiye’dir. 

 

Cumhurbaşkanımızın, bölgesel ilişkileri göz önüne alıp çok yönlü siyasi, ekonomik, ticari ilişkileri kullanarak aktif arabuluculuk girişimi ateşkesin sağlanması için samimi gayretleri; barışın, huzurun, istikrarın anahtarıdır. 

 

Türkiye’nin hakemliğinde İstanbul merkezli bir müzakere ikliminin olması, barışçıl çabaları destekleyecektir. Rusya Ukrayna çatışmasına bizim bakışımız ilkeseldir, insanidir, uluslararası hukuk temellidir. 

 

Kategorik olarak hiçbir ülkenin ne yanında ne karşısında pozisyonumuzun olması düşünülemeyecektir. 

 

Dostluk ve komşuluk hukukumuz olan hiçbir ülkeyi gözden çıkarmamız söz konusu değildir. Türkiye cephe ülkesi olmayacak. Milli çıkarlarımız neyi gerektiriyorsa adresimiz ve konumuz orasıdır. 

 

Dış politika hassas bir alandır. Maceranın sonu acıklıdır. Milli beka önceliğimizdir. 

 

Putin haksızdır, bu haksızlığın cezasız kalması mümkün değildir fakat bu durum Rusya ile siyasi, ticari ve ekonomik ilişkilerimizi de zedelememelidir. 

 

Biz sırtımızı ona buna yaslamayız, medet ummayız. İşgalin karşı cephesindeyiz, köklü barışın yanındayız, adaletin yolundayız. 

 

Küreselci, eyyamcı, entrikacı değiliz, oncu buncu değiliz; kaynağını Türk İslam ülküsünde bulmuş Türk milliyetçiliğiz. 

 

Haksızlık karşısında susmanın dilsiz şeytanlık olduğunu iyi biliriz, davamızı satmayız. 

 

Hem Doğu’ya hem de Batı’ya elimizi uzatır, iki yöne de başımızı çeviririz. Biz MHP’yiz. 

 

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması sonucunda Batı’nın iki yüzlülüğü belirginlik kazanmıştır. Konu Türk ve Müslüman olunca üç maymunu oynayan uluslararası toplumun, deri rengine, etnik kökene göre uygulama geliştirmesi ırkçılıktır. Ukrayna Cumhurbaşkanı’nın kendi ülkesini AB ülkesi yapılması çağrısına, AB Komisyon Başkanı’nın, ‘Ukrayna bizden biri, onları içimizde istiyoruz’ demesi hastalıklı yaklaşıdır. Yani bu zamana kadar Türkiye’nin AB’ye alınmaması size benzemediğimizden dolayı mıdır? Bunu mu itiraf ediyorsunuz? AB barışının tehdit altında olduğunu iddia edenler, sırayı Türk ve İslam ülkeleri aldığında seslerini yükseltmekten uzaktır. Başını AB ile Birleşik Krallık’ın çektiği Batı ülkeleri, 8 yıldır Ukrayna ile Rusya’yı birbirine kışkırtırken, demokrasi tacirleri ne hikmetse kayıplara karışmıştır. 

 

Dünya adaletsizliğin pençesinde sıkışıp kaldı. Dünyanın geleceği adına endişemiz katlanmıştır. Türkiye, Ukrayna krizinde gelişmeleri isabetle okumuş, gerekli uyarıları yapmış, milli duruş sergilemiştir. 

 

“İstanbul’a kar yağdığında ulaşımı sağlamaktan aciz kaldıklarını ne çabuk unuttular!”

 

Zillet ittifakı bundan bile rahatsız olmuştur. Rusya-Ukrayna çatışmalarını neredeyse hükümete fatura edecek kadar taş kalpli hale dönüşmüşlerdir. 

 

Ukrayna’daki vatandaşlarımızı Türkiye’ye büyük mücadele ile getiren hükümete kara çalanlar, İstanbul’a kar yağdığında iki mahalle arasındaki ulaşımı sağlamaktan aciz kaldıklarını ne çabuk unuttu! 

 

Bu çirkin muhalefet zihniyeti, iktidarı düşürmek adına vatanı düşürmeye çoktan hazır olduğunu her defasında göstermiştir. Rusya’nın askeri operasyonu esnasında CHP Genel Başkanı ile İP Başkanı ağız birliği halinde S400 aleyhine açıklama yapmıştır. Kılıçdaroğlu, NATO’nun demokrasinin güvencesi olduğunu ileri sürerek halt etmiştir. Zillet ittifakının ana ortakları, Ukrayna krizi esnasında majestelerinin muhalefeti olarak sivrilmiş, Biden’ın muhbiri olarak serpilmiş, emperyalist ülkeleri selamlamıştır. 

 

NATO’yu demokrasinin güvencesi olarak görmek, Türk milletinin demokratik ve tarihsel egemenliğine büyük bir karşı çıkıştır. Demokrasinin güvencesi NATO değil, milletin iradesi ve egemenlik hükmüdür. 

 

CHP yönetiminin zulme yandaşlığı ve kürsel güçlere yaranma siyaseti geçmişi ile birlikte TC’nin kuruluş felsefesine aykırıdır. Türkiye sözüne güvenilir, taahhütlerine bağlı bir ülkedir. CHP S400leri kime karşı kullanacağız diye soruyor. 

 

YPG bize mi saldıracak dendiğinden beri şuursuz bir şekilde konuşuyor, hayal aleminde geziyor, Türkiye düşmanlarını aklamak için uğraşıyorsun. Tehdit, düşman neredeyse S400’ün hedefi oradadır. 

 

Kılıçdaroğlu, Rusya’nın buğday vermemesi halinde aç kalacağımızı, şarteli indirirse karanlıkta kalacağımızı söylemiş. Tasa etme Sayın Kılıçdaroğlu, üzerinde yaşadığımız topraklar bereketlidir, şehit kanıyla sulanmıştır. Ne aç kalırız, ne açıkta yaşarız. Zillet ittifakı yeter ki gölge etmesin, karanlıkları yarar da çıkarız. 

 

CHP Genel Başkanı’nın Ukrayna krizi esnasında Rusya’yı kötülemeye başlaması akıntıya kapılan sinyalci ve teslimiyetçi bir iradenin tezahürüdür.

 

“Montrö hususunda Türkiye’nin duruşu sağlam, tutumu dengeli ve berraktır”

 

Ön sıralarda CHP olmak üzere, Ukrayna’da çatışmaların yaygınlaştığı sırada Montrö’yü kasıtlı olarak yanlış yorumlayanlar, Kanal İstanbul’un çöktüğünü yazıp çizenler, Türkiye’nin elini zayıflatmanın hesabını yapan çevreler olarak dikkat çekmektedir. 

 

Sözleşme, Boğazlar bölgesinden geçişi, ticaret ve savaş gemileri açısından 4 ayrı ihtimali öngörerek belirlemektedir. Bunlar Türkiye’nin tarafısız olduğu savaş hali, taraf olduğu savaş hali, Türkiye’nin kendisini yakın savaş tehdidi altında gördüğü şartlar ile barış halidir. 

 

Savaşan devletlerin savaş gemilerinin Boğazlar Bölgesi’nden geçişi ise yasaklanmıştır.

 

Montrö Boğazlar Sözleşmesi hususunda Türkiye’nin duruşu sağlam, tutumu dengeli ve berraktır.

 

Zillet ittifakının Montrö hatırlatması siyasi tuzak, sözleşmenin gerçek boyutuyla terstir.

 

Küresel ve bölgesel gelişmelerin kurşun gibi ağır olduğu bugünkü ortamda, zillet ittifakının haksız, mesnetsiz ve ahlaken çarpık eleştirileri vatan ve millet sevgisiyle ters düştüğü gibi, sorumlu muhalefet anlayışıyla da çelişmektedir.

 

Ukrayna’da mevcut Cumhurbaşkanıyla son seçimdeki siyasi rakibi aynı anda çelik yelek giyip ülkelerini savunurken, zillet ittifakı Allah muhafaza sırtımıza hançer vurmanın hazırlığı içindedir.

 

Bu ittifakın sözcüleri, Türk milletini kimlik siyasetiyle bir görecek kadar millet muhalifi, dar bir anlayış olduğunu iddia edecek kadar da köksüzdür.

 

Siyaset yapmak başka, milli ve tarihi meselelerde ortak bir duruşa sahip olmak başkadır.

 

Esas olan önce ülkem ve milletim diyebilmektedir.

 

Asıl olan milli hedefleri ortaklaşa benimseyebilmektir.

 

Muhalefete Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem tepkisi

 

28 Şubat post modern darbenin yıldönümünde 6 parti, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem adıyla bomboş metni kamuoyuna açıklamışlardır. Metinde Türk milleti, inanç, irade, milli birlik ve kardeşliğe atıf yoktur. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem teklifi, güçsüzleştirilmiş Türkiye’nin taslak beyannamesidir. Bizim nazaramızda buruşturulup atılacak bir kâğıt parçasından farksızdır. 

 

Neymiş, Türkiye’nin umut ettiği bir çalışma için bir araya gelmişler. Kılıçdaroğlu’na bakarsak, 6 partiye tarih bir sorumluluk yüklemiş. Tarihi anlamayanların, milleti takmayanların Türkiye’nin hak ve çıkarlarını tanımayanların küresel güçlerinin telkini ile buluşmaları, omuzlarına binen sorumluluk değil, onurlarını lekeleyen suçluluk psikolojisi ile izah edilecektir.

 

48 sayfalık metnin içeriği tam takır kuru bakır, somut öneri yoktur. Bu metni tarihi yapan tek şey, 28 Şubat zihniyetine uygun olarak güçlendirilmiş istikrarsızlık bildirgesi olmasıdır. Açıklanan metin, bir anayasa önerisi değil, yeni bir 28 Şubat bildirisi olarak tarihe geçecektir. Bütüne bakıldığında bir uzlaşamama metni olduğu çok açıktır. 

 

6 partinin ortak çalışmasında ne yeni bir anayasa ne içeriğine ilişkin somut teklifler ne de bir yol haritası vardır.

 

Bu durum aslında zillet ittifakının hiçbir konuda uzlaşamadığını ve milletimize söyleyecek sözlerinin olmadığını işaret etmektedir.

 

28 Şubat bildiri metninde uzlaşılan tek nokta milletin ortak iradesi ile kabul edilen Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi karşıtlığıdır.

 

Mezkur metin ile 1982 Anayasası’nın da gerisine giderek 1961 Anayasası’nda olduğu gibi “devletin güçsüzleştirilmesi” amaçlanmaktadır.

 

1961 Anayasası ile getirildiği gibi Cumhurbaşkanının bir defalığına 7 yıllığına seçileceği söylenirken nasıl seçileceğinin kurnazca üzeri örtülmektedir.

 

1961 Anayasası döneminde olduğu gibi olağanüstü hal kararnamesinin kaldırılacağı, olağanüstü hal şartlarında devletin mücadele gücünün zayıflatılacağı görülmektedir.

 

Hâkimler ve savcılar kurulunun birbirinden ayrılarak geriye gidişin yargısal çatısı örülmek istenmektedir.

 

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile ortaya konulan mutlak millet iradesi ve güçlü devlet modeli tersine çevrilerek devletin etkisizleştirilmesi,

 

Ayrıca “düşürülemeyen istikrarlı hükümet” anlayışı yerine, Parlamenter Sistem’de “gensoru yoluyla düşürülebilen istikrarsız hükümetler” dönemine geçiş hedeflenmektedir.

 

Ortaya çıkacak istikrarsız hükümetler baştan kabul edilerek, çözüm adına “yapıcı güvensizlik oyu” önerisi getirilmektedir.

 

Almanya’da uygulanan bu yöntemde hükümeti düşürme çoğunluğuna sahip partilerin yeni hükümeti kurması gerekmektedir.

 

Bu öneri istikrarsız hükümetlerin kurulacağını baştan kabul ederek, hükümeti düşürenin alternatifini oluşturması önerisidir.

 

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde kabul edilen seçim ittifakı sayesinde ne oy aldığına bakılmadan tüm partiler Meclis’te temsil edilebilirken, Parlamenter Sistem’e geri dönülüp barajın yüzde 3’e çekileceğini ve Meclis’in daha güçlü hale geleceğini söylemek, ne söylediğini bilmeyenlerin şuursuzluğudur.

 

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde Meclis’te kaç partinin olduğu hükümetin istikrarına hiçbir şekilde tesir etmemektedir.

 

Parlamenter Sistem’de yüzde 3 barajı getirmek, hükümetin kurulmasını zorlaştırırken, düşürülmesini kolaylaştıracaktır.

 

28 Şubat bildirisi 1961 Anayasası gibi zayıf ve istikrarsız hükümetler dönemine ülkeyi mahkum etmek istemektedir.

 

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile ortaya konulan güçlü ve istikrarlı hükümet modeli 15 Temmuz darbe girişiminin yaralarını sarmış, milli beka kararlılıkla ve kahramanca müdafaa edilmiştir.

 

Irak, Suriye, Libya, Karabağ gibi bölgesel sorunların üstesinden gelinmiştir.

 

Dünya tarihine geçen küresel bir salgınla mücadelede kararlı bir yönetim sergilenmiştir.

 

Rusya-Ukrayna Savaşı’nda dirayetli bir yönetim ile Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin rüştü yeniden ispat edilmiştir.

 

Parlamenter Sistem döneminin istikrarsız ve zayıf yürütme modeline geri dönmeyi istemek tarihin akışını tersine çevirmeye kalkışmaktır ve sonuçsuz kalacağı kesindir.

 

28 Şubat günü zillet ittifakı hiçbir öneride bulunmadığı gibi, yeni bir anayasa vaadini de paylaşamamıştır.

 

Hâlbuki Milliyetçi Hareket Partisi olarak, aylar önce Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni kurumsallaştıran 100 maddelik yeni anayasa metnini hazırlayıp kamuoyunun bilgisine sunduğumuz herkesin bildiği bir gerçektir.

 

Parlamenter Sistemi kötü bir makyajla tekrar sunan bu 28 Şubat bildirisine karşı milletimizin ortak iradesi ile kabul ettiği Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini ve 2023’ü yeni bir anayasa ile taçlandırmak temel hedefimizdir.

 

Ölmüş ve ortadan kalkmış bir sistem güçlendirilemez.

 

Milletin geleceği nasıl ve ne zaman yapılacağı belirsiz bir hükümet sistemi değişikliği ile karartılamaz.

 

HDP’nin Dolmabahçe Mutabakatıyla ilgili açıklaması zilletin altı partisine atılmış pas, gönderilmiş selam, biz de varız ve sizinleyiz mesajıdır.

 

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem çalışması, PKK’ya, FETÖ’ye, küresel çevrelere, bölücü ve yıkıcı mihraklara ikramdır, itinayla uzatılan kirli elin ibrasıdır.

 

Yasama, yürütme ve yargı alanında yapılan tespit, değerlendirme ve hedeflerin hiçbir yenilik taşımadığı ortadadır.

 

Açıklanan metin geçmişe dönüş beyannamesidir.

 

Yarının Türkiye’sine değil dünün Türkiye’sine özlemdir.

 

Koalisyonlar dönemini tekrar canlandırma niyetidir.

 

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem dedikleri beyhude bir oyalanma, yükselen Türkiye’nin önünü kesme gayesidir.

 

Türk milleti bu zillete inanıyorum ki müsaade etmeyecektir.

 

Türkiye’yi tarihin gerisine düşürme emelini hiç kimse başaramayacaktır.

 

Sıradan, basit, etkisiz, kimliksiz, ruhsuz, eskinin kötü bir kopyası olan 28 Şubat Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem açıklaması zillet partilerinin elinde patlamış, hevesleri kursaklarında kalmış, deyim yerindeyse nal topladıkları açığa çıkmış, alayı birden havlu atmıştır.

 

Türkiye’nin geleceği Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, gelecek ümidi de Cumhur İttifakı’dır.

 

Türk milleti emsalsiz kararını 16 Nisan Halkoylamasıyla vermiştir.

 

Zillet ittifakı ya bu muazzam yönetim sistemine kuzu kuzu alışacak, ya da Türk milleti bunların hepsini birden ayıklayıp, önüne kattığı gibi tarihin bodrum katına süpürecektir.


***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version