Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Şark sansürü ve aktivizmin bedeli

Şark sansürü ve aktivizmin bedeli


YORUM | ALİ DİNÇER

“Ya öncülük et, ya takip et ya da yoldan çekil.” (Thomas Paine)

Basketbolcu Enes Kanter Freedom’ın NBA kariyeri şimdilik sona ermiş görünüyor. Performansının düştüğünü ve son dönemde süre alamadığını söyleyenler var. Basketbola ilgim yok ve konunun o boyutuna vakıf değilim. Ancak yapılan birçok yorumda, kariyerini asıl ateşe atan şeyin, son dönemde insan hakları aktivizminin hedefine Türkiye’nin yanı sıra Çin’deki rejimi de koyması olduğu iddia ediliyor.

Konuya ilişkin olarak geçtiğimiz günlerde The Atlantic’te “Artık hepimiz realistiz” başlıklı önemli bir makale yayımlandı. Bir kısmında Kanter’in hikayesinden bahsedilen makalede, problemin oyuncunun aktivizminin kapsamına Uygurları da dahil etmesiyle ilgili olduğu şu ifadeyle anlatılıyor: “Hedefi Türkiye olduğu sürece, NBA onu rahat bıraktı.”

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

İnsan hakları hassasiyetinin reelpolitik duvarına çarpması yeni bir tema değil. İlk Nazi toplama kampı Dachau’nun açılmasından sonra altı yıl boyunca dünya Nazilerle diplomatik ilişkilerini devam ettirdi. Stalin rejimi, Katyn katliamı vesaire onlarca savaş suçuna rağmen 2. Dünya Savaşı’nın kahramanları arasına yazıldı. Güney Afrika’daki Apartheid rejimi küresel sistemin nispeten ücra bir köşesinde olmasının bedeli olarak yaptırımlara maruz kalsa da, Ortadoğu’da kendi Apartheid düzenini kuran İsrail, uluslararası toplumun önüne serdiği kırmızı halılarda yürümeye devam ediyor.

Türkiye’deki rejimin namlusunda yer alanlar için son altı yıl bu açıdan oldukça öğretici oldu. Kağıt üzerinde dahi olsa AB adayı olan bir ülkede yaşanan sistematik insan hakları ihlallerinin raporlardaki alelade endişe ifadeleriyle geçiştirilmesi, AİHM koridorlarında kaybolan dava dosyaları, daha taslak aşamasına bile gelemeden önü kesilen yaptırım kararları…

Kanter’in kariyerinin baltalanması ise bize meselenin bir başka boyutunu öğretiyor: Karşınıza aldığınız tiranlığın gücü, içine girdiğiniz aktivizmin bedeli açısından belirleyici. Türkiye’nin jeostratejik konumu ve Erdoğan rejimi altında mobilize edilen reelpolitik gücü, hak ihlalleri karşısında ancak Batılı hükümetlerin kısmi suskunluğunu ve uluslararası kurumların eylemsizliğini satın almaya yeterken, Batı ülkelerinde icrai konumda olmayan muhalefet çevreleri, parlamentolar, sivil toplum, medya veya özel sektör üzerinde yaygın bir sansür ortamı tesis etmeye kadar varamıyor.

Türkiye bağlamından çıkıp Çin’e yöneldiğinizde insan hakları ihlallerindeki barbarlık dozu nasıl artıyorsa, Ankara’dan Pekin’e geçildiğinde bu ihlalleri işleyen rejimin elinin uzanabildiği yerler de o ölçüde artıyor. Amerika’da polis şiddetini ve ırkçılığını protesto etmek için milli marşı protesto eden Amerikan futbolu oyuncularının dahi susturulamadığı bir ifade özgürlüğü ortamında, ABD’nin müttefiki dahi olmayan bir başka ülkenin soykırım suçlusu diktatörünü hedef almanın bedelini NBA’deki kariyerinizle ödeyebiliyorsunuz.

Özgür demokratik dünyanın değerleri üzerinde daha önce pek görülmeyen türden bir tehdit dolaşıyor. Küreselleşmenin sonuçlarından biri olarak gelen ve spor liglerinden dizi-film endüstrisine, üniversitelerden sosyal medyaya birçok alanda hiçbir Batılı hükümetin hayal bile edemeyeceği güçte bir sansür, bu dünyanın vatandaşları üzerine aşama aşama çöküyor. Liberal demokrasilerin bu sınavda gösterecekleri performans ve mukavemet gücü, bu etkileşimin neticesinde küresel sistemin alacağı yeni şekiller, Türkiye dahil olmak üzere tektonik kırılma hatları üzerinde bulunan birçok ülkenin kaderiyle de yakından ilgili. Kanter hikayesi, bundan sonra nereye varırsa varsın, şimdiden bu büyük resmin parçalarından biri haline geldi.

Kanter’in Türkiye ve Erdoğan konusuna odaklı kalması gerektiğini düşünebiliriz. İhaleyi büyüterek kariyerini ateşe atmakla sorumsuzca davrandığına da inanıyor olabiliriz. Birçoğumuzun “Onun yerinde olsaydım şöyle yapardım” senaryosu vardır. Benim de var. Ancak unutmamak gerekir ki, insan hakları mücadelesi veren bir aktivist, her şeyden önce kendi vicdanına karşı sorumludur. Ödemeye hazır olduğu bedeli de ancak kendisi belirleyecektir.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version