YORUM | MAHMUT AKPINAR
Yusuf Bekmezci Abi hakkında bir şeyler yazacak, söyleyecek en son kimselerdenim. Eminim ki O’nun hakkında cilt cilt kitaplar yazılacak, videolar çekilecek. İnsanlar hatıralarını kaleme alıp O’nu anlatacaklar. Öğrenciliğim İzmir’de geçtiği için kendisiyle çok aynı ortamlarda bulundum. Yazıya dökülebilecek iki küçük hatıramı paylaşmak istiyorum.
1986 veya 1987 yılı. İzmir Buca’da öğrenciyiz. Eğitim yılı ortasında bir öğrenci evi açacağız. Eskiden imkanlar kısıtlı olduğu için evleri genelde esnafların kullanmadığı artık eşyalarla tefriş ederdik. Yıl içinde ev açılacağı zaman mevcut evlerin fazlalıkları toplanır, kırık dökük, elde olanla bir ev daha açılırdı. Ders çalışmak için bazen eski-püskü masalar, sehpalar olurdu. O dönem ucuz ve kolay olduğu için diz üstüne konabilecek bir tahta bulup çalışmak modaydı. İzmir’de kaloriferli ev bilmezdik. Sobayla ısınan, bodrum katlarda veya kuzey cephe, nemli evleri kiralayabilirdik.
Açacağımız yeni ev için mevcut evleri dolaştık ve “tabut” tabir edilen, altına eşya konabilen, üstünde yatılan birkaç kanepe bulduk. Kıyıda-kenarda duran perdelerden ve artık çaputlardan perdeler uydurduk, onları çiviyle duvarlara tutturduk. Eski halıflekslerden ve ucuz Uşak kilimlerinden yer sergilerini ayarladık. Ama ocak, mutfak eşyaları, tabak tencere gibi şeyler eksik kaldı. Onlara verecek paramız yoktu. “Ne yaparız?” diye düşünürken bir abimiz bize bir kağıt yazdı ve “Bunu Kemaraltı’nda züccaciye işi yapan Yusuf Bekmezci abiye verin, o size yardımcı olur” dedi. Yusuf Bekmezci adını ilk o zaman duydum. Notu cebimize koyduk, bir arkadaşla Buca-Konak otobüsüne bindik, İki Çeşmelik’te indik. Havra Sokağı’ndan geçip Kemeraltı’nda Yusuf Abi’nin züccaciye dükkanını bulduk. Selam verip girdik, içerde 40’lı yaşların sonlarında yapılı, vakur, mehip bir kişi duruyordu.
Bizim müşteri olmadığımızı anladı sanırım, tok sesiyle, “Buyrun kardeşim!” dedi. “Abi falanın selamıyla geldik” deyip notu uzattık. Okuduktan sonra ciddi ama sıcak bir ifadeyle “Kardeşim nelere ihtiyacınız var?” diye sordu. Öyle mehabetli ve vakur duruyordu ki, ihtiyaçlarımızı çekinerek ve dikkatlice söyledik. İhtiyacımızdan fazlasını söylesek veya farklı şeyler istesek fark edecek ve mahçup olacakmışız gibi hissettik. Güven veren ses tonuyla “Tamam kardeşim” deyip kendisinde olanları bir kenara koydu. Sonra bize dönüp “Biraz bekleyin, diğerlerini de komşulardan tedarik edip geleyim” dedi ve çıktı. Yarım saat sonra diğer eksiklerimizi de almış olarak döndü. Eşyaları taşıyabileceğimiz şekilde paketledi ve, “Allah’a emanet olun, güle güle kardeşim” deyip bizleri yolcu etti.
Ne gereksiz bir konuşma yaptı, ne de bizi sorguladı. İhtiyacımızı gördü ve dua ile yolcu etti. O gün, hedefine kilitlenmiş, gereksiz iş ve laftan sakınan, ciddiyet ve mehabet sahibi, etkileyici ama bir o kadar da saygı, hayranlık uyandıran bir esnaf profili gördüm. Sonraki yıllarda Yusuf Abi’nin adını, yaptıklarını, fedakarlıklarını çok duyacaktık.
Yusuf Abi’yi hep öğrencilerin ihtiyaçları, kurumların sıkıntıları için koştururken, didinirken gördük. Vaazlarda her daim kürsünün dibinde olurdu. İzmir esnafı üzerinde büyük kredisi vardı. O krediyle çevresinin imkanlarını, katkısını hizmetlere yöneltirdi. Genç esnaflar için tam bir örnek, üsve-i hasene idi. Hizmeti yeni tanıyan esnaflar onunla tanıştırılırdı. Herkes onun karakterinde, davranışlarında ve ticaretinde etkileyici bir yan bulurdu. Hizmet’in hangi safhalardan geçtiğini, bugünlere nasıl geldiğini, ne zorluklar, fedakarlıklar üzerine bina edildiğini en iyi o bilirdi. Anlatımında mübalağa, manipülasyon, zoraki duygusallık olmazdı, hatta başlarda anlatımı biraz kuru gelirdi. Ama mantığa, akla hitap eden, dinleyenlere güven veren, samimi sözleri dinleyenleri ikna ederdi.
Aradan yıllar geçti, mezun olup bir yurtta idareci olduk. O dönemler resmi denetimler yanında esnaflardan denetim-tedarik heyetleri kurulurdu. Bu heyetler kurumların temizlik ve düzenine bakar, eksiklerini gidermeye çalışırdı. Yusuf Abi yurtların denetim işlerinde görevlendirilmiş, çalıştığım yurda geldi. Yeni açılan yurda öğrenci almıştık, ama çok eksiğimiz vardı. Yusuf Abi vakur duruşuyla, temiz ve düzgün giyimiyle, ceketinin düğmesi ilikli şekilde yurda geldi. Davudi sesiyle selam verdi. Hiç soluklanmadan ihtiyaçlarımızı, eksiklerimizi sordu. Sonra tek tek odaları gezmeye başladı. Bir dağınıklık, düzensizlik gördüğünde hemen düzeltmeye, temizlemeye yöneliyordu. “Yapılsın!” “Edilsin!” diye emir kipinde konuşmuyor, “Niye yapılmadı?” diye suçlayıp mahçup etmiyordu. Ortada olan işin altına elini sokuyor ve oracıkta düzeltmenin yolunu arıyordu. O anda yapılamayacak işleri ve eksiklikleri ise not alıyordu.
Koca Yusuf abi gocunmayıp işin altına girince, herkes işlerin bir yanından tutuyordu ve problemler hemencecik çözülüyordu. Ziyaret sonunda kimseyi itham etmedi, kimseye kem söz söylemedi, kimsenin gıybetini yapmadı. İkram ettiğimiz çayı içecek kadar dahi boşa vakit harcamadı. Eksikliklerle ilgili, “Kardeşim şunları şunları da ben bulacağım, yapacağım, yaptıracağım” deyip ayrıldı. Nitekim çok sürmeden söz verdiği işlerin yapılmasını sağladı.
Yusuf Bekmezci Abi kendisini iman hizmetlerine adamış, dakikasını fevt etmeyen, lüzumsuz söz ve fiilden uzak duran, ömrünü gençliğin eğitimi, ahlakı, fazileti için tüketmiş bir dava adamıydı. Vakurdu, ciddiydi, mehabetliydi, ama duyarlıydı, duygusaldı, gözü yaşlıydı. Dünyanın her yerinde açılan eğitim müesseselerinde, alınan bilim madalyalarında, yetişen Altın Nesil’de onun emeği, gözyaşı, teri vardır.
Beldelerinde herkesin bildiği, tanıdığı, güvendiği, örnek aldığı, Nusret Muğla, Yusuf Bekmezci gibi erenler, hasbiler torun sevecek yaşlarında, boğazına kadar pisliğe gömülmüş bir rejim tarafından “terörist” ilan edildiler. Katiller, caniler, tecavüzcüler sokaklara salınırken eline çakı almamış bu pîr-i faniler hücrelere atıldı, tedavileri yapılmadı, tahliye edilmedi, hapishanelerde öldürüldüler. Ödüller verilip omuzlarda taşınacak, ülkesi için çırpınan insanları, hiçbir şekilde şiddete bulaşmadıkları halde “terörist” ilan edip hapislerde öldüren ülke iflah olmaz! Bunu seyreden halkın da yüzü gülmez! 80’lik hasta hayırseverleri cezaevlerinde öldürmesi, kadın, çoluk çocuk, yaşlı ve hastalara zulmetmesi, iktidarın haddi aşan, zalim bir güruh olduğunun açık delilidir.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***