Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Enerji krizi: 1970’lerde görülenden farkı ne?

Enerji krizi: 1970'lerde görülenden farkı ne?


Geçen yıl enerji fiyatları özellikle Avrupa’da hızlı arttı, fiyat artışları 1970’leri andıran bir “enerji krizi” tartışmasını başlattı.

Belki, yine bir “enerji krizinden” söz etmeye izin verecek düzeyde fiyat artışları, tedarik sorunları söz konusu ama bu kez karşımızda 1970’lerden çok farklı bir durum var.

 

Enerji fiyat indeksi (IMF/FRED), Nisan 2020’de 52,7 düzeyindeyken, Ekim 2021’de 257 düzeyine fırlamış.

 

Benzer bir “şok” finansal kriz başlarken de yaşanmış, Ocak 2007’de 136 olan indeks Temmuz 2008’de 312’ye fırlamış, sonra hızla düşerek Mart 2009’de 121’e gerilemişti.

 

Ancak, 2008 ile 2021 arasında enerji piyasaların beklentileri açısından belirgin bir fark var.

 

Doğalgaz ve ham petrolün gelecek piyasalarında indeksleri 2008-2020 döneminde belli bir aralıkta dalgalanırken, 2020’den bu yana doğalgaz ve ham petrol piyasalarında fiyat artışları beklentisi egemen görünüyor.

 

Yıl kapanırken “enerji krizi” konulu yorumlarda sık sık aktarılan, kimi sanayi işletmelerinde enerji tedarikinde kesintiler, kimilerinde yeni fiyatlardan dolayı üretimi kısmalar, kimi yerlerde boş süpermarket rafları, servis veremeyen petrol istasyonları, dar gelirli hanelerin kışın evlerini yeterince ısıtamayacaklarına ilişkin kaygılar, doğal gaz piyasalarında, özellikle İngiltere’de enerji dağıtım şirketleri sektöründe yaygın iflaslar gibi günlük yaşama ilişkin somut örnekler de bir “kriz” durumuna işaret ediyor.

 

Çok daha karmaşık bir dinamik

 

1970’lerdeki iki enerji krizinin arkasında, ABD ve Avrupa’da üretim kapasitesinin sınıra dayanmış olması gibi ekonomik etkenlerin yan sıra OAPEC (petrol ihraç eden Arap ülkeleri örgütü) ambargosu (1973), İran Devrimi (1979) gibi sert jeopolitik sarsıntılar da vardı.

 

Bu kez, sert ve istikrarsız fiyat artışlarının, tedarik sorunlarının arkasında patojenik, ekolojik, ekonomik, jeopolitik boyutlarıyla çok daha karmaşık bir dinamik var.

 

Patojenik boyut, Covid-19 salgınıyla ilgili.

 

Covid-19 salgını pandemiye dönüşünce, hastalığın etkileri ve devletlerin aldıkları, kapatma, sosyal mesafe, karantina gibi önlemler hem tüketici talebini, turizm sektörünü, perakende sektörünü olumsuz bir yönde etkiledi, enerji tüketimini aniden ve şiddetle düşürdü.

 

İkincisi; salgın, çok uluslu şirketlerin birçok üretim platformuna ev sahipliği yapan Çin’in Vuhan kenti karantinaya alınınca ortaya çıkan durumun sergilediği gibi birçok noktada tedarik zincirlerini koparttı, üretim ve taşımacılık dolayısıyla enerji tüketimi hızla frene bastı.

 

Covid-19 aşıları, test sistemleri devreye girer ve sağlık sektörü son gelişmelere uyum sağlarken; hükümetler ekonomik basınca dayanamayarak önlemleri azaltmaya, tüketici talebi ve ekonomi hızla canlanmaya başladı. Enerji sektörü de bu duruma uyum göstermekte zorlanınca arz yetersiz kaldı.

 

Ekolojik boyut ise iklim krizinin etkileriyle olduğu kadar iklim krizini önleme sürecinde fosil yakıtlardan uzaklaşma çabalarının piyasalara getirdiği belirsizliklerle de ilişkili. Sonbahar ve kış mevsiminde kimi bölgelere aniden çöken aşırı soğuklar gaza, petrole ve hatta kömüre olan talebi aniden arttırıyor.

 

Buna karşılık yazları aşırı sıcak hava dalgaları, soğutucu ve klima kullanımı üzerinden elektriğe olan talebi aniden ve hızla arttırıyor.

 

Ek olarak aşırı soğuklar Avrupa’da kimi yerlerde elektrik üreten rüzgâr tribünlerinin verimliliklerini azalttı.

 

Böyle bir soğuk dalgası ABD’nin Teksas eyaletinde, zamanında kışa hazırlayacak yatırımlar ihmal edilmiş bir dağıtım şebekesini günlerce çalışamaz konuma soktu.

 

Asya’da, Çin’in güneyinde su baskınları sonucu bazı kömür madenlerinin verimi düştü.

 

İklim krizinin etkisiyle oluşan kuraklıklar, özellikle Çin’de ve Güney Amerika’da da hidroelektrik üretiminin kapasitesini ve verimini düşürdü, doğal gaza ve kömüre olan talebi arttırdı.

 

Özetle enerji sektörü, Covid-19 denetim altına alınmaya başlarken hızla artan enerji talebini gerektiği gibi karşılayamadı.

 

Yukarda değindiğim ekonomik koşullara ek iki etkenden daha söz etmek gerekiyor.

 

Bunlardan biri 1980’lerden başlayarak hızla özelleştirilen enerji sektöründe üretici ve dağıtıcı şirketlerin, sabit sermaye yatırımlarını en az da tutmaya çalışarak, öncelikle var olan sabit sermayeden en yüksek karı üretme çabası üzerinde odaklanmış olmalarıyla ilgili:

 

Hem kapasite gereken hızla artmadı, hem de var olan alt yapı eskimeye, kırılganlaşmaya başladı.

 

İkincisi, yatırım bankaları, fosil yakıttan uzaklaşma sürecinin, yenilenebilir teknolojilerin gelişmesinin hızlanma olasılığını düşünerek, kapasite arttıracak krediler karşısında giderek daha az istekli davranmaya başladılar.

 

2000’li yıllarda iklim krizi konusu öne çıktıkça; ABD’de kaya gazı ve topraktan basınçla çıkarılan petrol alanındaki çalışan çoğu orta büyüklükteki üreticiler, kredi alabilme olasılıklarını koruma hesabıyla, fiyatları, karlılıklarını yüksek tutabilmek için kapasiteyi bilerek arttırmadılar.

 

Diğer taraftan, küreselleşme döneminde, likit doğal gaz tedarik süreci, talebi boru hatlarıyla ve uzun dönemli kontratlarla karşılama pratiğinden, tankerlere ve spot piyasa alımlarına doğru kaymaya başladıkça, bütünleşmiş, son derecede dinamik bir gaz piyasası oluşmaya, dahası gaz bir girdi olma özelliğinin yanı sıra, bir yatırım enstrümanına dönüşmeye, fiyatı da spekülasyon konusu olmaya başladı.

 

Bu da enerji sektöründe, fiyatın belirlenmesinde arz-talep ilişkisinin katkısını daha da istikrarsızlaştırdı.

 

Jeopolitik-jeoekonomi de önemli bir etken

 

Jeopolitik-jeoekonomik sorunlar da arzın talep karşısında yetersiz kalmasına, fiyatların yükselmesine katkı yapıyorlar.

 

Örneğin, Rusya devlet şirketi Gazprom, Avrupa’ya verdiği gazı artırmadı ya da artıramadı.

 

Bu durum belki Ukrayna sorununa, Avrupa Birliği (AB) ve NATO’nun tavrına bir tepki olarak okunabilir.

 

Ancak, eğer artırmamış değil de artıramamış ise bu durum, Rusya’nın gaz piyasasında Avrupa Birliği’nin Çin karşısında rekabet gücünü kaybetmesi ve gazın Avrupa yerine Çin’e gidiyor olması olarak da yorumlanabilir.

 

Bu konuda analistler arasında henüz bir görüş birliği yok. Bu belirsizlik de fiyatlar üzerinde baskı yaratan bir başka etken olarak karşımıza çıkıyor.

 

Ancak, 2020-21 enerji “krizinin” arkasında, en önemli jeopolitik-Jeoekonomik etken olarak Çin’in artmaya devam eden enerji talebinin yattığını söyleyebiliriz. (Adam Tooze, “Energy crisis 2021- The China shock, 28/12/21)

 

Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA) son kömür raporunda (Coal, 2021 Analysis and Forecast 2024) işaret edildiği gibi Çin dünyada kömür üreten, tüketen ve ithal eden ülkelerin başında geliyor.

 

Çin gereksinimini karşılayacak miktarda kömür üretemediği zaman ve açığı ithalat ile kapatamadığında, gaz tüketimine ve ithalatına yöneliyor.

 

Çin, Likit Doğal Gaz ithalatında da 2020 ve 2021 yıllarında, Japonya’yı geçerek bu alanda dünya birincisi oldu.

 

IEA’ya göre dünya gaz piyasasında da fiyatları, Çin’in gereksinimleri yönlendiriyor.

 

Geçtiğimiz iki yılda Çin’de iklim koşulları (sel baskınları), Covid-19 etkileri, kömür sektörünü, üretimi küçük madenlerden büyük madenlere kaydırarak yenden yapılandırma sürecinin etkileri kömür üretimini aksatırken elektrik talebini (aşırı soğuk, aşırı sıcak dalgaları) artırdı.

 

Çin’in en önemli tedarikçileri olan Asyalı üreticiler de benzer nedenlerle, kapasite sıkıntısı çektiklerinden, açığı kapatamayınca Çin’de enerji tüketimi talebi talep doğal gaza yöneldi.

 

Bu sırada Çin küresel ısınmayla mücadele bağlamında başlattığı kampanya kapsamına 7 milyon hanenin daha ısıtma sistemlerini kömürden gaza çevirdi.

 

Tüm bu etkenler birleştiğinde Çin’in toplam gaz talebi %16 oranında artmış. Bu artış ithalata yansıyarak küresel doğalgaz fiyatları üzerinde büyük bir basınç oluşturdu.

 

2021’de Çin ekonomisi %8 düzeyinde büyüdü. Çin’in elektrik tüketimi bu dönemde yaklaşık %10 arttı.

 

IEA bu basıncın etkilerinin 2024 yılına kadar uzayabileceğini düşünüyor.

 

AB ekonomilerinin doğal gaz ithalatı gereksinimlerinin AB sağlık sistemleri Covid-19 sürecine adapte oldukça, ekonomileri toparlandıkça artmaya devam edeceğini var düşünürsek; enerji tedarik süreçlerindeki, fiyatlarındaki istikrarsızlıkların 2022 yılı boyunca etkin olmaya devam etmesini bekleyebiliriz.

 

KAYNAK: BBC TÜRKÇE – ERGİN YILDIZOĞLU


***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version