Roj GİRESUN*
Modern Türkiye’nin tarihi, birçok çelişkili kavramın keskin bir biçimde birbirinden ayrılması ülküsü üzerinde gelişti. İlerici-gerici, çağdaş-köhne gibi zıt kutuplara merkez ve taşra gerilimini de ekleyebiliriz. Yakın dönemde bu ikilemi derinden sarsan en iyi örnek olarak, 90’ların Refah Partisi’ni (RP) gösterebiliriz.
Ordunun Türkiye siyaseti ve bürokrasisi üzerinde tahakküm kurduğu zamanlarda RP marjinal bir yapı olarak algılanıyordu. Laik düzeni tehdit eden bir unsur olarak görülen RP o zamanlar anaakım medya tarafından da marjinal bir yapı olarak damgalanıyordu. 1994 yerel seçimlerinde aldığı sonuç tam da bu yüzden sarsıcı olmuştu. RP’nin Türkiye’nin ekonomik ve kültürel merkezi İstanbul’da ve siyasi merkezi Ankara’da birinci parti çıkması çoğu siyasi yorumcu için sürpriz olmuştu. RP’nin merkezde sergilediği başarı, 2002’de filizlenecek AK Parti’nin zaferinin de öncülüydü.
Metropol olarak adlandırdığımız ve ülkenin merkezi olan şehirler heterojen yapıdan oluşur. Birbirinden farklı toplumsal yapıların ve ekonomik çıkar gruplarının karşılıklı ilişkisi üzerinden gelişen merkez şehirler, ülkenin siyasi kaderi konusunda da söz sahibi olurlar. İşte RP, 1994’te İstanbul ve Ankara’da belediye seçimlerini kazandığında o günün hâkim anlayışına bir mesaj vermişti. Ortodoks İslami bir anlayışa sahip olarak lanse edilen RP, kendisinden beklenenin aksine sadece İslami hassasiyetlere sahip seçmenler tarafından değil kendi geleneksel tabanı dışındaki sosyal gruplar tarafından da desteklenmişti. O dönem adı konulmamış olsa bile sonrasında Fazilet Partisi’nde isim bulacak RP içindeki yenilikçi aklın merkezde siyaset yapma arzusu bu desteğin kazanılmasında etkili oldu.
İstanbul belediye başkanlığının ardından siyasi kariyeri hızla yükselen Recep Tayyip Erdoğan, kuruluşundan beri liderliğini yürüttüğü AK Parti’yle 2002’den beri Türkiye’yi aralıksız yönetti. Erdoğan ve AK Parti’nin sırrı çeşitli sınıfsal ve kültürel grupların çıkarlarını kendi siyaseti etrafında kenetlemeyi başarabilmesiydi. O yüzden AK Parti, RP’nin tarihsel bakiyesini geride bırakarak Türkiye siyasetinin merkezine yerleşti.
AK Parti ve Erdoğan, 2019’a kadar büyükşehirler olan İstanbul ve Ankara’yı elinde tuttu. Bu iki merkezin sembolik gücüyle taşrayı kendisine bağlamayı başaran AK Parti, 2019’daki yerel seçimler sonucunda Türkiye’nin merkezlerindeki belediyeleri kaybederek taşraya doğru geriledi. Erdoğan ve AK Parti farklı toplumsal kesimlerden aldığı desteği kaybetti; MHP ile kurduğu ortaklık sonucunda da daha homojen bir siyasi kesime seslenmeye başladı. Bunu AK Parti’nin özellikle büyük şehirlerde kaybetmeye başladığı oy oranlarında görebiliriz. Bu sonuçlar, AK Parti’nin taşrada belirleyici rolünü sürdürdüğünü; merkezde ise önemli oranda gerilediğini gösteriyor.
2014 yılında yapılan yerel seçimlerde, yüzde 47,9’luk oy oranıyla belediyeyi kazanan AK Parti’nin en yakın takipçisi olan CHP’yle arasındaki fark yüzde 7’ydi. 2019’da tartışmalı geçen yerel seçimlerde kaybetmesine rağmen AK Parti’nin oyu bir puan artmış görünse de bu, MHP ile kurduğu ittifak sayesinde olmuştu. Aynı seçimlerde Ankara’da da benzer bir durum yaşandı. 1995 yerel seçimlerinden bu yana milli görüş tandanslı partiler tarafından kazanılan Ankara Büyükşehir Belediyesi’ni AK Parti, müttefiki MHP’nin bu kentte İstanbul’a nazaran daha güçlü olmasına rağmen, daha açık farkla HDP-İYİ Parti destekli CHP’ye bırakmış oldu.
TAŞRAYA TUTUNMAK
Yıllardır ülkeyi yöneten ve bürokraside ağırlığı olan AK Parti, (başkanlık sisteminin de etkisini göz ardı edemeyiz) merkezleri kaybetse de taşrada gücünü olağan bir şekilde korumaya devam ediyor. Hatta denilebilir ki, AK Parti merkezde güç kaybettikçe taşraya daha fazla sarılmaya başlıyor. AK Parti, taşraya daha fazla sarıldıkça daha homojen bir yapıya bürünüyor. Olağan ve çoğulcu siyaset yapabilme yetisini kaybediyor.
Bugün AK Parti taşraya sıkışma riskiyle karşı karşıya. Taşradaki gücünü gerek devletin tüm olanaklarını kullanmak, gerekse dağıtabildiği maddi-manevi rant ile henüz koruyabilen AK Parti, merkezden taşraya sıkışma riskinin karşısında bir daha merkeze gelemeyecek olabilmenin travmasını yaşıyor. Büyükşehirlere açılırken yumuşayan, reformcu karaktere bürünen AK Parti’nin yeni dönemde taşraya sıkışırkenki söyleminde kesif ve korumacı bir karakter göze çarpıyor. Bu da onu İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) gibi belediyeleri “kaybetse de bırakmak istemeyen” bir pozisyona sokuyor.
AK Parti seçmeninin önemli bir kısmını halihazırda büyükşehirlerde yaşayan orta sınıf kentli muhafazakârlar oluşturuyor. Bu seçmen grubunun AK Parti’ye oy veren toplam seçmen içerisinde Kürt seçmenlerle beraber kopmaya en yakın grup olduğu görülüyor. AK Parti’nin diline sirayet eden bu taşralılaşmanın, bu seçmen grubu ile arasında yeni gerilim alanları oluşturması olası görünüyor. Taşraya oranla cemaatsel ilişki ağlarının siyaseti tayin edici gücünden uzak bu alanda AK Parti’nin kendisine oy veren büyükşehirlerdeki seçmen grubuyla arasındaki mesafenin açılması sürpriz olmayacaktır.
Merkezde siyaset yapmak yerine taşraya tutunmak çoğu zaman çaresizlikten ileri gelir. AK Parti’nin açık seçim zaferleri kazandığı yıllarda, CHP’nin ana muhalefet olarak Türkiye’nin seküler karakterli kıyı taşrasına çaresizce tutunması da buradan ileri geliyordu. Uzun yıllar belli bir seküler hassasiyetle kenetlenmiş kıyı taşra kentlerinde egemen olduğu için Türkiye siyasetinin merkezinde etkili olamayan ve ana muhalefet rolünü üstlenen CHP, İstanbul ve Ankara belediyelerini kazandığı 2019’dan beri merkezde yeniden aktif rol oynuyor.
Merkeze, AK Parti’ye yaşattığı travmatik seçim yenilgisiyle yeniden dahil olan CHP öncülüğündeki muhalefetin, AK Parti’nin 2002’de yaptığı gibi çeşitli sosyal ve ekonomik grupları kendi liderliğine ikna etmeyi ne kadar başarabileceğini ise zaman gösterecek.
BU YAZI İLK OLARAK PERSPEKTİF’TE YAYIMLANDI
*Roj GİRESUN Araştırmacı. Sivil toplum örgütlerinin farklı kademelerinde yöneticilik yaptı. 2012’den bu yana farklı kuruluşlar bünyesinde yürütülen çeşitli araştırmalarda yer aldı. 2018’den bu yana Rawest Araştırma’nın genel müdürlüğünü yapmaktadır.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***