Gelecek Partisi 2. yıldönümünü Yahya Kemal Beyatlı Kültür Merkezi’nde yapılan etkinlikle kutluyor. Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, yıldönümü kutlamasında partililere seslendi.
“Onlara baskı, bize kararlılıkla direnmek, inançla yürümek düşer” diyen Davutoğlu’nun konuşmasından satır başları şöyle:
Bundan 2 yıl önce 152 kurucumuzla birlikte, zorlu ama kutlu bir yola çıktık. Daha sonra bu yolda bana kadın, erkek, yaşlı , genç on binlerce vatan evladı umutla, azimle ve cesaretle katıldı.
‘KİMİMİZİN EVİ KURŞUNLANDI, KİMİMİZ SOKAK ORTASINDA SALDIRIYA UĞRADI’
Kimimiz kurucumuz Mehmet Aşan dostumuz gibi menzili görmeden Hakka yürüdü; kimimiz Covid yatağından faaliyetleri sürdürmeye çalıştı, kimimizin evi kurşunlandı, kimimiz sokak ortasında çakalların saldırısına uğradı, kimimiz trol çaylaklarının baskısı ile ifade vermeye çağrıldı, kimimiz kendilerini rızkın sahibi zanneden gafillerce işimizi aşımızı kaybetti; özetle her türlü baskıya maruz kaldık.
En sonunda kuruluş günümüz olan 12 Aralık için mutabakat sağladığım Haliç Kongre Merkezimizde yıldönümü kutlamamıza da, otobüsümüzün davet anonsu yapmasına da engel çıkarıldı.
Onlara baskı, bize kararlılıkla direnmek, inançla yürümek düşer. İktidar baskıları da, medya ambargoları da, ismimizin yer almadığı anket formlarıyla kamuoyu yönlendirmesi yapan anket manipülatörleri de bizi engelleyemez. Bir gün onlar da Gelecek gerçeğini görmek zorunda kalacaklar.
İki yıl önceki kuruluş konuşmamda da vurguladığım gibi, “Farklı yaşlardayız ama hepimiz genciz. Farklı inançlara mensup, farklı dilleri konuşan, farklı etnik kökenlerden gelen ancak bu aziz toprakları vatan bilen ve geleceğe birlikte yürümeyi şiar edinen bir topluluğuz.
Farklı kökenlerdeniz ama hepimiz eşit ve onurlu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıyız. Üç nesil olarak çok sancılar yaşadık, çok acılar gördük. Ama geçmişe değil geleceğe, nefrete değil sevgiye, öfkeye değil merhamete, korkuya değil ümide ayarlıyız.
‘HER TÜRLÜ BASKICI REJİMİ TECRÜBE ETTİK’
Bugün sadece farklı siyasi partiler değil farklı siyasi zihniyetler yarışıyor.
Bir tarafta farklı ideolojik kimlikler altında son bir yüzyılın gerilimleri, rövanşist kutuplaşmaları üzerinden iktidarlarını sürdürmek isteyenler; diğer tarafta bütün bu yaşananlardan ders çıkararak insan onuruna dayalı yeni bir ufka yürümek isteyenler var.
Geçtiğimiz yüzyılı maalesef otoriter yönetimlerle kaos dönemleri arasındaki gel-gitlerle kaybettik. Takrir-i Sükundan Tek Parti diktasına, Yassıada mahkemelerinden 12 Eylül darağaçlarına, 28 Şubat post-modern darbesinden 15 Temmuz hain darbe teşebbüsüne, otoriter yönetimleri meşrulaştıran geçiş dönemlerinden son yıllarda otoriterliği yapısal hale dönüştüren Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine kadar her tür baskıcı yöntemi tecrübe ettik.
Bu baskıcı yönetimleri meşrulaştıran kaos dönemlerinin ve tehdit senaryolarının acıları hala hafızamızdadır. Sağdan soldan idealist gençlerin toprağa düştüğü yetmişli yıllarda her kış ‘komünizm gelecek’ tehditleri ile yaşadıktan sonra bir güz sabahı 12 Eylül diktasına uyandık. Türlü mizansenlerle süslenmiş “irtica gelecek” senaryolarının işlendiği doksanlı yıllarda bir karakışta 28 Şubat cuntasının yasaklarıyla ve baskılarıyla kuşatıldık. Son yıllarda da “milli bekamız tehlikede” söyleminin örtmeye çalıştığı otoriter yolsuzluk düzeninin kıskacı altındayız. Son günlerde gündeme gelen ekonomik krizden OHAL yönetimi çıkarma çabaları bu kıskacın nasıl işlediğinin en çarpıcı örneklerinden birini oluşturmuştur.
‘ÖNCE PSİKOLOJİK BİR DEVRİM GERÇEKLEŞTİRECEĞİZ’
İşte biz ‘kaos ile baskıcı yönetimler’ arasındaki bu kısır döngüyü kırmak için yola çıktık.
Bu kısır döngü teslimiyetçi anlayışlarla veya zahiri kurtarmaya dönük günlük politikalarla değil cesur bir yenilenme hamlesiyle aşılabilir.
Gelecek Partisi’nin amacı insana, zamana ve mekâna hakkıyla hitap eden kapsayıcı bir yenilenmeyi başlatmaktır.
Bu yenilenme hamlesi için önce psikolojik bir devrim gerçekleştireceğiz. Korku ve ümitsizlik, baskıcı yönetimlerin psikolojik gıdasıdır. Tanımlanmayan düşmanlar, bölünme, irtica veya kazanımları kaybetme gibi korkular, ekonomik krizi tetikleyen ama adı konmayan dış ve iç mihraklar halkta gelecek korkusu oluşturur, baskıcı yönetimlerin önünü açar.
Bugün de iktidar kendisinin cehaleti ve ehil olmayan kadroları üzerinden oluşturduğu ekonomik krizi bir taraftan dış mihraklara bağlayarak örtmeye çalışmakta; diğer taraftan krizin varlığının bile tartışılamayacağı OHAL ilanının altyapısını hazırlamaya çaba sarf etmektedir.
İşte buradan başta Sn. Erdoğan olmak üzere iktidar sahiplerine sesleniyorum: devleti yöneten sizsiniz. Bugün tek bir sent tek bir kuruş bir yerden bir yere havale edilse tespit edilebilen küresel bir ekonomik sistem var. MASAK, BDDK, SPK ve ekonomik istihbarat birimleri elinizde. Eğer birileri böylesi bir operasyon yapıyor da siz faili tespit edip ilan edemiyor ve cezalandıramıyorsanız acizsiniz; yok eğer böyle bir odak yok da siz kendi beceriksizliğinizi, cehaletinizi örtmek için bunları uyduruyorsanız halkı aldatıyorsunuz.
Her iki halde de meşruiyetinizi kaybetmişsiniz demektir. Düşün artık bu milletin yakasından.
Her seferinde devletin sahibi, mülkün hakimi edasıyla herkese parmak sallayan Sayın Erdoğan ve sayın Bahçeli’ye sesleniyorum: Önce parmaklarınızı indirin ve sonra bilin ki “sizin bu devletteki payınız 84 milyonda birdir, ne eksik ne fazla”.
Aynen Toros dağlarında bir Türkmen obasında doğan, Diyarbakırda Serok, Erzurumda Dadaş, Kırımda Tatar, Saraybosna’da Boşnak, Kosova’da Arnavut, sizin unuttuğunuz Kaşgar ilinde Uygur, ata diyarım Horasan’da Hoca Ahmet diye anılan benim payımın olduğu gibi.
‘TARİH SİZİN DÖNEMİNİZİ ZİLLET DÖNEMİ OLARAK ANACAKTIR’
Tarih sizin döneminizi devletin itibar kazandığı değil, Türkiye Cumhurbaşkanına aptal olma diye hitap edildiği, yabancı devlet başkanlarının kapısında dakikalarca bekletildiği, 15 Temmuz hain darbe teşebbüsünün odağı olarak ilan ettiğiniz ülkelerden birkaç milyar dolar alabilmek için temenna çakılan, mazlum Uygur kardeşlerimizin can ve namuslarına tasallut edilmesine sessiz kalınan bir zillet dönemi olarak anacaktır.
Bu vesile ile vicdanları körelmiş iktidar sahiplerine tekrar sesleniyorum. Bir kez olsun swap dolarlarının sesine değil de Uygur kardeşlerimizin feryatlarına kulak verin ve birçok ülkenin yaptığı gibi Şubat ayında yapılacak Pekin Kış Olimpiyatlarını boykot edin.
Milliyetçiliği hamaset aracı olarak istismar eden Sayın Erdoğan ve Bahçeli, her fırsatta millete salladığınız parmaklarınızı bu güç merkezlerine sallayabilseydiniz bu zillet dönemi yaşanmazdı.
Unutmayın; devletin itibarı racon kesmekle, hamaset yapmakla, slogan atmakla değil, bilgiyle, vakarla ve devlet nezaketi ile korunabilir.
Bir siyasi iktidar değişiminde devletin zaaf göstereceği konusunda kara senaryolarla sizi statükoya mahkum etmek isteyenlere asla kulak asmayınız.
En kritik süreçlerde ekonomiyi sarsmadan, özgürlükleri kısıtlamadan, güvenliği zaafa uğratmadan yönetmiş Başbakanınız olarak size söz veriyorum: Ülkeyi ümitle değil korkuyla, muhabbetle değil baskıyla, şeffaflıkla değil yolsuzlukla yöneten bu iktidar sizin oylarınızla değiştiğinde devlet asla zaafa düşmeyecektir.
‘İSTANBUL SÖZLEŞMESİNDEN ÇEKİLMEK SIĞ BİR POPÜLİZM’
Bugün ülkemizin kadın hakları konusundaki karnesi gurur duyulacak bir karne değildir. Her gün vahşileşerek artan kadın cinayetleri hepimiz için yüz karasıdır. İktidarın, özünde kadına karşı şiddet için çıkarılmış olan İstanbul Sözleşmesinden çekilmesi sığ bir popülizmden başka bir şey değildir. İstanbul sözleşmesinden çekilmek iddia edildiği gibi aile yapımızı korumamış, aksine kadınlarımızı şiddete karşı daha da korumasız hale getirmiştir. İktidar bu konuda vaad ettiği Ankara sözleşmesi için ise hiçbir adım atmamıştır.
Gelecek Partisi olarak kadını korumakla aileyi korumayı birbiriyle çelişkili hedefler olarak görmüyoruz. Aileyi korumadan toplum korunamaz, kadını korumadan aile korunamaz. Bu bağlamda bir taraftan İstanbul sözleşmesini toplumda oluşturulan bütün önyargılar giderilerek tekrar devreye sokacak, diğer taraftan aile yapımızı korumak üzere kapsamlı bir stratejik eylem planını uygulamaya sokacağız.
Devletin adaleti göz ardı ederek baki kılınabileceğini sanan nice gafiller son yüzyılımızı kararttılar. Önce idam edip sonra hüküm veren İstiklal Mahkemelerinden, “sizi buraya tıkan irade böyle istiyor” diyen Yassıada mahkemelerine, 12 Eylül darbecilerinin önünde el pençe divan duran yargıdan 28 Şubat darbecilerinden brifing alan yargıya, mezhep ya da cemaat odaklı yargı yapılanmalarından iktidar odaklı yargı yapılanmasına kadar yargının gücün hizmetine sunulduğu nice örnekler yaşadık.
Hepsi de kendisini devletin koruyucu kalkanı olarak gösteriyordu. Ama hepsi de bazen sekuler, bazen dini bazen milli argümanlarla haklının değil güçlünün yargısına meşruiyet kazandırıyordu.
Bugün de iktidar sahipleri yargıyı adaletin dağıtıldığı değer-yüklü bir alan olarak değil, kendi gücünü tahkim eden ve oportünistçe kullanılan bir araç olarak görmektedir. Sayın Erdoğan insanları daha yargı süreci başlamadan hain, terörist suçlu ilan etmekte, kendi üyesi olduğumuz AİHM’ni kararlarını da, AYM kararlarını da, mahkeme kararlarını da yok saymakta, Bahçeli bir adım ileri giderek AYM’nin kapatılması gerektiğini devletin hakimi edasıyla söyleyebilmektedir.
İşin en acı tarafı da bütün bu adaletsizliklerin, çifte standartların milli beka iddiasıyla, milli ve manevi değerler hamaseti ile meşru kılınma çabasıdır.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***