Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

2021’de Orta Doğu: Rotasız normalleşme

2021'de Orta Doğu: Rotasız normalleşme


Birkaç yıldır keskin hesaplaşmaların yaşandığı Orta Doğu, 2021’de değişen koşullara bağlı olarak rotasını uzlaşma arayışlarına bıraktı.

Ankara’nın Doğu Akdeniz’deki enerji oyununda görülen tıkanmalar üzerine Mısır’la başlayıp İsrail’le nabız yoklayan ve hızlı bir gelişmeyle Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile el sıkışan normalleşme çabaları çok konuşulsa da 2021 farklı hasımlar arasında uzlaşma girişimlerine tanıklık etti.

 

Bir tarafta Arap ülkelerinden Suriye ile köprüleri kurmaya çalışanlar çıkarken diğer tarafta Körfez’de İran’la ilişkileri çatışmacı bir çizgiden diyalog zeminine çekmeyi hedefleyen adımları dikkat çekti.

 

Pek çok aktörün elindeki kartları yeniden karmasında ABD’de Demokrat lider Joe Biden’ın iktidara gelmesinin etkisini gözlemek mümkün.

 

ABD’nin bölgede daha az askeri ve diplomatik kapasite kullanma eğilimini sürdürmesi ve son olarak Afganistan’dan apar topar çekilmesi bölgesel müttefikleri bugünden “Amerikasız” denklemlere hazır olmaya itiyor.

 

ABD’nin çekilmesinin yansımaları

 

Körfez ülkeleri 2015’te Obama yönetiminin İran’la nükleer anlaşmayı imzalamasından mutsuzdu. Ardından İran’ın nükleer ve balistik füze programlarının yanı sıra Orta Doğu’da vekil güçler üzerinden nüfuzunu genişletmesini önleme konusunda Trump yönetiminin azami baskı siyasetine bel bağlamışlardı.

 

2018’de Trump’ın nükleer anlaşmayı çöpe atmasından da memnun görünüyorlardı. Fakat 2019’da Aramco’nun petrol tesisleri ile BAE açıklarında bazı gemilerin hedef alınması Amerikan güvenlik taahhüdündeki gediklere işaret etti.

 

Tabii Trump yönetimi İran’ın ortak tehdit olduğu algısını yükselterek İsrail’le ilişkileri normalleştirmeyi hedefleyen Abraham Anlaşmaları’nın 2020’nin son dönemecinde Körfez’den BAE ve Bahreyn ile imzalanmasını başardı.

 

Körfez’de yakalanan bu ivmeyle İsrail’in yanına itilen Sudan ve Fas’ın gerekçeleri elbette farklıydı: 2019’da Ömer el Beşir rejimini sırtından atan ama ipleri eline alan askeri konsey nedeniyle henüz sivil yönetime kavuşamayan Sudan, ABD’nin kara listesinden çıkarılma taahhüdü; Fas ise Cezayir’le kavgalı olduğu Batı Sahra üzerindeki egemenlik iddiasının tanınması karşılığında İsrail’le ilişki kurmayı kabul etti.

 

Bir taraftan da İsrail’le normalleşme Amerikan dostluğunu kazanmanın bir yolu olarak görülüyor. Ancak özellikle Körfez’de İsrail’le yakınlaşmanın İran’la olası çatışmalarda kendilerini ön cepheye dönüştüreceği endişesi de var.

 

Üstelik güçleneceği umdukları güvenlik şemsiyesi belirsizlikler barındırıyor.

 

Örneğin BAE, İsrail’i tanımaya karşılık, beklediği F-35 edinme hayaline kavuşamadı.

 

ABD’nin Temmuz’da Afganistan’dan çekilme tarzı ve Afgan hükümetinin ortada bırakılması da bölgesel ortaklar arasında Amerikan taahhütlerinin sağlamlığına dair kuşkuları artırdı.

 

İran’la nükleer dans

 

ABD’nin nükleer anlaşmadan çekilmesine Tahran’ın uranyum zenginleştirmeyi yüzde 60 oranına çıkarıp BM kontrollerini sınırlayarak yanıt vermesi azami baskı stratejisinin sonuçlarını da tartışmaya açtı: Bu yaklaşım Körfez ülkeleri açısından İran’ı korktukları yere taşıyabilirdi.

 

Artık Biden yönetiminin nükleer anlaşmaya dönme planına karşı değiller. Fakat Biden’ın da sonsuz savaşlardan kaçınma ve Asya’ya ağırlık verme stratejisine bağlı kalması birkaç yıldır Körfez ülkeleri arasında ilişkileri Çin, Rusya ve Hindistan gibi ülkelerle çeşitlendirme ihtiyacını teyit ediyor.

 

Nükleer anlaşmaya varılsın ya da varılmasın, komşuları İran’dan eskisinden çok daha fazla emin olmak istiyor.

 

İran’la 5+1 grubu arasındaki nükleer müzakerelerin sekizinci turu 27 Aralık’ta Viyana’da başladı.

 

Önceki turlarda İran tüm yaptırımların kaldırılmasını ve bunu teyit edecek bir takvimin belirlenmesini istiyordu.

 

ABD ise nükleer programla bağlantılı olmayan yaptırımları sürdürmekte kararlı gözüküyordu.

 

Muhafazakâr kanattan İbrahim Reisi’nin cumhurbaşkanlığı makamına geçmesinin ardından İran’ın müzakere koşulları biraz daha sertleşti.

 

Görüşmeler birkaç kez tökezlerken Biden yönetimi Avrupalı ortakların dışında Rusya ve Çin’in de Tahran’ı üzecek bir pozisyon almasını sağladı.

 

Biden yönetimi masanın dağılması ihtimaline karşı müttefiklerini alternatiflere hazırlamaya çalıştı.

 

Böylesi bir ortamda bölgedeki müttefikler açısından ABD’ye bel bağlamaktansa doğrudan temaslarla İran’la gerilimi düşürmek öncelik haline geldi. Yemen’de İran destekli Husilere karşı savaş Suudi kentlerini füzelerin hedefi haline getirdiğinden beri de Tahran’la konuşmak Riyad için hayati önem kazandı.

 

Irak Başbakanı Mustafa Kazımi’nin arabuluculuğunda Suudi Arabistan ve İran birkaç görüşme yaptı. Son olarak Aralık’ta Amman’da Güvenlik Araştırmaları Arap Enstitüsü’nde gerçekleşen bir toplantı vesilesiyle İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri, Suudi Arabistan ve BAE’den güvenlik yetkilileriyle güvenlik ve bölgesel konuları ele aldı.

 

Suudi Arabistan’la Yemen’deki ortaklığı bitirdiğinden beri sıkıntılı bir süreç yaşayan BAE de geri kalmamak için hem Türkiye hem İran’la ilişkileri normalleştirmenin yoluna baktı. BAE’nin manevra kabiliyetinin hızlı olması daha erken sonuçlar almasına yarıyor.

 

Irak’ı ön cephe olmaktan çıkarma girişimleri

 

Normalleşme ihtiyacı bölgede Irak için de hayati önem arz ediyor. Başbakan Kazımi ülkeyi İran ile ABD arasında çatışmanın ön cephesine dönüşmekten çıkarmak, İran’la gerilimin Irak’ın bir iç meselesine dönüşmesini önlemek ve Bağdat’ta Şiiler iktidarı belirleyen ana güç haline geldiğinden beri Arap komşularla oluşan soğukluğu gidermek için dikkat çekici temaslar yürüttü.

 

Kazımi İran ve Suudi Arabistanlı yetkilileri Bağdat’ta buluşturmanın ötesinde Tahran ile Washington arasındaki bir mesaj kanalı olmaya çalıştı. Bölgesel düzeyde Irak, Mısır ve Ürdün arasında enerji hatlarını da içeren üçlü ortaklık girişimi biraz daha yol aldı.

 

İlki 2020’de Amman’da yapılan üçlü zirvenin ikincisi 28 Haziran 2021’de Bağdat’ta gerçekleşti. Bu tür girişimler Irak’ın Araplar arasındaki yerine dönmesi ve İran’ın dengelenmesi açısından önemseniyor.

 

Bağdat ayrıca 28 Ağustos’ta Bölgesel Komşuluk Zirvesi adıyla bir toplantıya ev sahipliği yaptı. Türkiye, Suudi Arabistan, Kuveyt, Ürdün, İran, Mısır, BAE ve Katar’ın yanı sıra Fransa, ABD ve İngiltere katıldı.

 

Bağdat çok haklı sebeplerle bölgesel gerilimlerdeki gerilemenin Irak’ın kendi normalini ve iç barışını bulmasına yardımcı olacağını düşünüyor.

 

10 Ekim’deki seçimlerden sonra yeniden alevlenen gerilimler Irak’ın nasıl bir hesaplaşma alanı olduğunu bir kez daha hatırlattı. Haşdi Şabi içinde İran bağlantılı grupların sandıkta yaşadığı hezimet üzerine sokaklar hareketlendi. Restleşmeler Kazımi’nin konutuna iki insansız hava aracıyla kamikaze saldırısı düzenlemeye kadar vardı.

 

İran, Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaani’yi Bağdat’a göndererek durumu yatıştırmaya, Şii gruplar arasında birliği sağlamaya ve statükoyu değiştirecek bir iktidar oluşumunu önlemeye çalıştı.

 

Seçimin galibi Şii lider Mukteda es-Sadr tüm parti ve koalisyonların yer aldığı önceki hükümetlerin aksine İran yanlısı Şii grupları dışarıda tutup kendisine yakın Şii, Sünni ve Kürt partilerle çoğunluk hükümeti kurmak istiyordu.

 

İran tüm Şii grupların dahil olduğu ortak bir şemsiye çıkmadan Şiiler, Sünniler ve Kürtlerden oluşacak alternatife karşı çıkıyor.

 

Bağdat’ta bu tür uzlaşmazlıklar uzun zamandan beri bir tarafta İran diğer tarafta ABD’nin olduğu müdahale kanallarını aktif hale getiriyor.

 

Türkiye’nin zikzaklı normalleşme hikâyesi

 

Türkiye’ye gelince; dış ilişkiler ağındaki büyüyen açmazlar, ülkenin Doğu Akdeniz’deki enerji denkleminden dışlanması ve karşısında Mısır, İsrail, Ürdün, Kıbrıs Cumhuriyeti ve Yunanistan’ın yer aldığı bir blokun oluşması, ABD, İtalya ve Fransa’nın da bu bloktan yana durması, bu tablo karşısında Doğu Akdeniz’de oyunu bozmaya dönük sert güç gösterisinin ters tepmesi, beri tarafta 2019’da Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile imzalanan deniz yetki alanları ve askeri işbirliği anlaşmalarının belirsizliğini koruması, “Yeni Osmanlı” çağrışımı yapan müdahaleci siyasete karşı Arap hassasiyetinin büyümesi Ankara’yı yeni sayfalar açmaya itti.

 

Mısır ve İsrail’le ilişkileri normalleştirerek enerji denklemini tersine çevirme fikri öne çıktı. Buradan hareketle Sisi yönetimi ile istikşafi görüşmeler başladı.

 

Buluşmaların ilki 5-6 Mayıs’ta Kahire’de, ikincisi 7-8 Eylül’de Ankara’da gerçekleşti.

 

Karşı tarafın bu diyalogdan beklentisi, Türkiye’nin Müslüman Kardeşler’e desteğini kesmesi, Libya’dan güçlerini çekip kalıcı üs edinmemesi ve Arap dünyasının iç işlerine karışan politikalardan vazgeçilmesi.

 

Mısır muhalefetinin İstanbul merkezli üç kanalında bazı siyasi programlara son verilmesini olumlu olarak not eden Kahire somut adımlar görünceye dek süreci ağırdan alıyor.

 

Ayrıca Sisi yönetimi hem Körfez’deki destekçileri hem de Doğu Akdeniz Enerji Forumu’ndaki ortaklarında güvensizliğe yol açacak adımlardan kaçınıyor. Haliyle elçilerin karşılıklı atanması bir temenni olarak yeni yıla kaldı.

 

Körfez tarafına bakıldığında; Türkiye’yi taraf haline getiren blok içindeki kavganın gerilemesi yeni başlangıçlar için havayı yumuşattı. Katar’la komşuları arasında yaşanan gerilim ocakta El Ula’daki Körfez İşbirliği Konseyi Zirvesi’nde sona erince Doha’nın Türkiye için arabuluculuk etmesi gündeme geldi.

 

Mısır’la diyalog suları test ederken BAE ile beklenmeyen hızda yakınlaşma oldu. Daha önce organize suç örgütü lideri olmak suçlamasından hüküm giymiş Sedat Peker’in susturulması konusunda istihbaratçılar düzeyinde başlayan temaslar ikili çıkarların baskın çıktığı farklı bir koridora yöneldi.

 

BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid’in 24 Kasım’da Ankara’da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından “başkan” protokolüyle ağırlanması yeni bir başlangıç olarak kayda geçti.

 

Sıra Cemal Kaşıkçı cinayeti nedeniyle araya kara kedilerin girdiği Riyad’la barışa geldi. Erdoğan 6-7 Kasım’da Doha’yken Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman da bölge turundaydı.

 

Türk tarafının Muhammed bin Selman’la Doha’da görüşme talebi, programın uygun olmadığı gerekçesiyle geri çevrildi.

 

Şubat’ta Muhammed bin Zayid’e iadeyi ziyarette bulunacak olan Erdoğan’ın yeni yılda, Kaşıkçı cinayetinden ismini anmadan sorumlu tuttuğu Muhammed bin Selman’la da el sıkışma ihtimali dışlanmıyor.

 

Türkiye’nin Araplarla ilişkilerinde Suriye siyaseti de temel bir soruna dönüşmüş durumda. Suriye’nin Mısır, Ürdün, BAE ve Cezayir gibi ülkelerin çabalarıyla Mart’ta Cezayir’deki zirvede Arap Birliği’ne döndürülmesi halinde Ankara üzerinde Araplarla ilişkilere format çekme ihtiyacı daha da artabilir.

 

2021’de Şam’la istihbarat şefleri düzeyinde temaslar olduğu, Kürtlerle ilgili pazarlıklar yapıldığı iddiaları gündem oldu ama bunlar teyit edilmedi.

 

İsrail ile diyalog denemeleri

 

İsrail’le ile diyalog denemeleri de ilişkileri maslahatgüzar seviyesinden büyükelçilik düzeyine çıkarmaya yetmedi. İsrail’le yakınlaşma beklenirken Ekim’de MİT’in Arap ve Filistinlilerden oluşan 15 kişilik Mossad casusluk şebekesini çökertmesi biraz kafa karıştırdı.

 

Neyse ki olay siyasi düzeyde mesele yapılmadı.

 

Erdoğan ile İsrailli mevkidaşı Isaac Herzog arasında 18 Kasım’da gerçekleşen telefon görüşmesinde diyalogun ilerletilmesi temennisi dile getirildi.

 

Her şeye rağmen ticari ilişkilerin artarak devam ediyor olması nedeniyle baskı hissetmeyen İsrail, İstanbul’da üslenen Hamas üyeleriyle ilgili kısıtlayıcı adımlar bekliyor. Bu dosya da 2022’ye kaldı.

 

Diplomasi yolu 2022’de mesafe alabilir mi? Bu yönelim çatışma dinamiklerinin yeniden devreye girmesini önler mi? Ümit var, garanti yok.

 

KAYNAK: BBC TÜRKÇE – FEHİM TAŞTEKİN


***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version