Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Tahliyesi sonrası ilk kez konuştu: Gücümüze güvenelim

Tahliyesi sonrası ilk kez konuştu: Gücümüze güvenelim


DİYARBAKIR – 4 Kasım siyasi darbesinde tutuklanan ve cezaevinden yaklaşık 5 yıl sonra çıkan HDP eski Milletvekili Çağlar Demirel, verdiği ilk demecinde “Türkiye’nin demokratikleşmesi için mücadele ettik. Bugün de aynı noktadayız” dedi.

Tek başına iktidarda olma şansını kaybettiği 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından Kürt meselesinin çözümüne dair kurulan masayı Urfa Ceylanpınar’da işlenen şüpheli iki polis cinayetiyle sonlandıran AKP, meydanlarda patlayan bombaların gürültüsü altında 1 Kasım’da gidilen seçimlerde yeniden iktidar koltuğuna oturdu. 

 

İktidardan düşme tehlikesi yaşamasından HDP’yi hedef alan AKP, önce CHP’nin de desteği ile dokunulmazlıkları kaldırdı. Bu adımın ardından 4 Kasım 2016’da HDP’nin 12 önemli ismi evlerine yapılan polis baskınıyla gözaltına alındı. Dönemin Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ, Grup Başkanvekili İdris Baluken ile milletvekilleri Leyla Birlik, Selma Irmak, Nursel Aydoğan, Gülser Yıldırım, Ferhat Encü ve Abdullah Zeydan olmak üzere 9’u tutuklandı. Bunları 7 Kasım’da Hakkari Milletvekili Nihat Akdoğan, 13 Aralık’ta ise Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel’in tutuklanması izledi.

 

Derik Belediye Başkanı olduğu dönemde yargılandığı ‘KCK Ana Davası’ kapsamında 2 yılı aşkın süre cezaevinde kalan Çağlar, Ocak 2020’de “örgüt üyeliği” iddiasıyla yargılandığı davada, 7 yıl 6 ay hapse mahkum edildi. Yargılandığı KCK dosyası, hapis cezası verilen dosyasıyla birleştirilen Demirel, Yargıtay’ın dosyayı bozmasıyla geçtiğimiz 22 Eylül’de yeniden görülen davada tahliye edildi.

 

Yaklaşık 5 yıl sonra fiziki özgürlüğüne yeniden kavuşan Demirel, 4 Kasım darbesinden cezaevlerinin durumuna, AKP’nin Kürt meselesinden Meclis’ten geçirdiği tezkere ve buna ‘Hayır’ diyen muhalefetin itirazının Türkiye siyasetinde aralayabileceği değişikliklere dair sorularımızı yanıtladı. 

https://www.youtube.com/watch?v=JQDjXO884mM

 

Yaklaşık 5 yılı bulan ikinci tutukluğunuzun ardından özgürlüğünüze kavuştunuz. Öncelikle günleriniz nasıl geçiyor?

 

Dışarıda olmanın burukluğunu yaşadığımı söyleyebilirim. Birincisi; siz çıkıyorsunuz ama içeride bıraktığınız arkadaşlarınız var. Onun burukluğu çok fazla. Binlerce siyasi tutsak var içeride. Kandıra Cezaevi’nde siyasi nedenlerle rehin tutulan eşbaşkanlarımız başta olmak üzere bütün siyasi tutsakları orada bırakıp geliyorsunuz. En acı veren de annesiyle birlikte kalmak zorunda kalan çocuk tutsakları cezaevinde bırakıp çıkmanın burukluğu. Uzun tutukluluktan tahliye oldum belki ama bunun sevincini hiçbir şekilde yaşayamadım. Hem cezaevinde bıraktıklarımızın hem de çıktığımda yaşamlarını yitirdiklerini öğrendiğim yakınlarımı, yıllarca birlikte çalıştığım arkadaşlarımı görememenin acısını yaşadım. Bunları hissetmek gerçekten çok üzücü. 

 

Hissettiğiniz bu burukluk ve acıların dışında dışarıda sizi şaşırtan ya da sevindiren şeyler de oldu mu?

 

 

 5 yıllık süreç içerisinde halkın çok daha fazla yoksullaştığını fark edebiliyor, kazanılmış halk iradesinin kayyımlar eliyle gasp edilmesinin yarattığı değişimi çok net görebiliyorsunuz.

 

Açıkçası tahliye olduktan sonra çok fazla dışarıya çıkma şansım olmadı. Gelip giden dostlar, arkadaşlar yalnız bırakmadı. Yine de insanlarda ya da mekanlarda bir değişim olduğunu insan görebiliyor. Bu 5 yıllık süreç içerisinde halkın çok daha fazla yoksullaştığını fark edebiliyor, kazanılmış halk iradesinin kayyımlar eliyle gasp edilmesinin yarattığı değişimi çok net görebiliyorsunuz. Halka ait yerlerin gasp edildiğini ve halkın buraları kullanmasına izin verilmediğini görüyorsunuz.  Diğer şey de daha Sur’a gitmedim. 5 yıl önce bıraktığımız gibi Sur’a giriş yasakları, kapalı ablukalar hala devam ediyor. Bu da ayrı bir acı hissi yaratıyor insanda.

 

Son yıllarda neredeyse her gün birkaç farklı cezaevinden baskı, hak gaspı, kötü muamele ve işkence haberleri kamuoyuna yansıyor. Cezaevlerinde durum ne? Bu konuda neler paylaşırsınız?

 

Cezaevleri yıllardır hak ihlallerinin yaşandığı yerler. Fiziki koşulların kendisini bir işkence sistemi olarak değerlendirmek gerekiyor. Beslenmenizden sosyal aktivitelere kadar hiçbir şeyi olağan bir yaşam standardı ile yaşayamıyorsunuz. Küçük bir hücre, havalandırmada gökyüzü bir avuç gibi görünüyor. Bunlar yaşamınızı genel anlamda olumsuz etkileyen durumlar. Barış sürecinde nispeten yaşanan rahatlama dışında cezaevlerinde hak ihlallerinin her zaman yaşandığını söyleyebiliriz. Fakat iktidarın kendisine alan yarattığı ya da ondan faydalanmaya çalıştığı dönemlerde ihlaller daha da artmaya başladı. Darbe girişimi sonrası ve pandemi sürecinde olduğu gibi… Özellikle pandemi süreci bir işkenceye dönüştü. Pandemi gerekçesiyle kazanılmış haklar yaklaşık iki yıldır gasp edilmiş durumda. Mahpuslar için en önemli sosyal aktivitelerinden biri farklı koğuştakilerle bir araya gelmektir. Ama bu da diğer tüm sosyal aktiviteler gibi yasaklandı. Dışarıda insanların birbirleriyle yan yana gelmelerinde artık sakınca olmamasına rağmen cezaevlerinde sıfır temas söz konusu. Avukatlar dahil hiç kimse ile fiziki temasta bulunamıyorsunuz.

 

İkincisi, aile görüşleri bile engellenmiş durumda. Yine pandemi bahanesiyle ayda sadece iki kez kapalı görüş yapılabiliyor. Bunların yanı sıra cezaevlerinde baskılar yoğun şekilde arttı. Hukuk dışı aramalardan tutalım baskınlara kadar cezaevindeki tecrit politikalarının yoğunlaştığını görebilirsiniz. Dışarıda iktidarın siyaseten yaşadığı sıkışma cezaevlerine daha fazla baskı olarak yansıyor. Özellikle hasta tutsakların yaşamlarını idame etme koşulları çok zor. 

 

Yine çocuklarıyla birlikte cezaevinde kalmak zorunda kalan anneler var. F tipi cezaevlerinim koşullarını zaten biliyorsunuz. Koğuş tipi cezaevlerinde 15-20 kişi birlikte kalabiliyorsunuz, dolayısıyla sosyal aktiviteniz çok daha geniş olabiliyor. Ama fiziki koşullar açısından F tiplerinin çok ağır koşullar barındırdığını söyleyebilirim. Kocaeli F Tipi’nde ilk kez kadınlar için bir bölüm açıldı, 3 kişi bir odayı paylaşıyorsunuz. En son 25 yıldır cezaevinde olan Laleş Çeliker ile Rojavalı Cihan Osman ve 2 buçuk yaşındaki oğlu Romav ile birlikte aynı odada kalıyorduk. Onun psikolojisini anlamak, hissetmek başlı başına bir durum. Cezaevi koşullarının hasta tutuklular ve çocuklar için kalınabilecek bir yer olmadığını özellikle vurgulamak istiyorum. O yüzden de başta hasta tutsaklar olmak üzere tüm siyasi tutsakların tahliye edilmeleri gerekli. Bir de acı dönemler olabiliyor cezaevlerinde. Figen (Yüksekdağ) ve Gültan (Kışanak) başkanlar babasını kaybetti ama birbirimize dokunamıyor, acılarımızı bile paylaşamıyoruz cezaevlerinde. 

 

AKP iktidarının Kürt sorununda yeniden savaş politikalarına dönmesiyle 4 Kasım 2016’den itibaren dönemin HDP Eş Genel Başkanları Demirtaş ve Yüksekdağ ile birlikte partili vekiller tutuklandı ve sizler bunu bir “siyasi darbe” olarak tanımladınız. Neden böylesi bir adıma başvuruldu, AKP amacına ulaştı mı? 

 

 

Siz halkın iradesine karşı gelirseniz, iktidarlarınız bulunduğu yerden her zaman daha da geriye gidecektir. Çözüm sürecinde sorunun savaşla ve çatışmayla değil, müzakere ve diyalogla çözülmesi gerektiğini defalarca vurguladık.

 

4 Kasım süreci beş yılı geride bıraktı. ‘O günden bugüne ne değişti, ne oldu?’ diye değerlendirmek, siyaseten analizini yapmak gerekiyor. Biz bundan 5 yıl önce de siyaseten güçlü konumdaydık, iktidarı sürekli eleştiriyorduk. Yanlış politikanın bir yere varamayacağını söylüyorduk. Ne kadar haklı, yerinde uyarılar yaptığımızı bu 5 yıl içerisinde halkımız, toplum gördü, yaşadı. Yapılması gereken dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla birlikte HDP’li milletvekillerine, eş başkanlarına yapılan darbenin iktidara bir şey kazandırmayacağı konusunda HDP’nin yaptığı uyarıların dikkate alınmasıydı. Ama ne yazık ki bizi rehin tutmakla, partimizi kriminalize ederek siyasetçileri rehin tutmakla, halkımıza baskı uygulamakla, halkın iradesini gasp etmekle, kayyımlar atayarak halkın seçmiş olduğu belediye eşbaşkanlarını tutuklamakla bir yere varılamayacağını aslında geçtiğimiz süreçte çok net bir şekilde gördük. Çünkü siz halkın iradesine karşı gelirseniz, iktidarlarınız bulunduğu yerden her zaman daha da geriye gidecektir. Çözüm sürecinde sorunun savaşla ve çatışmayla değil, müzakere ve diyalogla çözülmesi gerektiğini defalarca vurguladık. Geçmişte de vurguladık şimdi de vurguluyoruz. HDP olarak hala bu noktadayız, geçmişte ne söylediysek bugün onların arkasındayız. 

 

HDP olarak barıştan, çözümden, diyalogdan, demokrasiden yana olduğumuzu ifade ettik. AKP ise kendisini iktidarda tutmak için, ona muhalefet edebilecek tek güç olan HDP’yi siyaset dışında bırakmaya yönelik bir operasyona girişti. Ama bize yapılan baskıların, tutuklamaların kendilerine yarar sağlamadığını çok net gördüler. Çünkü halkımız, bütün baskılara rağmen diğer dünya halklarının bunu görmelerini sağladı. Siz muhalefeti diskalifiye etmeye kalkarsanız, kendi gelişiminizi sağlayamazsınız. Bırakın muhalefet sizi eleştirsin, gelişmek istiyorsanız yanlışlarınızı söylesin. Bırakın da muhalefet Türkiye’nin demokrasisi için mücadele etsin. HDP olarak bugüne dek Türkiye’nin demokratikleşmesi için mücadele ettik. Bugün de aynı noktadayız. Demokrasi, halkların özgür, eşit, yaşam hakkı korunmadığı sürece Türkiye’de hiçbir zaman bir gelişme kat edilemez. Nitekim bunu yaşayarak hep birlikte gördük. 

 

Siz bir siyasi darbe ile dokunulmazlıkları kaldırıp HDP milletvekillerini, belediye başkanlarını, siyasetçileri, halkı tutuklayarak bir şey elde edemezsiniz. Nitekim görüyoruz ki AKP, bugün iktidarını kaybedecek noktadadır. Bu HDP’ye kaybettirmek değil, Türkiye halklarına kaybettirdiler. Halkı zulümle, baskıyla sindirmeye çalıştılar ama HDP daha güçlü bir şekilde çıktı. Çünkü söylediğimizde haklıydık. Bizleri rehin almakla Kürt sorununun çözülebileceğini ve Türkiye’nin daha çok büyüyeceğini sananlar Türkiye halklarını daha fazla yoksullaştırdılar. Hep bir büyüme ile kendilerini ifade edenler halkları, toplumu daha yoksul bir noktaya taşımış oldular.

 

İzlediği politikalar, aldığı kararlarla AKP’nin kadın düşmanlığını, özellikle Kürt kadın siyasetçilerin yargılandığı davalarda görmek mümkün. Son olarak TJA Sözcüsü Ayşe Gökkan’a 30 yıl hapis verildi. İktidar karşıtı mücadelede kadınların direnişi nasıl bir yer kaplıyor, bu mücadele iktidarı ne kadar zorluyor?

 

 

Kadınlar, bugün yerel yönetimlerde, belediyelerde eşbaşkanlık sistemini uyguladıkları, karar mekanizmalarında yer aldıkları için yargılanıyorlar. Dikkat ederseniz en çok tutuklu seçilmişler kadınlardır, çünkü kadınlar mücadelenin her alanında. 

 

Gerçekten ülkede muhalefet yapanlar HDP, Kürt kadınları, Kürtler ile Kürt siyasetçilerdir. İktidar bu güçlerden çok korkuyor. Kadınlar, verdikleri kadın mücadelesinden dolayı yargılanıyor. Şimdiye dek kadın özgürlük mücadelesine inanan ve bu uğurda mücadele eden binlerce kişi yargılandı, tutuklandı, katledildi. Biz ‘kadınlar katledildi’ veya ‘kadınlar direniyor’ dediğimizde bunların hepsi suç unsuru sayılıyor. Türkiye’deki tüm kadın örgütleriyle buluşmalar gerçekleştiriyor, kadın haklarını savunuyoruz. Fakat bunlar suç olarak gösteriliyor. Biz bunların kadın özgürlük mücadelesinin geldiği düzeyi göstermek açısından önemli olduğuna inanıyoruz. Biz kadınlar yıllardır mücadele ettik. Hem kadın sorununa hem Kürt sorununa yaklaşımda mücadele ettik. Kadın özgürlüğüne inanan Kürt kadınları bu mücadeleyi daha da büyütecektir. Bugün biz demokratik özgür kadın hareketinin mücadelesinden, kadın kurumlarında vermiş olduğumuz mücadeleden yargılanıyoruz. Bu yaklaşımın kadının iradesinden, mücadelesinden, direngenliğinden duyulan korkunun eseri olduğunu düşünüyorum. Bugün Ayşe Gökkan’a verilen 30 yıllık cezada olduğu gibi kadınlar, 8 Mart ve 25 Kasım’larda alanlara çıkıp, dirençlerini ve cesurca yaklaşımlarını sergiledikleri için yargılanıyorlar. Çok açık söyleyelim; tutuklamalardan, yargılanmalardan korkmuyoruz. Çünkü biz kadın özgürleşmeden toplumun özgürleşmesinin mümkün olmadığına inananlarız. Dolayısıyla kadın mücadelesinden korkanlar, bugün kadının karar mekanizmalarında yer almalarından korkuyor. O nedenle eşbaşkanlık sistemi yargılanıyor bugün. Kadınlar, bugün yerel yönetimlerde, belediyelerde eşbaşkanlık sistemini uyguladıkları, karar mekanizmalarında yer aldıkları için yargılanıyorlar. Dikkat ederseniz en çok tutuklu seçilmişler kadınlardır, çünkü kadınlar mücadelenin her alanında. 

 

Şüphesiz yoğun bir baskıya maruz kalıp, kapatılma tehdidi altında bulunsa da HDP, geride kalan süreç içerisinde etkin bir muhalefet ortaya koyabildi mi?

 

İktidara karşı etkin bir muhalefet yürüten tek parti HDP’dir. Halkların, ezilenlerin, kadınların ve gençlerin partisi olarak HDP bugün halkların sesidir. Diğer muhalefetlerden farklıdır. Bu farkı da ilkesel olarak hareket edip yanlışa yanlış, doğruya doğru demesi ve alternatif üretebilmesidir. HDP, 3’üncü yoldur aslında. Diğer muhalefet partilerine baktığımızda ise, iktidarı ayakta tutan HDP dışındaki muhalefetin ona verdiği destektir. Bunu görmek gerekiyor. Biz geçmişte bunu defalarca ifade ettik. Evet, eleştiriyor, yanlış buluyor ama onaylıyor. İktidarın gücüne güç katmaya çalışıyor. Muhalefet partileri muhalefet gibi hareket etmiyor. En önemli konulardan biri, bir muhalefet iktidarın hatasını gördüğünde açıkça söyler, onun arkasında gitmez. Söyleyip onun dediğini yapmak bir muhalefet partisine yakışır durum değildir. Dokunulmazlıkların kaldırılması oylamasında bunu gördük. CHP, ‘Yanlış buluyorum ama dokunulmazlığın kaldırılmasına evet diyorum’ dedi. Tezkere de İYİ Parti’nin yaptığı gibi “Doğru bir tutum olarak görmüyorum ama ‘evet’ diyorum’ denilmesinin gösterdikleri iktidarın değirmenine su taşıyanın muhalefet partilerinin yaklaşımı, zihniyeti olduğudur. Gerçekten muhalefet yapmış olsalardı, bugün Türkiye halklarının durumu böyle olmazdı. HDP bugün de geçmişte de gerçek muhalefet yaptığı için var. Bir tarafta Cumhur İttifakı, diğer tarafta Millet İttifakı var. HDP olarak söylemek istediğimiz; demokrasi ittifakıdır. HDP’nin son açıklamış olduğu demokrasi, adalet ve barış deklarasyonu bu yüzden çok önemlidir.

 

 

Eleştirdiğiniz gibi, bugüne dek iktidarın politikalarına zımnen destek verip, yanında hizalanan bir muhalefet görüntüsü vardı. Fakat son tezkere oylamasında bu bozuldu. İYİ Parti ve MHP dışında HDP, CHP ve Saadet Partisi ‘hayır’ oyu verdi, DEVA Partisi ‘çekimser’ kaldı. Bu “hayır”, Türkiye siyasetinde yeni bir kapı aralayabilir mi? 

 

 

 CHP, belki ilk kez doğru bir karar vermiş oldu tezkereye ‘Hayır’ demekle. Bu daha önce yapılmış olunsaydı bugüne kadar ki acı dönemleri yaşamamış olabilirdik.

 

Geçmişten bugüne baktığımızda CHP, belki ilk kez doğru bir karar vermiş oldu tezkereye ‘Hayır’ demekle. Bu daha önce yapılmış olunsaydı bugüne kadar ki acı dönemleri yaşamamış olabilirdik. Yine de geleceğe bakmak açısından önemli bir adım. Önemli olanın halkların, toplumun taleplerini görmekten geçtiğini vurgulayarak söylemek istiyorum. Bunu daha yeni yeni gördü belki CHP. Oysa biz geçmişten bugüne halkımız ne istiyor, toplum ne istiyor diyerek, toplumun çıkarlarını ön plana koymak gerektiğini ifade ettik. CHP belki bugün halkların, toplumun talebine bir nebze olsa bakarak bunu gördü. Bundan sonraki süreçlerde muhalefet partisinin, iktidarın değirmenine su taşıyacak yaklaşımlardan uzak durması, halkların, toplumun çıkarlarını düşünen muhalefet yaklaşımını göstermesi gerekiyor. Tezkereye hayır demeleri tabi ki önemli ve anlamlıydı ama bunu daha da büyütüp, genişletmeleri gerekiyor. Türkiye’deki bazı sorunlar daha net çözülsün diye…

 

Muhalefeti düne kadar ‘evet’ dedikleri tezkereye bugün farklı tavır sergileme noktasına getiren ne oldu? 

 

Bunda Kürt mücadelesinin vermiş olduğu büyük bir etkileşim var. Bunu artık tüm dünya görüyor. Aslında Türkiye’deki değişim ve dönüşümü sağlayan Kürt halkının, hareketinin mücadelesidir. CHP’nin bundan etkilenmesi tabi ki var. Umarım ki CHP, zihinsel bir değişimle bunu çok daha net görüp, iktidarın söylemleri, yaklaşımları, pratikleri ile söylemleri arasından bir sonuç çıkarabilir. Artık iktidardan medet uman bir pozisyondan çıkıp kendisi iktidar olabilecek bir mücadelenin adımını atabilir. 

 

 Tezkereye ‘evet’ oyu veren İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in Siirt ziyaretinde sohbet ettiği bir yurttaşın “Burası Kürdistan” çıkışı siyasetin gündemine oturdu. Siz de geçmişte ‘Kürdistan’ ifadesini kullandığı için yargılanan bir isim olarak, Kürdistan gerçekliği bugün Türkiye siyasetinde nasıl yankı buluyor?

 

 

Kürdistan demek, suç değildir. Kürt halkının mücadelesini, yaklaşımını görmek hem iktidara hem de muhalefete geleceğinde ışık sunacaktır.

 

Biz bunu defalarca Meclis’te de, başka yerlerde de ifade ettik. Fakat Kürdistan’ın coğrafi bir alan olarak değerlendirilmesini anlamak istemeyen bir yaklaşım söz konusu. Yurttaşın düşüncesini, bir realiteyi ve gerçekliği ifade etmesi insanları niye bu kadar etkiliyor? Niye gözaltına alınmasına sebep oluyor? İfade ettiği bir gerçekliktir. Kürt’seniz, kadınsanız, kimliklerinizle varsınızdır. Bir kimliği inkar etmek, bir bireyi inkar etmek size neyi kazandırır? Mahkemelerdeki savunmalarımızda da bunu söyledik. Son savunmamda da ifade ettim. Kadın olduğumdan, Kürt olduğumdan, HDP’de siyasete inandığım ve yaptığım için yargılanıyorum, diye. Siz bu üç kimliği benden koparıp alamazsınız, mümkün değil. Bu bir insanın varoluşudur ve yaşamının genel ilkeleridir. Yaşamın vücuda bürünmesidir. 

 

Ben de birçok konuşmamda ‘Kürdistan’ dediğim için yargılanıyorum. Şimdi tarihi süreçlere girmek istemiyorum, iktidarın kendisinin mecliste söylediği bir söz. Ama biz düşüncelerimizi, fikirlerimizi ifade ettiğimizde nedense bir suç olarak lanse ediliyor. Biz bunları her zaman ifade ettik, ediyoruz, edeceğiz de. Kürdistan demek, suç değildir. Kürt halkının mücadelesini, yaklaşımını görmek hem iktidara hem de muhalefete geleceğinde ışık sunacaktır. Kürt hareketinin yıllardır verdiği varoluş mücadelesi vardır. Bu mücadeleyi bile görmek aslında Türkiye’deki, az önce söylediğim CHP’nin Kürtlerden öğrendiği duruma da ışıktır. Kürtlerin mücadelesini gördükçe biraz daha cesaretleri gelişebilir. Kürt halkında cesaretli, ilkeli, demokrasi, özgürlük ve barışa inanan bir durum söz konusudur. Bunu yaşamımızın her alanında söyleriz. Tıpkı Siirt’teki yurttaşımızın, halkımızın söylediği gibi.

 

İktidarın savaş politikalarına destek verilmemesiyle muhalefet cephesinde Türkiye siyasetinde yeni bir başlangıç örülebilir mi? HDP’nin yayımladığı deklarasyonla yaptığı “Demokrasi İttifakı” çağrısı, bunun zeminini oluşturmak için yeterli mi?

 

Aslında çok önemli bir çağrı. 11 maddelik deklarasyonda çok önemli vurguları var HDP’nin. Yıllardır buna yönelik çağrılar yapıldı ama en sonunda şunu çok net olarak ifade edebiliriz ki, tüm muhalefetin iktidarın halkı kutuplaştıran söylemlerinin dışına çıkıp, ilkesel bir tutumla demokrasi, adalet ve barışı kapsayan bu deklarasyonda buluşması anlamlı ve önemlidir. HDP bugün bu deklarasyonu halkların taleplerini dikkate alarak, mevcut koşullardan bir sonuç çıkartarak yayınladı. Bu demokrasi ittifakında herkesin buluşması gerekiyor. Şu ana kadar bize oy vermemiş, bizi eleştirmiş insanların bile bu deklarasyon etrafından kenetlenmesi gerektiğine inanıyorum. HDP barıştan, demokrasiden özgürlükten yana olan, yaşadığı tüm zorlu süreçlere rağmen kendisini ayakta tutabilen, halkıyla, toplumuyla haklarıyla destek sunan bir parti. Sonuçta hangi parti olursa olsun bu kadar zor süreçlerden sonra böyle bir başarıyı elde edemezdi. 

 

 

Farklı düşünebiliriz, birbirimizi eleştirebiliriz bunlar çok normal ama demokrasi ortak paydasında buluşabiliriz. Böyle bir imkanımız varsa, cesaret ve kararlılığımız da olmalıdır.

 

Şimdi HDP yerinde başka bir parti olsaydı, silinmiş gitmiş olabilirdi. Ama HDP halkların partisidir. Ezilenlerin, zulme uğrayanların partisidir. O nedenle zulme uğrayan herkesin bu demokrasi deklarasyonunun arkasında birleşmesi gerekiyor. Bu deklarasyonunda bir ‘üçüncü yol’ vardır. Umutsuz insanlarda bir umut yaratıyor HDP’nin üçüncü yolu. Çünkü alternatifsiz değiliz, umutsuz değiliz, geleceğe dair inancımız çok güçlü. Bunları görmemiz gerekiyor. Kadınlara, gençlere, ezilen tüm halklara yönelik çağrımızdır bu aslında. Ezilenlerin ve sömürülenlerin, zulme uğrayanların partisi olarak HDP’de birleşerek demokrasiyi var edip daha güçlendirebiliriz. Bütün partilerin, STÖ’lerin, inanç kesimlerinin, Kürt halkının farklı düşüncede olan insanların bu demokrasi bloğu içerisinde yer alması gerekiyor. Farklı düşünebiliriz, birbirimizi eleştirebiliriz bunlar çok normal ama demokrasi ortak paydasında buluşabiliriz. Böyle bir imkanımız varsa, cesaret ve kararlılığımız da olmalıdır. 

 

Halkın yoksullaştığı, adaletsizliğin bu kadar ayyuka çıktığı dönemlerde, tam da ihtiyacımız olduğu bu süreçte demokrasi ittifakında birleşmek tüm Türkiye’ye kazandıracaktır. Çünkü iktidar hem dış politika da hem iç politikada artık çürümüşlüğünü her yönüyle açığa çıkardı. Biz geçmişte bunu söylüyorduk, belki söylediklerimiz bugün herkes tarafından kabul gördü. Geçmişte uyardık bugünleri yaşamamak adına uyardık. Ama bugün ne yazık ki bütün halklar, AKP’nin kendi tabanı bile bunları görmüş oldu. Bugün yine uyarıyoruz, yine söylüyoruz. Bu yaşanan haksız ve hukuksuzluktan çıkmak gerekiyor. Yargının bağımsız ve tarafsız olmadığını artık bütün dünya biliyor. Dolayısıyla bu yaşanan haksız ve hukuksuzluğun artık son bulması ve cezaevindeki bütün siyasi tutsakların, bütün arkadaşlarımızın özgürlüğüne kavuşması için mücadelenin verilmesi gerektiğini bir kez daha ifade ediyorum.  

 

 Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?

 

Başlarken ki sorunuza yeniden dönecek olursam, cezaevlerinde gücünüzü, inancınızı daha güçlü kılıyorsunuz. Kat be kat güçleniyorsunuz. Fakat dışarıda iktidar giderken acaba kaos mu yaratacak, şu bu mu olacak karamsarlığını görüştüğüm insanlarla çok gördüm. Mesele bu değil, mesele sizin ne kadar güçlendiğinizdir. O anlamda umudu, direnci, cesareti hiçbir zaman yitirmemek gerekiyor. Biz kendi gücümüze güvenelim, kendi örgütlenmemize, kendi alternatiflerimizi oluşturmamıza, kendi halkımıza güvenelim. Çünkü biz halkların partisiyiz. Halkların partisi olarak, söylemlerine kulak vererek onların umutlarını daha güçlü kılmalıyız. 

 

 

Umudu, direnci, cesareti hiçbir zaman yitirmemek gerekiyor. Biz kendi gücümüze güvenelim, kendi örgütlenmemize, kendi alternatiflerimizi oluşturmamıza, kendi halkımıza güvenelim. Çünkü biz halkların partisiyiz.

 

Mesela acı bir olay yaşadık. Bunun acısını cezaevinde çok daha fazla hissettik Sevgili Deniz Poyraz’ı anarak sözümü bitirmek istiyorum. İzmir’de Deniz Poyraz yoldaşımızı katledenleri ve bunun arkasında kimlerin olduğunu, bu katliamların geçmiş süreçlerde olduğu gibi bugün de devam ettiğini gördük. Ama Deniz Poyraz’ın partimizde hunharca katledilmesinden sonraki Türkiye’de herkesin sahiplenmesi, anısına saygı duyması, Deniz Poyraz öznesinde kenetlenmesi ve HDP’den farklı düşüncede olan insanların bile bu katliamı lanetlemesi aslında belki bundan sonra yapılacak katliamları da önlemiş oluyor. Yani kendi gücümüzü görerek, kendi birlik ve kenetlenmemizi, demokrasi deklarasyonundaki buluşmanın aslında bu nedenle çok önemli olduğunu görmemiz açısından önemlidir. 

 

Bugün HDP’ye yapılanlar, bu zulümler yarın bir başkasına da yapılabilir. Nitekim biz şunu söylemiştik sokağa çıkma yasaklarının olduğu dönemlerde. Bakın bu bugün Kürtlere yapılıyor, yarın dönüp aynı şeyler sizlere de yapılabilir. Böyle görmek gerekiyor, empati kurmak gerekiyor, anlamak gerekiyor. HDP kendi gücüne güvenen bir parti. Bundan sonra da halkının gücüne güvenerek daha geniş bir yelpazede demokrasi deklarasyonu, ittifakı etrafında bir araya gelebilir. Ve daha güçlü bir yarınları gerçekleştirebilir. 

 

MA / Ömer Çelik – Özgür Paksoy

 

 

   

Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version