Dolar ve Euro’nun rekor üstüne rekor kırdığı Türkiye’de herkes, Merkez Bankası’nın yarın vereceği faiz kararına odaklanmış durumda. Bugün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Faiz sebeptir, enflasyon neticedir. Bu yolda ben, faizi savunanla beraber olamam, olmam” diyerek Merkez Bankası üzerindeki baskısını artırdı.
Türkiye’de resmi olarak bağımsız olması gereken Merkez Bankası Başkanı, dört yıllığına Cumhurbaşkanı kararı ile atanıyor. Ancak, para politikalarında baskı altında olan bu göreve, 2019’dan beri üç farklı kişi getirildi.
Gelişmeler yurt içinde yakından takip edilirken uluslararası yatırımcılar da diğer yükselen ekonomilerden negatif anlamda ayrışan Türkiye ekonomisinin ne yöne ilerleyeceğini kestirmeye çalışıyor.
Uzmanlar Merkez Bankası’nın yeni bir faiz indirimine gitmesinin beklendiği vurgularken, bunun Erdoğan’ı memnun edeceğinin fakat enflasyonu daha da tetikleyerek Türk Lirası’nın değer kaybının hızlanacağının altını çizdi.
Peki merkez bankasının rolü nedir? Para politikalarında neden siyasi iradeden bağımsız olmalı? Cumhurbaşkanı Erdoğan neden ısrarla düşük faiz istiyor?
Merkez bankasının görevi nedir?
Merkez Bankası geçerli olduğu ülkelerde veya Avrupa Birliği gibi birliklerde para politikalarını belirleyen kuruluşların başında gelir. Bu kurum fiyat istikrarını sağlamak için uygulayacağı para politikasını ve araçlarını seçiyor.
Genelde siyasi etkileşimden uzak olan merkez bankası, bağımsız kararlarla para politikası üretiminde ve uygulamasında bulunur.
Para piyasasındaki arz ve talep dengesini etkilemek üzere merkez bankasının kullanabileceği çeşitli para politikası araçları bulunuyor. Bunların arasında para basma, borç alma ve verme, faiz oranlarının belirlenmesi, açık piyasa ve döviz alım satım gibi işlemleri sayabiliriz.
Genellikle, gelişmiş ekonomilerdeki merkez bankaların bu şekilde yapılandığı biliniyor. Ancak bazı ülkelerde merkez bankaları hükümetle ortak çalışabiliyor.
Merkez bankası neden bağımsız olmalı?
Ülke ekonomisindeki önemli rolü sebebiyle, merkez bankalarının bağımsız kurumlar olup olmaması gerektiği tartışılan ve özellikle Türkiye’de güncelliğini koruyan bir konu.
Modern ekonomilerde, merkez bankasının bağımsızlığı fiyat istikrarı sağlamanın ön koşulu olarak görülüyor.
Merkez bankasının bağımsızlığı ise iki önemli göstergeyle ölçülüyor:
- Amaç Bağımsızlığı: Kurumun kendi politikalarını siyasi etkiden bağımsız olarak belirlemesi ve uygulaması
- Araç Bağımsızlığı: Para politikası araçlarını siyasi müdahale olmadan serbestçe kullanabilmesi
Ekonomistlerin büyük çoğunluğu paranın değerinin korunması için merkez bankasının siyasi iktidarın baskı ve müdahalesinden arınmış, tamamen bağımsız olması gerektiğini savunuyor. Ve ancak bu şekilde fiyat istikrarının sağlanabileceği düşünülüyor.
Yapılan bazı ampirik çalışmalar da merkez bankası bağımsızlığı ve enflasyon arasında ters yönlü belirgin bir ilişki olduğunu gösteriyor (1992, Cukierman, Webb ve Neyaptı).
Yüksek enflasyon sorunu yaşayan ekonomilerde, siyasi iktidardan bağımsız para politikaları geliştirmesi hem merkez bankasının inandırıcılığını artırmak hem de yatırımcılara güven sağlamak açısında önem arz ediyor.
Merkez bankası ne zamandan beri bağımsız?
Aslında merkez bankaların bağımsızlığı çok eskiye dayanmıyor.
Birçok gelişmiş ülkede 80 ile 90’lı yıllarında merkez bankaları siyasi hükümeten bağımsız olarak kurumlaştı. Örneğin 1694 yılında kurulan İngiltere Merkez Bankası sadece 1997’de siyasi iradeden bağımsız bir kurum oldu.
Merkez bankalarını bağımsız hale getirmenin ana gerekçesi, altın standardının terk edilmesi ve ABD’deki yüksek enflasyonun ardından para politikasında norm olan enflasyon hedeflemeli para politikalarının güvenilirliğini artırmaktı. 1970’lerde ve 1980’lerin başlarında, yüksek ve uçucu enflasyon ana ekonomik engel haline geldi ve çözüm, para politikasını münhasıran fiyat kontrolüne odaklamaktı.
TCMB 2001’den beri bağımsız
2001 reformlarıyla Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’na bir bağımsızlık alanı açılmıştı. Kemal Derviş döneminde yapılan reformların en önemli boyutlarından biriydi.
Krizin ardından kurum yapısal bir değişikliğe girdi. Bu değişiklikler 25 Nisan 2001 tarihinde Merkez Bankası Kanunu’nda yapılan önemli değişikliklerle, kurumun bağımsızlığının arttırılması yönünde kurumun uygulayacağı para politikasını ve kullanacağı para politikası araçlarını doğrudan kendisinin belirleyeceği hükme bağlandı.
ABD’de, FED faiz artırıma giderek ‘enflasyon tuzağından’ çıktı
İkinci petrol şokunun yaşandığı dönemde (1978-1981) ABD Merkez Bankası’nın başkanlığını yürüten Paul Volcker, dünya tarihine enflasyonla savaşa damga vurdu.
Volcker, 1981 yılında ABD’de enflasyon yüzde 13.3’ye çıktığında faizleri yüzde 10’lardan yüzde 20’lere yükseltti. Bu sert faiz hareketiyle ekonomi bir kez daha resesyona girdi. Ancak sıkı para politikasının sayesinde enflasyon 1983 yılında yüzde 3.2’e kadar indi.
O dönemde özellikle inşaat ve tarım sektörlerine zarar verdiğinden dolayı Volcker kararı siyasiler ve halk tarafından çok eleştirilmişti.
ABD ciddi bir ekonomik daralma yaşasa da FED’in politikası sayesinde kısa zamanda enflasyon tuzağından çıkmayı başarmıştı.
Ancak merkez bankalarının gerçek bağımsızlığına itiraz edildiği de oluyor. Genelde hükümetlerin para politikalarına müdahale etmesi, uluslararası derecelendirme ve kredi kuruluşlarının risk algısı üzerinde negatif etki yaratıyor.
Merkez bankası kötü para politikası uygular ve ülke ekonomisi bundan büyük ölçüde olumsuz etkilenirse, ne olur?
Merkez bankasının bağımsızlığı demokratik kontrolün olmadığı anlamına gelmez. Her devlet kurumu gibi merkez bankasının da belirli bir yetki alanı var. Bunun alanı ise demokratik ülkelerde meclisler tarafından belirlenir.
Yani merkez bankasının bağımsızlığı, devlet kurumlarından ve hükümetin ekonomi ve maliye politikalarından bağımsız hareket etmek anlamına gelmiyor. Merkez bankasının seçim gündemine bağlı kalmadan, uzun vadede olumlu sonuçlar elde edebilmek için bazen vatandaşın hoşuna gitmeyecek kararlar alması gerekiyor.
Ayrıca ABD Merkez Bankası FED, Avrupa Merkez Bankası, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası bütün kararlarını kamuoyuyla paylaşıyor.
Merkez bankasının bağımsızlığının limitleri
Uluslararası yatırım şirketi PIMCO’da danışmanlık yapan Joachim Fels, son yıllarda gelişmiş ülkelerdeki düşük enflasyonun göz önünde bulundurarak merkez bankasının bağımsızlığının limitlerine dikkat çekiyor.
Fels için enflasyona karşı merkez bankaları yürüttüğü para politikalarının etkisi tartışılmaz hale gelse de, deflasyon yani genel olarak piyasada fiyatların belirli bir zaman aralığında sürekli düşüş göstermesi durumunda, merkez bankaları bağımsızlık ilkesinin negatif etkileri olabileceğini savunuyor.
Fels’e göre para politikalarında şöyle bir asimetri çıkıyor: Merkez bankası enflasyonu dizginlemek için elinde araçları var ama çok düşük enflasyona karşı etkisini kaybediyor. Bu nedenle Japonya gibi deflasyonist ülkelerde merkez bankasının bağımsızlığı önemini yitiriyor.
Japonya örneği
Japon Başbakan Abe 2012’de seçimleri kazanınca, ilk iş olarak Asya Kalınma Bankası Başkanı Kroda’yı Merkez Bankası Başkanı olarak göreve atadı. Bu atamanın ardından yapılan ilk açıklamalarda, hedefin “Japon Yen’inin değersizleştirilmesi ve enflasyon artması için para basılması” olduğu söylendi.
Nitekim son yıllarda Japonya’da 0 faiz ortamında, Japonya Merkez Bankası tahvil alarak piyasaya likidite veriyor ve bir yandan da yenin dolar karşısında değeri düşürülüyor. Ancak Japonya’nın problemi yüksek enflasyon değildi ve hedefi iç talebi artırarak enflasyon yaratmaktı.
Erdoğan neden ısrarla düşük faiz istiyor?
Son yıllarda TCMB’e üzerine faiz oranlarını aşağıya çekilmesi yönündeki hükümetin bir kanadı ile Cumhurbaşkanı taleplerini ısrarla sürdürüyor.
Görevden alınmadan önce bazı Merkez Bankası yetkilileri faiz artırımıyla enflasyonu ve Türk Lirası’nın rekor değer kaybının önüne geçmeye çalıştı. Fakat, Erdoğan “ekonomik büyümeyi frenleyeceği” gerekçesiyle bunu katiyen istemiyor.
Erdoğan faizlerin düşürülmesi ile bankaların piyasaya daha fazla kredi açarak ekonomiyi canlandıracağını, ihracatı ve istihdamı artıracağını düşünüyor. Ekonomistler ise şirketlerin yüksek döviz borcu nedeniyle değeri düşük Türk Lirası’nın ihracatı desteklemekte yetersiz olacağını savunuyor.
Frankfurt Üniversitesi’nin iktisatçı ve merkez bankası uzmanı Volker Wieland göre, “Erdoğan’ın ekonomik büyümeyi gözetmesi yüksek enflasyona ve TL’nin değer kaybetmesine yol açıyor.”
İsveç merkezli Handelsbankenan kıdemli ekonomisti Erik Meyersson “Türkiye’nin politikalarında kısa zamanda bir değişim görmezsek ülke 2018’den bu yana üçüncü kur krizine sürüklenecek gibi görünüyor,” ifadelerini kullandı.
Goldman Sachs analistleri halihazırdaki para politikalarının sürdürülemez olduğunu ve faizlerin eninde sonunda yükseltilmesi gerekeceğini belirtiyor. Bankacılık devi faizlerin yıl sonuna kadar yüzde 15’e düşürüleceğini sonrasında da 2022’nin ikinci yarısında 300 baz puan artırılacağını tahmin ediyor.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***