Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Namık Kemal Zeybek: 2002’de Bahçeli’ye bir telefon geldi, konuştuktan sonra yüzü sapsarıydı, 5 dakika sonra kürsüye çıkıp erken seçim çağrısı yaptı

Namık Kemal Zeybek: 2002'de Bahçeli'ye bir telefon geldi, konuştuktan sonra yüzü sapsarıydı, 5 dakika sonra kürsüye çıkıp erken seçim çağrısı yaptı


Uzun yıllar MHP’de görev yapan, ANAP ve DYP’den milletvekili seçilen Namık Kemal Zeybek, Independent Türkçe’nin sorularını yanıtladı.

“Çizgi diye bir şey kaldı mı ortada?”

 

– Milliyetçi camiada yaklaşık 50 yılını geçirmiş bir isimsiniz. Şu an AK Parti mi MHP çizgisinde yoksa MHP mi AK Parti’ye yaklaştı?

 

Çizgi diye bir şey kaldı mı yahu ortada. Ne çizgisiymiş bu yani. 

 

– Hangi tarafı çizgisiz görüyorsunuz?

 

MHP Devlet Bahçeli geldikten sonra Alparslan Türkeş’in çizgisinden hızla uzaklaştı. Türk dünyası, rahmetli Türkeş’in önemli ilgi alanlarından birisi idi. Hatta bir de vakıf kurmuştu. Vakıf yoluyla Türk cumhuriyetlerinin cumhurbaşkanlarını çağırarak, Türkiye cumhurbaşkanlarının, başbakanlarının katılması ile her yıl Türk Kurultayı düzenleniyordu. Devlet Bahçeli bunu kaldırdı. Şimdi Devlet Bahçeli böyle uygun görüyor, böyle yapıyor. Partinin adı MHP ama bu Türkeş’in MHP’si değil, başka bir MHP. Ve Devlet Bahçeli çok keskin bir şekilde en keskin ifadelerle ağır suçlamalar ve hakaretler ile hesap sormazsam namerdim gibi sözlerle yüklendiği kişiyle şimdi bir arada. Mesela ben hiç öyle kimseye böyle konuşmadım, kimseye hakaret etmedim. Bir kere Tayyip Bey’e angut dedim. Onda da uyarmak amacıyla dedim, sonrada aklandım. Angut demeyi hakaret için değil, uyarmak için söyledim.

 

“Bahçeli’nin açıklanmamış ani kararları var”

 

Bir dönem Recep Tayyip Erdoğan ile o dönem başbakan tabii Devlet Bahçeli’nin arasındaki o atışmalar herhalde Türk siyasi tarihinde çok azdır… 

 

Yoktur öyle bir şey. Hiç yoktur. O ona ‘zürriyetsiz’ dedi, o ona bilmem ne dedi. Doğru değil böyle şeyler söylemek, ayıp. Çünkü balık baştan kokar. Onlar bulundukları konumun gereğine uygun davranmalı ve konuşmalıdırlar. 

 

Sonra Devlet Bahçeli’nin siyasi dirliğinde açıklanamamış, açıklanmamış kendisinin dahi açıklamadığı, kimsenin bilmediği ani kararları var. Onlardan birisi, AKP’yi iktidara getiren 3 Kasım 2002’deki seçimin çağrısı mesela… Ortada seçim gündemi yoktu. 57. Hükümet iş başında, Ecevit Başbakan’dı. Kendisi ve Mesut Bey, Başbakan Yardımcısı’dı. Ekonomik kriz çıkmış, ekonomik kriz sonucunda IMF ve Kemal Derviş gelmiş. Türkiye krizden çıkmak üzereyken, tam çukurdayken ‘Seçim var’ dedi. Biraz bekleseydi 1,5 yıl sonra rahatlama döneminde seçim olurdu. Zavallı Ecevit yalvardı. ‘İntihar ediyoruz’ dedi Başbakan.

 

“Yüzü sapsarıydı”

 

Neden seçim çağrısı yaptığını Devlet Bahçeli’ye sordunuz mu?

 

Keles Kaymakamı’yken benim başlattığım, MHP’nin de benimsediği ve sonra gelenek haline gelen Kocayayla’daki yörük şöleninde kendisine sordum. Bahçeli, orada çadırda birisi ile telefonda konuştu. Çıktı, yüzü sapsarıydı çıkarken. 5 dakika sonra kürsüye çıkıp ‘3 Kasım’da erken seçim var’ diye ilan etti. Birdenbire oldu, hiçbir yardımcısının haberi yok.

 

Bir anda mı oldu? 

 

Evet bir anda, bir telefonda. Nedir, bilmiyoruz. Ama kendisi bana şöyle açıkladı. Dedi ki: ‘Hürriyet gazetesinde bir yazar, Yalçın Doğan, ‘MHP’siz ve Ecevit’siz iktidar’ diye yazı yazdı. O oyunu bozmak için yaptım.’ Ben de dedim ki: ‘Sayın Genel Başkanım, bozmadınız ki tam tersi oldu. Belki de öyledir ne bileyim, bilmiyorum ki’. Benim bir adetim vardır, komplo teorilerini benimseyip anlatmam. Bilmem çünkü. Bir şey anlatıyorsam biliyorum demektir. Enteresandır, şu anda Devlet Bahçeli, Recep Tayyip Erdoğan’a yapılan eleştirilere ondan önce cevap veriyor. Kesin olarak kraldan çok kralcı. 

 

“Bahçeli’nin hayatının amacı MHP Genel Başkanlığı koltuğundan kalkmamak”

 

Bu tutum kraldan çok kralcılık değil de siyaseten bir hamle olamaz mı?

 

Bilmiyorum. Tahmin yapabilirim de tahmin olur. Bir tahminim şu: Devlet Bahçeli için en önemli konu, hayatının amacı MHP Genel Başkanlığı koltuğundan kalkmamak, oradan ayrılmamak.

 

Neden?

 

Çünkü başka hiçbir şey yok hayatında. Kadın, aile, çoluk-çocuk yok. Öyle tefekkür konuları, düşünme konuları yok. Hiçbir şey yok. Ama MHP Genel Başkanlığı kutsal. Başbakan bile olmak istemiyor.

 

7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra Kemal Kılıçdaroğlu teklif etmişti… 

 

Ben de teklif etmiştim. Dedim 25 milletvekili var. Getireyim partiye. 57. Hükümet sırasında…

 

“O koca binada oturuyor, oranın padişahı”

 

1999-2002 arasında mı?

 

Evet… 25 milletvekilini ben nasıl getireceğim? Bana gidip geliyorlar MHP’ye girmek isteyenler. ‘Siz birinci parti olun Ecevit bırakmaya hazır’ diyorlar. Tarihi bir fırsat var. ‘Sizi Başbakan yapalım’ dedim. Bir sinirlendi, ‘Tansu Hanım’a da böyle dediler, şimdi kadın siyaset dışında’ dedi. Sustum ne diyeyim yani? Ben sanki ona tuzak kuruyormuşum gibi. Yani Başbakan falan olmak istemiyor. Çünkü o mutlu. O koca binada oturuyor, o binanın padişahı. Özel kalemler, arabalar, her gittiği yerde ‘Devletin başına Devlet gelecek’ diye bağıran çocuklar. 

 

Ülkü Ocakları da bu hale geldi. Küçük çocuklar geliyor, bağırıyorlar, bağırıyorlar. Bir süre sonra bakıyorlar ki devletin başına gelen giden yok. 

 

Ülkü Ocakları, zaman zaman benim toplantılarımı da basmaya kalkıştılar ama hiç önemli değil. Ben onların bu halini seviyorum. Çünkü ben kurdum Ülkü Ocakları’nı, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Gençlik Kolları Başkanı iken. 1966’da ilk Ülkü Ocağı’nı ben kurdum, ikinciyi, üçüncüyü ben kurdum. Sonra yayıldı gitti. Şimdi, kendi örgütünün kurucusuna karşı Devlet Bahçeli adına eylem yapıyorlar. ‘Bizim çocuklar’ deyip geçiyorum. Sonra bakıyorum oradan yetişenler çok değerli insanlar oluyorlar, hayatta yükseliyorlar. Mesela Ülkü Ocakları’ndan yetişen şu anda bu iktidarda çok üst düzeyde bakanlık yapan insanlar var. AKP’nin Grup Başkanı Naci Bostancı, eski Ülkü Ocakları mensubudur. 

 

Çok meşhur bir söz var, ‘Biz hapisteyiz ama fikirlerimiz iktidarda’… Şu anda bu dönemi mi yaşıyoruz?

 

Öncelikle o sözü Alparslan Türkeş değil, Agâh Oktay Güner söyledi. Doğru bir söz, ama şu andaki halimizle hiç ilgisi yok. Fikrimizin neyi iktidarda? “Bütün milliyetçilikleri ve Türk milliyetçiliğini ayaklarımın altına aldım” diyen bir kişi şu anda cumhurbaşkanı.

 

“Şu anda MHP değil tarikatlar iktidarda”

 

Operasyon bölgelerinde görev yapan polisler ve askerlerin genelde bozkurt işareti yaparak poz verdiklerini görüyoruz sık sık…

 

Doğru ama o iktidarda olmak değil o. Şu anda MHP değil, tarikatlar iktidarda. Öyle başka bir şey hatırlatayım ben size. Şeyh geçinen bir herif küçük bir kıza sarktı ve tutuklandı. Yakınları, bir grup kurmuşlar ve şunu yazmışlar: ‘Biz siz ne istediyseniz yaptık. Bekçi arıyoruz, imanlı adam lazım diye bizden istediniz. Biz de verdik. Hatta bir arkadaşımız 7 yıllık sakalını hüngür hüngür ağlayarak kesti.’ Büyük fedakarlık. Onu söylüyor. Bu neyi ifade ediyor? ‘İmanlı adam arıyoruz’ diye tarikatlara başvuruluyor. 

 

MHP’nin fikri iktidarda falan değil. Türkiye’de en iyi terörle mücadele, Tansu Çiller zamanında yapılmıştır. Çünkü Türk ordusunun başında çok bilinçli bir orgeneral vardı. Doğan Güreş Paşa. Doğan Güreş Paşa da bir tarafı Çeçen bir tarafı Türkmen bir babayiğittir. 

 

Tansu Hanım Genelkurmay Başkanı ne istedi ise verdi. Ve çok ciddi bitti terör yani. Tek-tük, çat-pat bir şeyler oluyordu. Terör bitti o zaman, bitirdiler terörü. Şu anda Türk devletinin terör ile mücadelesi, olağan. MHP olmasa bile bu yapılacaktı. Ayrıca “çözüm süreci” de gerçek anlamda çözüm süreci falan değildir. Onu da söyleyeyim. Sayın Cumhurbaşkanı’nın ihtiyacı olan oyları almak için bir düzenlemedir. Geçici bir düzenlemedir.

 

“İnsanlar hayatlarını o dille yaşıyor”

 

Şu anda bir “çözüm süreci”ne ihtiyaç var mı Türkiye’de? 

 

Elbette var ama böyle değil. Bir defa yani terör ve teröristler ile Kürt meselesini birbirinden ayırmak lazım. Kürt meselesi Türkiye’nin toplam bakış açısı ile bu iş hayli çözülmüştü zaten. 

 

Size doğrudan yaşadığım bir örneği vereyim. Aslında AKP’lidir, sonra HDP’den seçildi. Hayatını kaybetti, Dengir Mir Mehmet Fırat. Bir gün uçakta yan yanayız, tanışığız. Ben Kahta Kaymakamı iken her gelişinde bana uğrardı. Orada binlerce dönüm toprağı olan bir ağaydı. Aslı Kahtalı sonradan Mersin’e yerleşmişler. Uçakta dedi ki bir gün: “Ya sizin diktiğiniz fidanları, ektiğiniz tohumları 30 yıldır sökemiyoruz.” Ben 1975’te orada kaymakamdım. Niye söküyorsun dedim yahu. Siz Türk değil misiniz dedim? ‘Eee Türk’üz’ ama Kürtleşmişiz, ben kendimi Kürt hissediyorum’ dedi. Ee dedim ki senin yeğenlerin de kendini Türk hissediyor. Ne var bunda? Onun yeğenlerini ülkücü yaptım ben. Lisede bütün sınıfları dolaşıyordu. ‘Ne Amerika, ne Rusya, ne Çin, her şey Türklük için’ yazıyordu tahtalara. 

 

Nedir nihai çözüm? Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dili İstanbul Türkçesidir. Ve eğitim dili de İstanbul Türkçesidir. Ben de fedakarlık ettim. ‘Gelirem, gedirem’ gibi böyle kestirmeden konuşmak yerine, geliyorum gidiyorum demeyi öğrendim. Bütün ülkeler böyledir. Yani Amerika’da resmi dil İngilizce mi olsun, Almanca mı olsun diye oylama yapıldı. 4 oy farkla İngilizce kazandı. Demek ki 4 oy bu tarafa geçseydi dünyada Almanca yayılacaktı. Ama artık o İngilizce. Hiç kimse de ya ikinci bir dil olsun demiyor. 

 

Eğitim Türkçe, İstanbul Türkçesi olacak. İstanbulca olması yurttaşların çıkarınadır. Onlara kendi dilinizden eğitim yapın demek onlara zulümdür. Bu ülkede yaşayacaklarsa bu dili bilirlerse başarılı olurlar. Kaymakam, vali, bakan, cumhurbaşkanı, genelkurmay başkanı, oluyorlar. Her şey olurlar. Ama hiçbir şekilde diğer alt kültür dillerini küçümsememek lazım. Bu çok büyük bir yanlış. Milliyetçi birtakım arkadaşlar televizyona çıkıyorlardı, ‘Kürtçe diye bir dil yoktur’ diyorlardı. 

 

Ya böyle bir dille insanlar hayatlarını yaşıyorlar. Hayatları boyunca bu dille yaşıyorlar. Ne yapıyorlar, işaretle mi konuşuyorlar? Dillerin içine başka dillerden sözcükler girmiş olabilir. Bu dillerin olmadığını göstermez. 

 

“İsteyen Kurmanci, Zazaki eğitim almalı”

 

Kürtçe eğitim olmalı mı sizce?

 

Ben diyorum ki, Boşnakça isteyen Boşnakça, Arnavutça isteyen Arnavutça hatta Kazakça, Kırgızca, Kırmançça, Zazaca isteyen Kurmanci, Zazaki eğitim alabilmeli. Kırmançça dil ve edebiyatı dersi olmalı. İsteyen öğrensin, serbest olsun. Şarkı dinlerken, duysun kendi dilini. Bunların da kültürü var. Bunlar da aşık oluyorlar, bunlar da aşk şarkıları söylüyorlar. Onun dışında bu ne yapar? Bu en azından halkta ‘Ya bizi de bunlar dışlamıyorlar’ duygusunun dolmasını sağlar. Birlikteliği güçlendirir. Bir de tabi ulus anlayışımızı yeniden Atatürk’ün ulus anlayışına getirmemiz lazım. 

 

“Şu anda yükselen milliyetçilik tepki milliyetçiliğidir”

 

MHP’den bahsettik ve bugün için yükselen bir milliyetçilik dalgası var. Özellikle göçmen karşıtlığında görüyoruz bunu. Şu an TBMM’de kendisini milliyetçi olarak tanımlayan dört parti oldu. MHP, İYİ Parti, BBP ve bir de Ümit Özdağ’ın kurduğu Zafer Partisi. Peki böyle bir yükseliş zamanında siyaseten birlikte olamamanın sebepleri nedir sizce?

 

Kendisini milliyetçi olarak tanımlamak başka bir şey, milliyetçi olmak başka bir şey, milliyetçiliğin ideolojik olarak yükselmesi başka bir şey. Yükselen milliyetçilik, ideolojik milliyetçilik değil, tepki milliyetçiliğidir. Tepki milliyetçiliğini de değerlendiren bir siyasi parti çıkarsa çok büyük başarı kazanır. 

 

“Ümit Özdağ’ın partisi başarılı olabilir”

 

Göçmenlere yönelik en sert tepkileri veren Ümit Özdağ’ın kurduğu partinin başarı şansını nasıl görüyorsunuz?

 

Başarabilir. Çünkü burada milliyetçilik teorik bir söylem bir fikriyat bir ideoloji olmaktan çıkıyor, yaşadığı günün olgusu haline dönüşüyor. Bu çok önemli. Şu anda Suriyeliler Türkiye’de Türkiye yurttaşlarından daha çok kayırılıyor. Kayırılmalardan, mahallelerdeki değişimden, onunla kültür farklılığından doğan bir Suriyeli karşıtlığı var. Bu halk, bunlar ileride bizim güney vilayetlerimizi alır diye düşünmez. O, aydınların meselesi. Halk böyle derin düşünmez. Halk günlük olaylarından ötürü tepki gösterir. Mesela Altındağ’da yaşananlar… 

 

Bu insan doğasına uygun bir şey. Bunu Ümit Özdağ söylüyor, bunu gündeme getiriyor, hem aydınlara hitap edecek şekilde gündeme getiriyor, hem de halkın günlük rahatsızlıklarını gündeme getiriyor. Ümit Özdağ buradan kendisine bir alan açabilir. 

 

Zafer Partisi’ni destekliyor musunuz?

 

Zafer Partisi’ni desteklemiyorum, ama bu söylemini destekliyorum. 

 

“Prof. Mehmet Haberal cumhurbaşkanı adayı yapılmalı”

 

Seçimler yaklaşıyor. Erken ya da zamanında, bir seçim yapılacak. Nasıl bir tablo öngörüyorsunuz?

 

Doğru bir aday çıkarsa, bir defa cumhurbaşkanlığını kaybedecek sayın reis. Ankara Belediye Başkanı gibi, İstanbul Belediye Başkanı gibi bir aday çıkarsa, kazanır. Ama ‘belediyeleri bırakmak istemiyoruz’ derlerse, belki hiç kimsenin aklına gelmiyor ama Prof. Mehmet Haberal’ı aday gösterseler, akıllı olsalar da Türkiye böyle bir çağdaş, Atatürkçü, bilimci, dünya çapında tanınan, ve işler yapan birisini cumhurbaşkanı seçseler. 

 

KAYNAK: INDEPENDENT TÜRKÇE – CAN BURSALI


***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version