YORUM | Dr. YÜKSEL ÇAYIROĞLU
İnsan haklarıyla ilgili bir yazı serisine başlamıştım. Ama bu haftalık güncel bir konuya temas etmek istiyorum. Malum son günlerde selamlaşma konusu tartışılmaya başlandı.
Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki hiç olmayacak meseleleri tartışmaya açıyor, gençliğin imanının gittiği bir yerde en detay sayılabilecek dinî mevzuların münakaşasını yapıyoruz. Birilerine cevap yetiştirme gayretkeşliğinin söz konusu olduğu veya muhalif görülen insanlara laf çakmak için fırsat arandığı bir ortamda dinî mevzuların Kur’ân’ın ruhuna uygun olarak dengeli bir şekilde ele alınmasını beklemek beyhude!
Ne yazık ki insanlar birbirlerini “dinle dövmeye” çalışıyorlar. Çoğu zaman dinî argümanlar karşılıklı atışma ve çatışmalarda “saldırı malzemesi” olarak kullanılıyor. Bu yüzden de nice zaman nefsimiz uğruna dinin ruhunu örseliyoruz.
BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Birileri çıkıyor “günaydın” demenin cahiliye âdeti olduğunu ima ediyor, bir başkası buna karşılık selâma başka kültürlerde kaynak aramaya çalışıyor, öbürü daha da ileri giderek selamın da aleyhinde konuşuyor. Bir dengesizliği bir diğeri takip ediyor. Bu tür tartışmalar bir kere sosyal medyanın diline düştü mü, artık önünü almak mümkün olmuyor.
Günaydın demek cahiliye âdeti olsa ne olur, başka bir kültürden alınsa ne olur. Eğer bu tür kelimeler dine bir tepkinin gereği olarak söylenmiyor ve bütünüyle selamın yerini almıyorsa bunları kullanmada ne mahzur olabilir ki! Neticede insanlar bu tür kelimelerle birbirlerine karşı iyi niyetlerini gösteriyor, hayır duada bulunuyor, birbirlerinin gönlünü alıyor ve aralarındaki sevgi bağlarını güçlendiriyor. Bunlar da zaten İslâm’ın istediği ve gerçekleştirmeye çalıştığı hedefler.
Elbette bunlar selamın yerini tutamazlar. Zira karşılıklı olarak “selamün aleyküm ve aleyküm selâm” lafızlarıyla selamlaşmak, pek çok âyet ve hadiste kullanılan ve mü’minlere de tavsiye edilen bir selamlaşma şeklidir ve Allah Resulü’nden (s.a.s) günümüze Müslümanların bir şiarı ve sembolü olmuştur.
Kur’ân, Efendimiz’e (s.a.s) hitaben şöyle buyurur: “Âyetlerimize iman edenler sana geldiklerinde, onlara ‘selamün aleyküm’ de.” (En’am sûresi, 6/165) Cennettekiler A’raf ehline “Selamün aleyküm” diye seslenirler. (A’raf sûresi, 7/46) Cennettekilerin selamlaşmasının “selam” olduğu bildirilir. (Yunus sûresi, 10/10) Hz. İbrahim’e gelen melekler onu “selam” lafzıyla selamlar. (Hûd sûresi, 11/69) Hz. İbrahim babasına selam verir. (Meryem sûresi, 19/47) Melekler Cennet’e girenleri “Selamün aleyküm” diyerek karşılarlar. (Ra’d sûresi, 13/24)
Şu âyet-i kerimede bizzat Cenâb-ı Hakk’ın ahirette kullarına selam vereceği ifade buyrulur: “Allah’a kavuşacakları gün: “Selâm! ” iltifatı ile karşılanırlar. O, onlara pek değerli ve cömertçe, bir mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzâb sûresi, 33/44) Başka ayetlerde de Cenab-ı Hak, peygamberlerine selam verir. (Saffât sûresi, 37/79, 109) Mesela Hz. Yahya hakkında şöyle der: “Doğduğu gün, öleceği gün ve diriltileceği gün ona selâm olsun!” (Meryem sûresi, 19/15)
Bunların dışında daha birçok âyette peygamberler ve mü’minler “selam” lafzıyla karşılanırlar. Kur’ân’da kırk kadar âyette “selam” lafzı kullanılır. Bunların yanı sıra birçok hadis-i şerifte de selamın önemi ve fazileti üzerinde durulur, mü’minler kendi aralarında selamlaşmaya ve selamı yaymaya teşvik edilir.
Mesela bu konuda meşhur olan bir hadis-i şerifte Allah Resûlü (s.a.s) şöyle buyurur: “Siz, iman etmedikçe Cennet’e giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız.” (Müslim, İman 93) Başka bir hadis-i şerifte Efendimiz’e, İslâm’ın hangi özelliğinin daha hayırlı olduğu sorulduğunda o şöyle cevap verir: “Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selâm vermendir.” (Buhârî, İman 20)
Kur’ân-ı Kerim’de geçen selamlaşmayla ilgili peygamber sözlerine ve şu hadis-i şerife bakılacak olursa “selamün aleyküm” lafzıyla selamlaşmak Hz. Âdem’den bu yana inananların bir özelliği olagelmiştir: Allah Teâlâ, Âdem’i yaratınca ona şöyle dedi: “Git şu oturmakta olan meleklere selâm ver ve senin selamını nasıl karşılık vereceklerini güzelce dinle. Çünkü senin ve zürriyetinin selâmı o olacaktır.” Adem Aleyhisselam meleklere, “es-Selamü aleyküm” dedi, melekler de ona, “es-Selamü aleyke ve rahmetullah” karşılığını verdiler.” (Buharî, Enbiyâ 1)
Selam; barış, güvenlik, sulh, esenlik, selamet, huzur, kusursuz olmak, kurtulmak gibi anlamlara gelir. Müslümanlar birbirlerine selam verdiklerinde hem birbirlerine iyi dileklerini iletmiş, yani birbirlerinin her tür sıkıntıdan, kaza ve belâdan uzak bir şekilde yaşamaları için dua etmiş hem de kendilerinden karşı tarafa herhangi bir zarar gelmeyeceğini bildirmiş olurlar.
İslam ve Müslüman kelimeleri de selam ile aynı köktendir. Cenab-ı Hakk’ın isimlerinden biri de Selam’dır. (Haşir sûresi, 59/23) Aynı şekilde Cennet, Kur’an-ı Kerim’de Daru’s-Selam (Selam Yurdu) olarak isimlendirilir. (En’âm sûresi, 6/127; Yunus sûresi, 10/25) Bütün bunlar selam sözcüğünün İslam’da özel bir yeri ve anlamı olduğunu gösterir.
İşte bu sebepledir ki Kur’ân ve Sünnet, Müslümanların birbirlerine selâm vermelerini tavsiye eder. Allah Resûlü (s.a.s), sahabenin farklı lafızlarla birbirlerini selamladıklarını duyduğunda şu ifadeleriyle buna müdahale eder: “Allah bize lütufta bulunarak seninkinden daha hayırlı olan ve Cennet ehli tarafından da kullanılan ‘es-selâm’ sözüyle selâmlaşmayı öğretti.” (İbn Hişâm, 2/661).
Nisa suresinde yer alan, “Şayet size selâm verilirse, siz de ondan daha güzel bir tarzda selâmı alın, en azından verilen selâmın misli ile karşılık verin! Şüphesiz ki Allah, her şeyin hesabını hakkıyla arar.” (Nisâ sûresi, 4/86) âyet-i kerimesi, hem selamlaşmayı emreder hem de selamı alan kimsenin daha güzeliyle karşılık vermesini. Hadis-i şeriflerde de verilen selama daha güzeliyle mukabelede bulunma emredilir ve böyle yapan kimsenin daha fazla sevap kazanacağı ifade buyrulur. (Ebû Dâvûd, Edeb 132)
Yukarıdaki âyet ve konuyla ilgili hadisler, İslâm’ın insanî davranışlara, insanlar arası güzel ilişkiler kurmaya, sevgi ve barışı yaygınlaştırmaya, nezaket ve inceliğe ne kadar değer verdiğini gösterir.
Nûr sûresinde yer alan, “Ey iman edenler! Kendi evleriniz dışındaki evlere, sahiplerinden izin isteyip onlara selâm vermeden girmeyiniz! Böyle yapmanız sizin için daha münasiptir. Olur ki düşünür, hikmetini anlarsınız.” (Nûr sûresi, 24/27) şeklindeki âyet-i kerime de, bir taraftan mesken dokunulmazlığının önemini ortaya koyarken, diğer yandan da insanlar arasında sevgi, barış ve muhabbeti yaymayı hedefler.
Buraya kadar yapılan izahlardan da anlaşılacağı üzere İslâm, selâm lafzına ayrı bir değer vermiş ve Müslümanlara onunla selamlaşmayı emretmiştir. Fakat buradan hareketle toplumda yaygın olan başka selamlaşma çeşitlerini bid’at saymak ve bütünüyle onların aleyhinde konuşmak doğru değildir. “Selam”ın İslam’daki yeri bilindiği, o ihmal edilmediği ve Müslümanların bir şiarı olarak korunduğu sürece, insanların “günaydın, hayırlı sabahlar, iyi akşamlar…” gibi daha başka ifadelerle birbirlerine iyi dileklerini bildirmelerinde ve selamlaşmalarında bir mahzur yoktur.
Şu tespitlere katılmamak mümkün değil: “Âyet ve hadislerde geçen selâmlaşma ifadeleri dinin ana kaynaklarında yer alması sebebiyle mânevî bir değere ve özellikle ayrı dilleri konuşan Müslümanlar arasındaki iletişimde bir nevi sembol işlevi görmesi bakımından özel bir öneme sahip olmakla birlikte, selâmlaşmanın asıl amacı karşılıklı sevgi, dostluk, iyi niyet ve güzel dileklerin açıklanması olduğundan, her dilde bu gayeyi gerçekleştirecek uygun ifadelerle selâmlaşma görevinin yerine getirilebileceği açıktır.” (DİA, “Selam”)
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***