Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Türkiye’nin sığınmacı çıkmazı: Ayrıştırıcı dil gerilimi artırırken, suçun şahsiliği göz ardı ediliyor

Türkiye'nin sığınmacı çıkmazı: Ayrıştırıcı dil gerilimi artırırken, suçun şahsiliği göz ardı ediliyor


Yabancı karşıtlığı gerilime, nefret söylemi linçe dönüşüyor. Sığınmacıların ülkelerine dönmesini isteyenler, linçi normal karşılıyor. Uzmanlar itidal çağrısı suçun şahsiliğinin göz ardı edilmemesi gerektiğine vurgu yapıyor.

Türkiye, dünyada en fazla göçmen ağırlayan ülkelerin başında geliyor.

 

Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre Türkiye’de 196 farklı ülkeden 5 milyon 500 binden fazla sığınmacı yaşıyor.

 

Bunların 3 milyon 690 bin 896 kişisi Suriyeli. Tabii söz konusu rakam kayıtlı sığınmacı sayısını gösteriyor. Bir de kayıtlı olmayanlar var.

 

Bunlar hesaba katıldığında Türkiye’de sığınmacı olarak yaşam mücadelesi veren yabancı sayısının 7 milyon civarında olabileceği tahmin ediliyor.

 

Sayı arttıkça sığınmacı politikası da sert eleştiriliyor. Sığınmacılara yönelik kutuplaştırıcı ve ötekileştirici söylemler de artıyor. Öyle ki onların, can ve mal güvenliğini tehdit edecek kitlesel saldırılar dahi yaşanıyor Türkiye’de.

 

Ankara Altındağ Mahallesi’nde yaşanan olay bunun bariz bir örneği olarak kayıtlara geçti. 

 

Türk vatandaşı Emirhan Yalçın’ın (18) Suriyeli bir göçmen tarafından bıçakla öldürülmesinden sonra olaylar çıktı.

 

Mahallede toplanan yüzlerce kişi Suriyelilerin bulunduğu evi taşladı, işyerlerine zarar verdi. 

 

Altındağ’da meydana gelen olayların yansımaları devam ediyor. 

 

İşlenen suçun bireysel değil de kitlesel olarak görülüp öfkenin, ülkesini terk eden insanları yansıması tartışılıyor. 

 

“Suçun bireyselliği göz ardı edilmemeli”

 

Suriyeli Sığınmacılarla Dayanışma Platformu, Ankara’da meydana gelen olaylarla ilgili yaptığı açıklamada, “Sadece sığınmacılar değil, hiçbir grup bireysel bir suç nedeniyle kolektif suçlamaya maruz bırakılmamalıdır” denildi.

 

Hiçbir bireysel kriminal olay bahane edilerek masum insanların kolektif biçimde saldırıya maruz bırakılmasına izin verilmemesi gerektiği vurgulanan açıklamanın devamında şu ifadelere yer verildi:

 

“Yıllar boyunca devam eden ve sığınmacıları hedef gösteren, onların varlığını ‘beka sorunu’ olarak sunan odakların zehirli propagandalarının da etkisiyle, suçun bireyselliğini göz ardı eden bu tür olayların çıkması beklenir bir durumdu ve bugün yaşadığımız da budur. Devlete düşen, başta hayat hakkı olmak üzere, vatandaşların ve sığınmacıların haklarını korumak, ihlalcileri cezalandırmak ve bunu yaparken linç kalabalıklarına hiçbir biçimde göz yummamaktır. Bu süreçte ihmali olan veya görevini kötüye kullanan kamu görevlileri de tespit edilmeli ve cezalandırılmalıdır…”

 

Sığınmacılara yönelik tartışmalar, neden şiddet olaylarına dönüşüyor. 

 

Linç girişimleri niye bazı kesimlerce normal karşılanıyor? 

 

Türkiye, farklı ülkelerden gelen ve geçici koruma statüsündeki mülteciler sorununu nasıl çözebilir?

 

Uzmanlar konuyu Independent Türkçe’ye değerlendirdi.

 

“Olumsuzlukların faturası mültecilere kesiliyor”

 

Türk Alman Üniversitesi Öğretim Üyesi, Göç ve Uyum Araştırmaları Uzmanı Prof. Dr. Murat Erdoğan, Ankara’da meydana gelen olayın Türkiye’de geçici koruma altında olanlarla ilgili olmasının ötesinde bir durum olduğunu söyledi.

 

Suriyelilerin yaklaşık 10 yıldır Türkiye’de olduğunu ve onlarla ilgili zaman zaman sıkıntılar yaşansa da genelde durumun stabilize edildiğini vurgulayan Erdoğan, “Ancak son birkaç ayda Afganistan’dan gelen yalnız erkek grupları bütün toplumda bir tedirginlik yarattı. Dünkü olaylar aslında bunun bir parçası, yoksa doğrudan Suriyeliler ile ilgili bir şey değil” dedi.

 

Toplumun yaşanan gelişmelerden çok haz etmediği ve mutlu olmadığının her halinden belli olduğunu aktaran Erdoğan, devamında şunları kaydetti:

 

“Suriyeliler, Türk toplumunu çok rahatsız edecek şeyler yapmadığı için bugüne kadar her şey normal bir şekilde gitti. Ancak son dönemlerde sertleşen söylem, pandeminin getirdiği olumsuz etkiler, yoksullaşma ve siyasi çıkışlar nedeniyle gerginlik oluştu. Bütün bunlar bir araya gelince günah keçisi aranıyor ve dünyanın her yerinde olduğu gibi fatura mültecilere kesiliyor.”

 

Türkiye’de sadece Suriyeli göçmenler geçici koruma altında olduğunu hatırlatan Erdoğan, “düzensiz göçmen” olarak nitelenen Afganların, Türkiye’nin izni ve planı olmadan ülkeye girmelerinin bütün algıyı alt üst ettiğini ve tedirginlik oluşturduğunu sözlerine ekledi.

 

“Politikasızlığın kendisi bir politika”

 

Sosyoloji Mezunları Derneği Başkanı Özgür Aktütün de Türkiye’nin sığınmacı meselesini çözmek istemediğini savundu.

 

Meseleye doğru yerden bakmak gerektiğini ifade eden Aktütün, “Bu politikasızlığın kendisi bir politika. Çünkü hem ekonomik hem de politik olarak bu insanların temel haklardan mahrum bırakacak bir sistemin içerisinde tutulması hükümetin şu anki politikaları açısından gerekli olan bir durumdur” diye konuştu.

 

Uluslararası konjonktürün de problemin bir parçası olduğunu değerlendirmesinde bulunan Aktütün, “Bu Avrupa’nın da aslında tercih ettiği bir durum. İnsanlar kayıtsızlık ve temel haklardan mahrum bırakacak bir sistem içerisinde tutulmak isteniyor. Çünkü kayıtlı ve temel haklara erişebilir birtakım hukuki statüler kazanmaları durumunda Avrupa’da sorumlulukları yerine getirmek zorunda kalacak ki bu da uluslararası hukuktan doğan sorumluluklardır. Avrupa bu sorumlulukları yerine getirmemek için Türkiye’nin uyguladığı politikayı destekliyor” ifadelerini kullandı.

 

11 yıldır kapı komşusu olan insanların birbirlerine karşı bu kadar kolay bir nefret söylemi geliştirmelerinin eşyanın tabiatına aykırı olduğunu dile getiren Aktütün, sözlerine şöyle devam etti:

 

“Peki niye bu böyle? Çünkü bu politikanın kendisi bir politikadır. Ne insanların kendilerine bir gelecek inşa edebilecekleri bir statüye kavuşturmaları sağlıyorlar ne de güven içerisinde yaşayabilecekleri koşulları sağlıyorlar. Bir taraftan da sınırsız bir sömürünün aracı haline getiriyorlar ve bu da sermayenin işine geliyor. Ucuz iş gücü ve her an gözden çıkarılabilir toplumun en alt kesimine indirgenmiş ‘fazlalık nüfus’ olarak kullanıyorlar.”

 

“Daha dikkatli bir dil kullanılmalı”

 

İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER) Genel Başkanı Kaya Kartal ise Ankara’da yaşanan olayın Türkiye geneline sirayet etme riski bulunan kitlesel olayların bir nüvesi olabileceğini belirterek dikkat edilmesi çağrısında bulundu.

 

Türkiye’de göçmenlere karşı oluşan dilin çok riskli bir hal aldığı uyarısında bulunan Kartal, “Dünkü olaylarda yaralanma gibi birtakım olumsuzluklar gördük ama çok daha büyüğü yaşanabilirdi. Ucuz atlattık. Neticede ülkedeki siyasi atmosfer, mülteciler üzerinden oluşan nefret ve ayrımcı dilin etkisi büyük” dedi.

 

Daha vahim olayların yaşanmaması için toplumun tüm kesimlerine büyük sorumluluklar düştüğünü belirten Kartal, “Burada hem iktidara hem muhalefete hem basına hem de sivil topluma çok ciddi sorumluluklar düşüyor. Özellikle iktidar, muhalefet ve basının kitleleri hareketlendirme gücünün potansiyeli düşünüldüğünde çok daha dikkatli bir dil kullanması gerekiyor” uyarısında bulundu.

 

“Kontrol edilemez bir hal aldı” 

 

İktidarın sığınmacı ve göç politikası kendilerinin de kabul ettiği üzere ciddi problemler içerdiği tespitinde bulunan MAZLUMDER Genel Başkanı Kartal, sözlerini şöyle tamamladı:

 

“Sorun kontrol edilemez bir hal almış durumda. İş şiddet eylemlerine evrildiğinde çok geç müdahale ediliyor. Halbuki kanaat önderleri kullanılarak bunu önleyebilirler. Ya da polisiye tedbirlerle bunun önüne geçilebilir. Devlet de bizim gibi olayları sosyal medyadan duymamalı. İstihbari bilgileri kullanıp daha önden gerekli önlemi alıp benzer olayları engelleyebilir. Daha aktif ve etkin bir şekilde sürece müdahil olmalı ve sürecin saldırı aşamasına gelmemesi noktasında sorumluluk alması gerekir.”

 

KAYNAK: INDEPENDENT TÜRKÇE – ABDULHAKİM GÜNAYDIN


***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version