Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Mehmet Ali Şengül Hocamın ardından…

Mehmet Ali Şengül Hocamın ardından…


YORUM | AHMET KURUCAN 

Sondan başlayacağım… Çok sık gelirdi merhum, Amerika’ya. Elini öpmeye dururdum her karşılaşmamızda ama bir defa bile elini öptürdüğünü hatırlamıyorum. Halini hatırını sorardım. O da çocuklarıma varıncaya kadar benim halimi hatırımı sorar ve nice dualarda bulunurdu. Almanya’ya dönerken Ant Store’a mutlaka uğrar, Hüseyin Bey’in ona café kısmında uçakta yemesi için hazırladığı yiyeceği alır ve giderdi. İlginçtir hiç planlı olmadığı halde, Almanya’ya geri dönüşlerinde defalarca karşılaşmışızdır onunla.

Son gidişinde de karşılaştık. Fakat bu karşılaşmamızda daha öncekilerden farklı bir şey oldu. Çay-kahve içimi müddetince muhabbet, uçakta yiyeceği azık hazırlığından sonra ayrılırken bana “Hakkını helal et” dedi. Halbuki şimdiye kadarki uğurlamalarda böyle bir şey dememişti. Şaşırdım. Bizim memlekette bu türlü durumlarda “Sağlık ayrılıkları ve sağlık helalleri olsun” denir. Şaşkınlığın ilavesi bir cümle ekleyerek ben de aynısını söyledim. “Siz ne diyorsunuz Hocam! Sağlık ayrılıkları ve sağlık helalleri olsun.” “Yok yok, sen hakkını helal et” dedi ve sarıldı bana.

Anlatmakta zorlanacağım bir hissiyat içine girdim o an. Sanki içimde inşa ettiğim kaleden bazı taşlar sessiz ve gürültüsüz biçimde bir bir yere düşüyor gibi, sanki avucumun içinden çok sevdiğim bir kuş uçuyor gibi. Hissetmişti demek ki merhum dünya gözüyle bu görüşmemizin son görüşme olduğunu ve onun için ısrar etmişti bana hakkını helal et diye. Aradan beş-on gün geçti geçmedi, koronavirüs dolayısıyla hastaneye kaldırıldığını duyduğum an “Eyvah” dedim, hiç aklımdan çıkmayan o veda anını canlandırdım yeniden zihnimde, dualara durdum herkesle birlikte.

Ve dün… Vefat haberini alır almaz, veda anında taşlarının tek tek düştüğünü hissettiğim o kale öyle bir gürültüyle yıkıldı, yıkılırken öyle bir ses çıkardı ki onu ancak ben duydum içimde, başkası değil.

İlk defa 1980 yılı üniversite hazırlık kursu için gittiğim İzmir Bozyaka yurdunda tanıdım kendisini. Bozyaka yurdunun hemen yanında bulunan Kilimcitepe Camiinin imamı diye tanıttılar onu bize. Aynı zamanda yurt müdürüymüş. Namaz kıldırdı mescitte biz talebelere. Kadife gibi sesi vardı insanın içine inşirah salan. Sohbet etti ardından. Ne anlattığını hatırlamıyorum ama o sohbette aldığım hazzı hala hissederim içimde. O günün meşhur Timurtaş Hoca’sından Tahir Büyükkörükçü Hoca’ya kadar nice vaizleri dinlemiş bir insan olarak farklı geldi bana onun sesi ve soluğu. Onlar kadar meşhur değildi, ismini ilk defa duymuş, kendisini ilk defa görmüş ve dinlemiş olmama rağmen çok etkilendim ondan. Anlattıklarını hatırlamıyorum ama inandığı değerleri hayata taşımış olmasının verdiği samimiyetiydi bana etki eden. “Bu yüzde yalan yok” diye haykıracağınız bir simaya ve sese sahipti çünkü.

Yıllar geçti aradan. 1990 yılında Tavşanlı’daki düğünüme teşrif etti Mehmet Ali Hocam. Pazar günü olmasına rağmen öğle namazı öncesi müftüden almış olduğumuz izinle Ulucami’de vaaz etti. Çok etkilenmişti Tavşanlılılar o vaazdan. Daha vaaz esnasında “Kim bu?” diye soruyorlardı birbirlerine. İhlası, samimiyeti, candanlığı, ağzından çıkan sözleri adeta ok hâline getiriyor ve muhatabının kalbine saplıyordu. Aslında bilmedikleri bir şeyi anlatıyor değildi. Kim bilir kaç tane hocadan aynı şeyleri duymuş ve dinlemişlerdi ama bu ses ve bu sesin sahibinin samimiyeti başkaydı ve farklıydı.

Tevazu ve mahviyet abidesi diye yazdılar bir çokları dünden beri sosyal medya platformlarında. Gerçekten öyleydi. Oğlu denebilecek yaşta bir insandım ben ona göre. Ama o, bazı fıkhi meselelerde kaç defa benim görüşümü almıştır. En son boşanma ile alakalı bir soru hakkında konuşmuştuk kendisi ile. Telefon açtığımda söylediğim, “Siz benden daha iyi bilirsiniz” giriş cümlelerimi anında reddettiğini hiç unutamam. Allah şahit, ben iltifat olsun diye söylememiştim o sözleri, boşanma ile alakalı o soruya kendisi de cevap verebilirdi. “Hayır” dedi bana önce. “Çok karmaşık geldi bana bu soru. Gerçekten bilmiyorum cevabını. Sen ne dersen ben aynen aktaracağım. Onun için sana rica etsem yazılı gönderir misin cevabını?”

Allah’a karşı hiç kimseyi tezkiye etmeme temel bir prensiptir İslam’da. Hepimiz beşeriz, insanız, melek değiliz, hata yapma bizim mayamızda var. Bununla beraber gördüğümüz, bildiğimiz ve anladığımız şeyleri de paylaşmaktan dûr olmayız ve olmamalıyız. Bu yazıyı da o sebeple kaleme aldım zaten.

Başta muhtereme eş ve çocukları olmak üzere yakınları çok iyi bir insanı kaybettiler. Onun geride bıraktığı boşluğu dolduramayacaklar. Mehmet Ali Hocamın vefatını en az onlar kadar derinden hisseden Hocaefendi iyi bir arkadaşını kaybetti, o da bu boşluğu dolduramayacak. Arkadaşları, dostları, kardeşleri ve Hizmet insanları Samsun’lu Hoca’larını kaybettiler, onlar da doldurmayacaklar onun bıraktığı boşluğu. Ne çare ki kader bu. “Dünya iki kapılı bir han. Gelen gider giden gelmez bu handan.” Bize de O’na teslim olmak düşer. Alan O, veren O. Nokta.

Mekanın cennet, makamın âli olsun Mehmet Ali Hocam! Bütün bir hayatını vakfettiğin Kur’an, ahirette yoldaşın, Efendimiz de arkadaşın olsun. Amin.

Exit mobile version