Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

İlhan Cihaner ve arkadaşları; Covid-19’a karşı aşı, ilaç ve ilaçlarda patent haklarının kaldırılması için BM ve AB Adalet Divanı’na başvurdu

40 yaş üzerindeki vatandaşların aşılanması başladı


24-26. dönem milletvekili CHP milletvekili avukat İlhan Cihaner ve meslektaşları Fidan Kılıç, Özgecan Gedikoğlu, Mehmet Kılıç Covid-19 pandemisinde aşı ve ilaç adaletsizliğine dikkat çekerek, Covid-19’a karşı kullanılan tüm aşı, ilaç ve tedavi yöntemlerindeki patent uygulamasının kaldırılması için Birleşmiş Milletler’e, AB Adalet Divanı’na, AB Ombudsmanı’na başvuruda bulundu.

Cihaner, “ARGE araştırmalarının önemli bir kısmının kamu kaynaklarıyla fonlandıkları da düşünülürse aşıların insanlığın ortak değeri olarak kabul edilmesini gerektirir.” düşüncesini dile getirdi.

“Aşıya erişimde küresel bir adaletsizlik söz konusu”

Cihaner konuya ilişkin olarak yaptığı açıklamada, “Bilindiği üzere 11 Mart 2020 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü Covid-19 salgınını ‘pandemi’ olarak ilan etti. Virüsün ilk göründüğü andan itibaren çalışmalarına başlayan bilim insanları kısa sayılabilecek sürede etkin aşılar geliştirdiler.  Ancak ülkelerarası gelişmişlik ve zenginlik farklılıları nedeniyle, aşıya erişimde küresel bir adaletsizlik söz konusu. Varsıl ülkeler kullanım ihtiyaçlarının üzerinde aşıyı stoklarken, yoksu ülkeler aşıya erişimde zorluk aşıyor. Öte yandan Avrupa Birliği, 2021/111 sayılı yönetmelik ile Covid-19 aşısına ihracat yasağı getirerek, insan hakları ihlalleri yapmakta. Dünya Sağlık Örgütü’nün COVAX programı ise bu adaletsizliği gidermekte yetersiz kalmış durumda. Ayrıca aşı lisans ve teknolojilerinin herkese açık ve şeffaf bir şekilde paylaşımı hedefleyen Covid-19 Teknoloji Erişim Havuzu mekanizması (C-TAP) bugüne kadar etkin bir şekilde işletilemedi.” değerlendirmesini yaptı. 

Cihaner açıklamasında şu ifadeleri kullandı:

“Virüsün yeni varyantları ve yeni dalgalarla aşı adaletsizliğinin ve ölümlerin artması kaçınılmaz görünüyor.  Öte yandan lisans ve patent kısıtlamaları nedeniyle dünyanın aşı üretim kapasitesinin önemli bir kısmı atıl durumda. Örnek verilecek olursa 150.000.000 doz aşı üretim kapasitesi olduğu açıklanmıştır. Bu kapasite Covid-19 açısından atış durumdadır. Etkin aşılar bulunmasına rağmen dünyada önemli miktarda kaynak, yeni aşılarım ARGE araştırmalarına harcanmaktadır. Pandemi ile mücadele adeta ticari bir savaşa dönüşmüş durumda.

Ulusal hukukların kamu yararı ve sağlığının zorunlu kıldığı koşullarda patent haklarının kamu tarafından devralınmasına olanak veren ‘zorunlu patent lisansı’ uygulamasına ise nerede ise hiç başvurulmamıştır.  Ancak pandeminin bir force majeure ve acil sağlık krizi kabul edilerek, TRIPS Anlaşması ve Doha Deklarasyonu hükümleri çerçevesinde zorunlu lisans uygulamasının hayata geçirilmesi, tüm aşı üretim tesislerinin tam kapasite çalışarak seri üretime geçirilmeleri mümkündür.

“Covid-19’un  aşı, teşhis ve tedavisiyle ilgili çoğu etkinliği kanıtlanmış 2000’in üzerinde patent söz konusu”

An itibariyle Covid-19’un  aşı, teşhis ve tedavisiyle ilgili çoğu etkinliği kanıtlanmış 2000’in üzerinde patent söz konusudur. Gene Covid-19 tedavisinde kullanılan ‘remdesivir’ ilacı bile mücadeleyi ‘orphan drug’ statüsüne alınmamıştır. Tüm bunlar küresel mücadeleyi aksattığı gibi yoksul ülkeler aleyhine gelişen adaletsizliği derinleştirmektedir.

“Pandemi döneminde aşılar üç beş ilaç firmasının ticari tekellerine terk edilemez, edilmemeli”

Varsıl ülkeler önalım sözleşmeleriyle acil / öngörülebilir ihtiyaçlarının üzerinde aşı üretimlerini kendilerine bağlamışlardır. En son AB 2,6 milyar doz anlaşması yaptığını duyurmuştur. Bilinmelidir ki; aşılar bilimsel ilerlemeler birikimli süreçlerin eseridir. Tüm insanlığın katkısı vardır. Özellikle pandemi döneminde aşılar üç beş ilaç firmasının ticari tekellerine terk edilemez, edilmemeli.

ARGE araştırmalarının önemli bir kısmının kamu kaynaklarıyla fonlandıkları da düşünülürse aşıların insanlığın ortak değeri olarak kabul edilmesini gerektirir. Çocuk felci aşısını bulan Dr. Jonas Salk’ın ‘Bu aşının patenti kime ait?’ sorusuna  verdiği cevap önemlidir: ‘İnsanlara derim; bu aşının patenti yok, güneşi patentleyebilir misiniz?’

Dünyamızın geldiği noktadaki ticari ve turistik hareketlilik ve virüsün yayılım tarzı, sayılı ülkelerin tek başlarına elde ettikleri başarıları riskli hale getirmektedir. Son günlerde ortaya çıkana Delta varyantı yeni dalgaların işaretini vermektedir.

“Virüsün varyanları ve yeni dalgalarla aşı adaletsizliğinin ve ölümlerinin artması kaçınılmaz görünüyor”

Virüsün varyanları ve yeni dalgalarla aşı adaletsizliğinin ve ölümlerinin artması kaçınılmaz görünüyor. Bilim insanları, insanlığın benzer pandemileri yaşamasın kaçınılmaz olduğunu vurgulamaktadırlar. Dolayısıyla bu dönemde alınacak karar ve önlemler insanlığın geleceği için de hayati önemde olacaktır.”

Bu çerçevede başta Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği organları önünde birtakım kişisel girişimlerde bulundum:

1-AB’nin halihazırda uygulamakta olduğu ihracat yasağıyla ilgili 29 Ocak 2021 tarihli 2021/111 sayılı Regülasyon ve Yönetmeliğin iptaline karar verilmesi ve Covid-19’un aşı, teşhis ve tedavisi ile ilgili patent ve lisans korumalarının dayanağı olan düzenlemelerin askıya alınması talebiyle AB Adalet Divanı’na 24 Mayıs 2021 tarihinde bir dava açmış bulunuyorum.

ABAD nezdinde ileride açılacak hareketsizlik davasına dayanak teşkil etmesi ve AB ve Avrupa Konseyi organlarını harekete geçmeye davet ettim.  AB Ombudsmanı’na başvuru yaptım. AB Parlemantosu siyasi gruplarını durumdan haber ederek destek talebinde bulundum.

BM Genel Kurul Başkanı sayın Volkan Bozkır’a Genel Kurulu;  Covid-19 virüsüne karşı kullanılan tüm aşı, ilaç ve diğer tedavi yöntemleri için zorunlu lisans uygulamasının hayata geçirilmesi, ihracat yasağı gibi aşıya erişimi kısıtlayıcı önkemkerden uzak durulması, AB’nin halihazırda uygulamakta olduğu ihracat yasağı ile ihtiyaç fazlası aşı dozu alımlarının protesto edilmesi, teknoloji transferi önündeki engellerin kaldırılması, küresel olarak parasız, erişilebilir, adil bir aşılamanın sağlanması gündemiyle olağanüstü özel oturum gündemiyle toplanması için bir mektup yazdım.

Cihaner’in BM başvurusu şu şekilde:

Sayın Volkan Bozkır,

Birleşmiş Milletler Genel Kurul Başkanı,

Öncelikle insanlığın çatışmalarla, yoksullukla ve en önemlisi Covid-19 Pandemisi ile mücadele ettiği zor bir döneminde üstlendiğiniz görevinizde başarı diliyorum. Malumlarınız olduğu üzere 11 Mart 2020 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü, Covid-19 salgınını “pandemi” olarak ilan etmiştir. Virüsün ilk göründüğü andan itibaren çalışmalarına başlayan bilim insanları kısa sayılabilecek sürede etkin aşılar geliştirdiler. Ancak ülkelerarası gelişmişlik ve zenginlik farlılıkları nedeniyle aşıya erişimde küresel bir adaletsizlik söz konusu. Zengin ülkeler kullanım ihtiyaçlarının üzerinde aşıyı stoklarken, yoksul ülkeler aşıya erişimde zorluk yaşıyor.

Öte yandan Avrupa Birliği, 2021/111 sayılı Yönetmelik ile Covid-19 aşısına ihracat yasağı getirerek, insan hakları ihlalleri yapmakta. Dünya Sağlık Örgütü’nün COVAX programı ise bu adaletsizliği gidermekte yetersiz kalmış durumda. Virüsün yeni varyantları ve yeni dalgalarla aşı adaletsizliğinin ve ölümlerin artması kaçınılmaz görünüyor. Lisans ve patent kısıtlamaları nedeniyle dünyanın aşı üretim kapasitesinin önemli bir kısmı âtıl durumda. Ancak, pandeminin bir force majeure ve acil sağlık krizi hali TRIPS Anlaşması ve Doha Deklarasyonu hükümlerinin uygulanarak ‘zorunlu lisans’ uygulamasının hayata geçirilmesi, tüm aşı üretim tesislerinin tam kapasite çalışarak seri üretime geçmeleri mümkündür.

Bilim insanları, insanlığın benzer pandemileri yaşamasının kaçınılmaz olduğunu vurgulamaktadırlar. Dolayısı ile bu dönemde alınacak karar ve önlemler insanlığın geleceği için de hayati önemde olacaktır. Yine malumlarınız olduğu üzere, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25. Maddesi “Herkesin kendisinin ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır. Herkes, işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ve kendi iradesi dışındaki koşullardan doğan geçim sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir.” demektedir.

Birleşmiş Milletler Antlaşması ise başlangıcında “…temel insan haklarına, insan kişiliğinin onur ve değerine, erkeklerle kadınların ve büyük uluslarla küçük ulusların hak eşitliğine olan inancımızı yeniden ilan etmeye, …daha iyi yaşama koşulları sağlamaya, sosyal bakımdan ilerlemeyi kolaylaştırmaya, uluslararası barış ve güvenliği korumak için güçlerimizi birleştirmeye, …tüm halkların ekonomik ve sosyal bakımdan ilerlemesini kolaylaştırmak için uluslararası kurumlardan yararlanmaya, istekli olarak, bu amaçları gerçekleştirmek için çaba harcamaya…” vurgu yapmıştır. Antlaşmanın 10. Maddesi Genel Kurula “…işbu Antlaşma kapsamına giren ya da işbu Antlaşma’da öngörülmüş organlardan herhangi birinin yetki ve görevlerine ilişkin bütün sorunları ya da işleri görüşebilir ve 12. madde hükümleri saklı kalmak koşuluyla, bu tür sorun ya da işler konusunda Birleşmiş Milletler üyelerine veya Güvenlik Konseyi’ne veya hem örgüt üyelerine, hem de Güvenlik Konseyi’ne tavsiyelerde” bulunma görev ve yetkisini vermiştir.

Antlaşmanın 13. 1. b. Maddesi Genel Kurula “Ekonomik, sosyal, kültürel alanlarda, eğitim ve sağlık alanlarında uluslararası iş birliğini geliştirmek ve ırk, cinsiyet, dil ya da din ayrımı gözetmeksizin herkesin insan hakları ile temel özgürlüklerden yararlanmasını kolaylaştırmak için araştırmalar yapılmasına” önayak olma ve bu amaçlarla tavsiyelerde bulunma görev ve yetkisini vermiştir.

Antlaşmanın 55. 1. b. Maddesi, Birleşmiş Milletler “Ekonomik, sosyal alanlarla sağlık alanındaki uluslararası sorunların ve bunlara bağlı başka sorunların çözümünü, …” kolaylaştıracaktır demektedir. Antlaşmanın 62.1. Maddesi “ekonomik, sosyal, kültürel alanlarda, eğitim ve sağlık alanlarında ve bunlarla ilgili başka alanlarda uluslararası sorunlar üzerinde araştırmalar yapabilir, raporlar hazırlayabilir ya da bunların yapılıp hazırlanmasına önayak olabilir ve bütün bu sorunlara ilişkin olarak Genel Kurul, Birleşmiş Milletler üyeleri ve ilgili ihtisas kuruluşlarına tavsiyelerde” bulunma görev ve yetkisini Ekonomik ve Sosyal Konsey’e vermiştir. Bu somut maddeler yanında bildirge ile antlaşmanın ruhu ve ana motivasyonu, başkanlığını yürüttüğünüz Genel Kurul’un sürece daha etkin müdahalesini davet etmektedir.

Bu tespitlerden sonra vurgulamak isterim ki; aşılar dahil bilimsel ilerlemeler birikimli süreçlerin eseridir. Tüm insanlığın katkısı vardır. Özellikle pandemi döneminde aşılar üç beş ilaç firmasının ticari tekellerine terk edilemez, edilmemeli. Ar-Ge araştırmalarının önemli bir kısmının kamu kaynaklarıyla fonlandıkları da düşünülürse aşıların insanlığın ortak değeri olarak kabul edilmesini gerektirir. Dünyamızın geldiği noktadaki ticari ve turistik hareketlilik ve virüsün yayılım tarzı, sayılı ülkelerin tek başlarına elde ettikleri başarıları da riskli hale getirmektedir. Bu çerçevede Dünya Sağlık Örgütü’nün pandemi ilan ettiği koşullarda;

Covid-19 virüsüne karşı kullanılan tüm aşı, ilaç ve diğer tedavi yöntemleri için ‘zorunlu lisans’ uygulamasının hayata geçirilmesi, – İhracat yasağı gibi aşıya erişimi kısıtlayıcı önlemlerden uzak durulması,  Avrupa Birliği’nin hali hazırda uygulamakta olduğu ihracat yasağı ile ihtiyaç fazlası aşı dozu alımlarının protesto edilmesi, teknoloji transferi önündeki engellerin kaldırılması,  küresel olarak parasız, erişilebilir, adil bir aşılamanın sağlanması,  konularında acil adım atılması gerekmektedir.

Göreviniz kapsamında başta Vaccines4All olmak üzere yaptığınız girişimleri destekliyor, uluslararası barış ve güvenliğe önemli bir tehdit haline gelen pandemiyle mücadelede, önem ve öncelik kazanan yukarıda sayılan ve sair somut adımların atılması için BM Genel Kurulu’nun “olağanüstü özel oturum” yapması konusunda gerekli girişimlerde bulunmaya ve devletleri bu yönde adım atmaya, bu konuda bir başkanlık bildirisi yayınlamaya davet ediyorum.”

Avrupa Birliği Adalet Divanı’na yapılan başvuruda şunlar kaydedildi:

Covid-19 virüsü, 2020 yılının Aralık ayında öncelikle Çin Halk Cumhuriyeti’nde ortaya çıkmış, ardından tüm dünyada hızla yayılmaya başlamıştır. Pandemi, başlangıcından bu yana, milyonlarca insanın ekonomik ve sosyal hayatını etkilemesinin yanı sıra sayısız insanın ölümüne sebep olmuştur.

Aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, İngiltere gibi çok büyük hacimli ekonomiye sahip ülkeler dahi ekonomik darboğaza girmiş, birçok insan işsiz kalmıştır.

ABD’ de 20 milyon, Avrupa Birliği’nde 2.6 milyon ve Türkiye’ de 2.3 milyon insan pandemi sebebiyle işsiz kalmıştır. Bilindiği üzere, etkiler ekonomi ile sınırlı değildir. İnsanların ruh ve beden sağlığı üzerinde birçok farklı negatif etkiler gözlemlenmiştir; panik atak, anksiyete ve depresyon ruh sağlığı üzerinde görülen etkilerden bazılarıdır. Beden sağlığı üzerindeki etkileri de literatüre post-covid sendromu olarak geçen etkiler olup, bunlar; hastalığı geçiren kişilerde nefes darlığı, halsizlik, baş ağrısı, kas ağrısı ve unutkanlık olarak sayılabilir. Bu veriler, Covid-19 virüsünü yenip hayatta kalabilen şanslı kişilere dair verilerdir, zira, Dünya Sağlık Örgütü’ nün güncel verilerine göre dünya genelinde 3,264,143 kişi, korona virüs nedeniyle hayatını kaybetmiştir.

Covid-19 virüsü ile ilgili özet bilgi ve günlük hayat üzerindeki etkileri göz önüne alındığında; her ülkenin vatandaşlarının virüse karşı bir tedavi veya aşı beklediği açıktır. Söz konusu problemi çözmek adına, dünyanın her yerinden özverili bilim insanları farklı türlerde aşılar geliştirmek için çalışmış ve bu girişimlerden bazıları başarılı olmuşlardır. Bu umut verici haberler her ne kadar sevindirici olsa da üretim ve dağıtım aşamasında ortaya çıkan sorunlar ile karşı karşıya bulunmaktayız. Aşıların menşei ülkelerinin dışında üretilebilmeleri aşamasında patent lisansı sistemi karşımıza çıkmaktadır. An itibariyle, Covid-19 ile mücadele için geliştirilmiş aşı, teşhis ve tedavi ile ilgili çoğu etkinliği kanıtlanmış 2000’ in üzerinde patent söz konusudur.

Gene Covid-19 tedavisinde kullanılan ‘’remdesivir’’ ilacı bile ‘’yetim ilaç’’ statüsüne alınmamış, seri üretimine başlanmamıştır. Mevcut fikri sınai hak düzenlemeleri nedeniyle, aşı üretimi için yeterli teknolojik kapasiteye sahip ülkeler, bu teknolojilerini kullanarak hem kendi vatandaşlarına hem de ihtiyacı olan diğer ülkelere dağıtım yapma işlevini yerine getirememektedirler. Ayrıca, etkinliği ve güvenliği Dünya Sağlık Örgütü tarafından da onaylanmış birçok aşı olmasına rağmen, bunların seri üretimi ve dağıtımı yerine kamu kaynakları halen yeni aşı geliştirme çalışmalarına ayrılmakta, bu da ticari kaygıların ön plana çıktığının açık kanıtıdır.

Tüm bunlara binaen, Türkiye Cumhuriyeti’ nin yıllık 150 milyon doz aşı üretimi kapasitesine sahip olması ancak aşı üreticilerinin ticari kaygıları ve patent lisansları nedeniyle bu kapasiteyi kullanamaması örnek gösterilebilir. Birçok aşı üretim tesisinin atıl kalması ve tedavide kullanılan ilaçların jenerik ilaç sayılmamasının sonucu, binlerce insan virüs ile temas etmekte, entübe ve yoğun bakım hastalarının sayısı ile ölüm oranları aynı ciddiyeti korumakta ve yoksul ülkeler aleyhine gelişen adaletsizliği derinleştirmektedir. Birçok gazeteci ve politikacı, aşı krizinin ciddiyetinin farkında olsa da bunu çözmek adına atılmış ciddi bir adım bulunmamaktadır. Medyada yer alan tartışmalar, iyi kaleme alınmış makaleler ve Dünya Sağlık Örgütü’ nün haftalık güncel veriler, yeni makale ve araştırmalarla ilgili bilgi sağlayarak ve dayanışma prensibi doğrultusunda aşı üretimi ve dağıtımını etkin hale getirmek için COVAX’ ın kurulmasına öncülük etmesi gibi iyi niyetli çabalar mevcuttur.

Tüm bu gelişmeleri görmek cesaret aşılamakta ve umut vermekte ise de COVAX aşı adaletsizliğini gidermekte henüz etkin bir rol oynamadığından ve mevcut patent lisansı sistemini kaldırmak daha etkili bir çözüm yolu olacağından dolayı, ülkelerin aşı üretimi ve dağıtımını sağlamak için gerekli adımları atmak son derece önemlidir. Aşı elde etmenin önünde bulunan bir diğer engel de 2021/111 Sayılı AB Yönetmeliği ve Avrupa Birliği’ nin uygulamakta olduğu mevcut aşı politikasıdır. Zira hem söz konusu Yönetmeliğin, DSÖ Anayasasında, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve AB Temel Haklar Şartı ile koruma altına alınan yaşama hakkı ile sağlık hakkını ihlal ettiği bir gerçektir hem de AB devamlı olarak aşı üreticileriyle kendi nüfusuna gerekli olan miktardan çok daha fazla aşı alımı yaparak diğer ülkelerin aşıya erişimi engellemektedir. Son olarak AB’ nin 2,6 milyar doz aşı alımına dair yaptığı sözleşme bunun açık göstergesidir. Yukarıda bahsi geçen Yönetmelik, insan hakları ihlalinin yanı sıra, Türkiye Cumhuriyeti ile Avrupa Birliği (imza tarihinde Avrupa Ekonomik Birliği) arasında imzalanmış olan, taraflar arasındaki gümrük, ithalat ve ihracat kurallarını belirleyen Ankara Anlaşması ile ek Protokolü’ nü de ihlal etmektedir. İşbu Anlaşma ve Ek Protokol’e göre AB ile Türkiye arasındaki ithalat ihracat arasında asla miktar bakımından kısıtlama getirelemeyecektir. Ancak, Yönetmelik, Türkiye Cumhuriyeti’ ni dayanışma ilkesi kapsamı dışında bırakarak bu Anlaşma hükümlerini ihlal etmektedir. Bu sebeplerden dolayı, AB 2021/111 sayılı Yönetmeliği’ nin yürürlükten kaldırılması ile mevcut patent lisans sisteminin Covid-19 aşıları ile sınırlı olmak üzere esnek hale getirilmesini sayın mahkemenizden talep etme ihtiyacı doğmuştur. 1. 2021/111 SAYILI AB YÖNETMELİĞİ TEMEL İNSAN HAKLARI PRENSİPLERİNİ İHLAL ETMEKTEDİR

İşbu dilekçenin giriş kısmında açıklanan pandeminin ağır sonuçlarını ortadan kaldırmak adına, birçok hükümet sıkı önlemler almıştır. Farklı ülkelerde, sokağa çıkma yasakları, şehirlerarası seyahat yasakları ve maske takma zorunluluğu gibi çeşitli önlemler alındığı gözlemlenmiştir. Bu sıkı önlemlerin insan haklarını ihlal ettiği hususu halihazırda bir hukuki tartışma konusu olup, önümüzdeki yıllarda da önemini koruyacağı düşünülmektedir. Ulusal düzeydeki hükümet önlemlerinin insan haklarını ihlal etmesi gerçeğinin yanında, diplomatik düzeydeki ihlallerin tüm insanlık üzerinde ağır sonuçları olduğu kuşkusuzdur. Dolayısıyla, 2021/111 sayılı AB Yönetmeliği’ nin yaşama hakkı ile sağlık hakkı ihlallerini tartışmak ve sayın mahkemenizden söz konusu Yönetmeliğin yürürlükten kaldırılmasını talep etmek zaruri hale gelmiştir. Yönetmelik, genel olarak, AB sınırları dışına yapılacak olan aşı ithalatını nicel bakımdan sınırlama hususunu düzenlemektedir. Bu yapılırken ise, öncelikle genel sebeplere değinilmiş, Yönemeliğin her zaman uluslararası dayanışma ilkesini göz önünde bulundurduğu belirtilmiş ve sınırlı sayıda belirtilmiş olan ülkelerin ise bu dayanışma ilkesi gözetilerek ihtalat sınırlamasının dışında tutulacağı hükmü kurulmuştur. Yönetmeliğin gerekçe kısmında, Covid-19 virüsünün AB içerisinde ne kadar hızlı yayıldığı, Avrupa çapında çok ağır sonuçlar doğurduğu ve güvenli aşı kullanımının tek çare olduğu sebeplerine dayanılmıştır.

Ayrıca, AB’ nin aşı üreticilerini finansal olarak destekledikleri ve AB nüfusu için yeterli doz sayısının tedariğinin sağlanması amacıyla aşı üreticileri ile sözleşmeler yapıldığı belirtilmiştir. Ancak, tüm bunlara rağmen aşı üreticilerinin sözleşmeleri ihlal ettikleri ve AB’ ye sözleşmede belirtilen sayıda aşı dozunun tedarik edememe durumunda olduklarına yer verilmiştir. Bu aşı krizini aşmak adına da tek çözümün 2015/479 sayılı AB Yönetmeliğinin 5. Maddesine dayanarak, AB’ de üretilen Covid-19 aşılarının ithalatının nicel sınırlamaya tabi tutulmasını düzenleyen bir Yönetmeliğin uygulamaya geçirilmesi olduğu iddia edilmiştir. Bunlara ek olarak, uluslararası dayanışma ilkesinin göz önünde tutulduğu, acil durum halinde bazı ülkelere yardım yapılabileceği belirtilmiştir. Ancak, Yönetmeliğin bu hukuka aykırı ve taraflı gerekçelerine katılmak mümkün değildir. Öncelikle, Yönetmeliğin gerekçesinde sunulan sebepler tarafsız olmaktan uzaktır. Covid-19 Avrupa Birliği içinde yayılmış ve ciddi sonuçlar doğurmuş olsa da aynı zamanda tüm dünyada hızla yayıldığı ve AB ülkelerinden çok daha ağır sonuçlarla karşı karşıya kalan birçok ülke olduğu bir gerçektir. Söz konusu pandemi, dünya çapında bir sağlık krizi olduğundan, alınacak olağanüstü önlemler uluslararası düzeyde alınmalı, coğrafi sınır gözetmeksizin mümkün olduğunca çok sayıda insanın hayatı kurtarılmalıdır. Dünya Sağlık Örgütü Genel Başkanı Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus ile Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’ in ortaklaşa kaleme aldıkları, Telegraph gazetesinde ve DSÖ resmi sitesinde yayınlanan makaleye göre ‘’Küresel pandemiyi sona erdirmek için dünya çapında çaba gösterilmelidir. Herkes güvence altına alınana dek, hiçbirimiz güvende değiliz. Korona virüs aşısına, testlerine ve tedavisine, dünya çapında ihtiyacı olan herkesin, her yerde ulaşabilmesi, tek çıkış yoludur.’’ Her ne kadar, bu makale, yazarlarının ve temsil ettikleri kurumların hüsnüniyetlerini gösterse de mevcut uygulama ile çelişki içindedir.

Zira, sayın von der Leyen, son derece iyi kaleme alınmış makalesinde uluslararası dayanışmaya dikkat çekse de, bir taraftan da AB dışına yapılacak korona virüs aşılarının ithalatını sınırlayan 2021/111 sayılı Yönetmeliğin düzenlenmesine öncülük etmekte, AB vatandaşları ile sınırlamadan muaf tutulan ülkelerin vatandaşlarının dışındaki insanları göz ardı etmektedir. Söz konusu durum yalnızca insan hakları prensipleri ve uluslararası dayanışma ilkesine değil aynı zamanda DSÖ Anayasası ve AB Sözleşme Hukuku’ na da aykırıdır.

Sağlık hakkı ve yaşama hakkı, temel insan haklarıdır. Birçok uluslararası hukuki düzenleme ile sağlık ve yaşama hakkı da dahil olmak üzere insan hakları ile ilgili genel prensipler ortaya konulmuş olup, taraf devletler açısından bağlayıcı ve ulusal hukuklarının üstünde bulunmaktadırlar. Örneğin; Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’ nin 25. Maddesinde ‘’ Her şahsın gerek kendisi gerekse ailesi için yiyecek, giyecek, mesken, tıbbi bakım, gerekli sosyal hizmetler dahil olmak üzere sağlığı ve refahını temin edecek uygun bir hayat seviyesine ve işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, ihtiyarlık veya geçim imkanlarından iradesi dışında mahrum bırakacak diğer hallerde güvenliğe hakkı vardır.’’ prensibi ortaya koyularak temel tıbbi bakımın kişinin temel ihtiyacı olduğu kabul edilerek koruma altına alınmıştır. Viyana Eylem Planı ve Deklarasyonunun açık ifadesine göre ‘’ Dünya İnsan Hakları Konferansı, Devletleri uluslararası hukuk ve BM Şartı ile uyum halinde olmayan, Devletler arasında ticari engeller yaratan, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile koruma altına alınan insan haklarını ihlal eden; özellikle belli bir standartta sağlığa sahip olma, gıda ve tıbbi bakım gibi gerekli sosyal hizmetlere erişme hakları ihlal eden tek taraflı yaptırımlardan sakınmaya davet etmiştir.’’

Ayrıca, Dünya Sağlık Örgütü’ nün Anayasasının da getirdiği temel prensibe göre ‘’ Farklı ülkelerdeki eşitsiz bir biçimde ortaya çıkan sağlık ve özellikle bulaşıcı hastalıkların tedavisi ile ilgili gelişmeler, genel bir tehlikedir.’’ Görüldüğü üzere 2021/111 sayılı AB Yönetmeliği, Birlik sınırları ve ithalat yasağından muaf devletlerin dışında yaşayan insanlara ayrımcılık yaparak, aşıya erişimlerini engellemekte ve tüm bu temel insan hakları prensiplerini ihlal etmektedir. Bununla beraber, söz konusu Yönetmelik, AB hukukunu da ihlal halindedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 14. Maddesi ile ayrımcılığa karşı şu prensibi ortaya koymuştur; ‘’ Bu Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır.’’ Ayrıca, Avrupa Sosyal Şartı ile ‘’Her birey, kendisi için mümkün olan en yüksek standartta sağlık hizmetine sahip olmasını sağlayan düzenlemelerden yararlanma hakkına sahiptir.’’

İkesi ortaya konulmuş, ardından 11. Madde ile ‘’Akit Taraflar, sağlığın korunması hakkının etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamak amacıyla, ya doğrudan ya da kamusal veya özel örgütlerle işbirliği içinde, diğer önlemlerin yanı sıra, (1) Sağlığın bozulmasına yol açan nedenleri olabildiğince ortadan kaldırmak; (2) Sağlıklı olmayı teşvik etmek ve sağlık konularında kişisel sorumluluk duygusunu geliştirmek üzere eğitim ve danışma hizmetleri sağlamak; (3) Kazalar açısından olduğu gibi, salgın, yöresel ve diğer hastalıkları olabildiğince önlemek üzere tasarlanmış uygun önlemler almayı taahhüt ederler.’’ Hükmü ile salgın ve benzeri durumlarda dayanışma içinde olunması öngörülmüştür. Ayrıca, Avrupa Birliği’ nin İşleyişi’ ne Dair Antlaşma ile üçüncü devletlerle dayanışma içinde olma hususu ilkeleştirilmiştir. Buna göre, ‘’ Birlik ve Üye Devletler, üçüncü devletler ve yetkin uluslararası organizasyonlar ile kamu sağlığı alanında iş birliği içinde olacaktırlar.’’ Şart ile ortaya konulan prensipten, bir salgının ortaya çıkması halinde, kamu sağlığını korumak adına bireyler arası ayrımcılık yapılmasının yasaklandığı anlaşılabilir. Sonuç olarak, 2021/111 sayılı Yönetmelik, yukarıda açıklanan uluslararası insan hakları prensiplerine, bunları düzenleyen bağlayıcı hukuki belgelere aykırılık teşkil etmekte olup, tamamen yürürlükten kaldırılması gerekmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti, Ankara Anlaşması nedeniyle 2021/111 sayılı yönetmelikten muafiyet kapsamına alınmalıydı”

Önceki bölümde ele alındığı üzere, 2021/111 sayılı Yönetmelik birçok açıdan insan haklarını ihlal etmekte ve sağlık hakkı bakımından bireyler arası ayrımcılığa sebep olmaktadır. Söz konusu Yönetmelik, bu ihlallerin yanı sıra, AB ile Türkiye Cumhuriyeti arasında yapılan antlaşmalara da aykırı olup, bu bakımdan da tartışılması gerekmektedir. 12 Eylül 1963 tarihinde, Avrupa Birliği (o zamanki adı ile Avrupa Ekonomik Topluluğu) ile Türkiye arasında gümrük serbestisi ve ticari alan yaratmak amacıyla Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu Arasında Bir Ortaklık Yaratan Anlaşma imzalanmıştır. Bu düzenlemeyi takiben Katma Protokol yapılarak taraflar arasında malların serbest dolaşımı uygulamaya konulmuştur. Söz konusu Protokolün 21. Maddesine göre ‘’ Aşağıdaki hükümler saklı kalmak üzere, Akit Taraflar arasında ithalat miktar kısıtlamaları ve eş etkili bütün tedbirler yasaklanmıştır.’’ Bu hükmü destekleyen 27. Madde ile ‘’ Akit Taraflar arasında ihracat miktar kısıtlamaları ve bütün eş etkili tedbirler yasaklanmıştır. Türkiye ve Topluluk, en geç Geçiş Döneminin sonunda, aralarındaki ihracat miktar kısıtlamalarını ve bütün eş etkili tedbirleri kaldırırlar.’’ ihracat sınırlamaları kesin şekilde yasaklanmıştır. Bahsi geçen Anlaşma ve Protokole rağmen 2021/111 sayılı Yönetmeliğin muafiyeti düzenleyen madde 1/5 hükmünde Türkiye Cumhuriyeti’ ne yer verilmemiştir.

Tartışma konusu madde metninde, hem coğrafi yakınlık hem de dayanışma prensibi sebeplerine dayanılarak, bu sınırlamadan muaf tutulan ülkeler liste halinde belirlenmiştir. Bu ülkelerden bazıları Balkan ülkeleri olup, coğrafi yakınlık ve AB ticareti ile teknolojisine bağımlılık sebepleri bir noktaya kadar geçerli sayılabilir. Ancak, diğer ülkelerden bazıları AB’ ye ya Türkiye Cumhuriyeti ile aynı uzaklıkta yahut daha uzakta bulunan ülkelerdir, bunlardan Filistin, Suriye, Ukrayna ve Azerbaycan örnek olarak sayılabilir. AB ile Türkiye arasındaki hem geçmiş hem de mevcut diplomatik ilişkiler ve uluslararası ticaret hacmi göz önüne alındığında ve muaf tutulan diğer ülkelerle kıyas yapıldığında; düzenlemenin son derece açıklanamaz bir biçimde hukuka aykırı olduğu bir gerçektir. Sonuç olarak, Yönetmeliğin 1. Maddesinin 5. Fıkrası, taraflar arasında imzalanmış ve uzun yıllardır uygulanan anlaşma ve protokollere hukuken aykırıdır. Uluslararası anlaşmaların, taraf devletlerin anayasaları dahil iç hukuk normlarının üzerinde olduğu ve bu normların, anlaşmalarla tam bir uyum halinde olması gerektiği prensibi de göz önünde bulundurulduğunda, 2021/111 sayılı AB Yönetmeliği’ nin Ankara Anlaşması ve 1970 Tarihli Katma Protokolü’ nü ihlal ettiğinin ve Türkiye Cumhuriyeti’ nin hukuksuz bir şekilde uluslararası dayanışmadan mahrum bırakıldığının kabul edilmesi gerekmektedir. 

“Covid-19 pandemisi kontrol altına alınana kadar, zorunlu patent uygulamasının önü açılmalıdır”

Covid-19 pandemisinin yol açtığı sosyo-ekonomik problemler göz önüne alındığında, mevcut durumun force majeure olarak kabul edilmesi ve özel hukuk alanlarında gerekli düzenlemelerin yapılması önem arz etmektedir. Şimdiye kadar, pandeminin bu kapsamda değerlendirilerel birçok farklı türde sözleşmenin uyarlamalarının yapıldığı gözlemlenmiştir. Bunların günlük hayatta en çok karşılaşılan örnekleri; kira sözleşmeleri, hizmet ve iş akitleri olarak sayılabilir. Gerek iş hayatında gerekse hukuki alanda yapılan düzenlemeler ve çeşitli iş alanlarına mensup olup pandemiden doğrudan etkilenen bireylerin global düzeyde bir destek sistemi yaratmaları son derece umut vericidir. Pandemin ağır etkilerinin ortadan kaldırılması için düzenleme yapılması gereken bir diğer alan da fikri ve sınai haklar hukukudur.

Birçok parlak zekaya sahip ve üretken bireyin haklarını koruma altına alan, iş hayatındaki etkinliği günden günden artan bu hukuk branşının önemi tartışmasızdır. Ancak, mevcut patent sisteminin pandemi koşulları ile birlikte değerlendirildiğinde, kamu sağlığının korunması hususunda negatif etkileri vardır. Bilindiği üzere, aşı geliştirebilmek için dünyanın çeşitli ülkelerinde, sayısız denemeler yapılmış ve bunlardan bazıları başarılı sonuçlar vermiştir. Bu son derece dikkate değer muvaffakiyetler neredeyse bir mucize gibi sevinçle karşılanmış ve tüm insanlık için hayatta kalma mücadelesinde bir umut ışığı olmuştur. Bununla beraber, aşının üretim ve dağıtım aşamalarında özellikle lisans alımından dolayı engeller ortaya çıkmıştır. Aşı üretimi için yeterli kapasite ve teknolojiye sahip birçok ülkenin tesisleri bu problem sebebiyle üretim yapamamakta, bunun sonucu olarak bu ülke vatandaşları için hayati riskler ve diğer ağır sosyo-ekonomik sonuçlar mevcudiyetlerini korumaktadırlar. Aşının hem ekonomik ve sosyal hayatta normalleşmenin sağlanabilmesi hem insan hayatının ve sağlığının korunabilmesi için tek etkili araç olduğu göz önüne alındığında, pandeminin force majeure olması sebebiyle Kovid-19 aşıları için patent lisansı sisteminin değiştirilmesi acil olarak gündeme alınmalıdır.

Force majeure kavramı, kökleri Roma hukukuna dayanan, bir hukuki ilişkinin tarafı olan bireyin, kontrolü dışında ortaya çıkarak ciddi zarar doğuran olaylar olarak tanımlanabilir. Bu prensip, bireyin öngörülemez olaylara karşı korunmasını ve hukuki ilişkinin karşı tarafıyla arasında hakkaniyetli bir denge kurulmasını amaçlar. Yüzlerce yıl boyunca, birçok ülke hem özel hukuk hem de kamu hukuku alanında bu prensibi korumuş ve gerektiği zaman uygulanmasını sağlamıştır.

Ayrıca, günümüzün küresel dünyasının gerekliliklerine uyum sağlayabilmek amacıyla düzenlenen uluslararası hukuki araçlar da force majeure kavramına yer vermişlerdir. Bu düzenlemelerden en etkili olanlarına CISG, UNIDROIT, PECL ve TRIPS örnek verilebilir. CISG, UNIDROIT ve PECL’ da yapılan force maejeure tanımlarına, ardından Covid-19 aşı lisanlarına ilişkin hukuki argümanlarımızı desteklemek amacıyla TRIPS Anlaşması’ nın ilgili hükümleri ve haklarında yapılan hukuki yorumlara yer verilecektir. CISG, 79. maddesinde force majeure ile ilgili düzenlemesini şu şekilde yapmıştır;

‘’Taraflardan biri yükümlülüklerinden birini ifa etmemesinin, denetimi dışında kalan bir engelden kaynaklandığını ve bu engeli, sözleşmenin kurulması anında hesaba katmasının veya engelden ve sonuçlarından kaçınmasının veya bunları aşmasının kendisinden makul olarak beklenemeyeceğini ispatlaması halinde ifa etmemeden dolayı sorumlu tutulmaz.’’

Benzer şekilde, UNIDROIT Prensiplerinde de ‘’Taraflardan birinin sözleşmeden doğan yükümlülüğünü yerine getirmemesi, kontrolünün dışında gelişen ve sözleşmenin yapıldığı tarihte önceden tahmin edilmesi mümkün olmayan veya sonuçları önlenemez olan olaylardan kaynaklandığını ispatlarsa, bu durumu mazur görülür.’’ Bir başka hukuki düzenleme olan PECL, akitten doğan sorumlulukların force majeure sebebiyle yerine getirilememesi haline şu hükümlerle istisna getirmiştir

‘’Taraflardan biri, sözleşmeden doğan yükümlülüğünü yerine getirmemesini; kontrolü dışında gelişen, sözleşme imzalandığı anda tahmin edilmesi mümkün olmayan veya ortaya çıkan sonuçlarının önlenmesinin imkansız olduğu olayların varlığına dayandırır ve bunu ispat ederse, durumu mazur görülür.’’ Bahsi geçen madde hükümlerinde de anlaşılacağı üzere, her iki tarafın da çıkarlarının gözetilmesi ve hakkaniyetin sağlanması için kontrol dışında gelişen olaylar karşısında sözleşmelerde gerekli değişiklikleri yapmak son derece önemlidir.

Bu ilkenin sözleşmelerin yanı sıra hukukun her alanında uygulamaya geçirilmesi, özellikle mevcut küresel sağlık krizi döneminde daha büyük önem arz etmektedir. Dolayısıyla, pandemi bir force majeure hali olarak kabul edilmeli ve patent hakları ile yaşama ve sağlık hakları arasında bir denge unsuru sağlanmalıdır. TRIPS Anlaşması, patent lisansı uygulamasının kaldırılması için yapılan argümanların temelini oluşturan bir uluslararası hukuk anlaşmasıdır.

Bir yandan marka, patent, coğrafi işaret gibi her bir fikri mülkiyeti ayrıntılı şekilde düzenleyen anlaşma, bir yandan da fikri mülkiyet hakları ile sosyo-ekonomik ve kamu ahlakı arasında bir denge kurma amacıyla prensipler ortaya koyması sebebiyle önem arz etmektedir. TRIPS Anlaşmasının 7. Maddesinin açık ifadesine göre ‘’ Fikir mülkiyeti haklarının korunması ve uygulanması, teknolojik yeniliklerin gelişimine ve toplumsal ve ekonomik refaha ve haklar ve yükümlülükler arasında denge kurulmasına yardım edecek ve teknolojik bilginin yapımcılarına ve kullananlara karşılıklı yarar sağlayacak şekilde teknolojinin iletim ve yaygınlaşmasına katkıda bulunacaktır. ‘

’ ABD Paneli – Bölüm 211’de TRIPS Madde 7 ile ilgili yapılan gözlemler aşağıdaki gibidir: ‘’TRIPS Anlaşmasının 7. maddesi, şu hususları ortaya koymaktadır ‘fikri mülkiyet haklarının uygulanması ve korunması … haklar ve yükümlülükler arasında denge kurma hususuna katkıda bulunmalıdır’ Bu ifadeyi, iyi niyet prensibinin bir yansıması olarak kabul ediyoruz. ABD Temyiz Kurumu – Shrimps bu prensibi ‘devletler tarafından kullanılan hakların kontrolü – Bu prensibin uygulanması, doktrinde bilindiği üzere abus de droit, yani devletlerin sahip oldukları haklarını, bunları istismar ederek kullanmalarını ve bir hak iddiasının antlaşma yükümlülüğünün kapsadığı alanı ihlal etmesini yasaklar.’ Bir Üye’nin kendi sözleşme hakkını kötüye kullanması, bu nedenle diğer üyelerin sözleşme haklarının ihlaline ve aynı zamanda bu şekilde davranan Üyenin sözleşme yükümlülüğünün ihlaline neden olur. Üyeler, bu nedenle, TRIPS Anlaşmasının hükümlerini, TRIPS Anlaşmasının 7. Maddesinde belirtilen iyi niyet ilkesine uygun bir şekilde uygulamalıdır.’’ (WTO the analytical index, article 7).

TRIPS Anlaşması, 8. madde ile şu hükmü getirmektedir ‘’ (1) Üyeler, yasa ya da kurallarını düzenleme ya da tadil etme sırasında, kamu sağlığı ve beslenmenin korunması ve sosyo-ekonomik ve teknolojik gelişim için yaşamsal önem taşıyan sektörlerde kamu yararını sağlamak için, bu anlaşma hükümlerine uygun olan gerekli önlemleri alabilirler. (2) Bu Anlaşma hükümlerine uygun olan önlemler, fikir mülkiyeti haklarının, hak sahipleri tarafından kötü kullanılmasını önleyecek ya da ticareti gereksiz şekilde engelleyen uygulamalardan ya da teknolojinin uluslararası iletimini olumsuz şekilde etkilenmesinden koruyacak nitelik taşıyabilir.’’ Avustralya’daki – Tütün Paketleme Paneli’ nde, söz konusu 8. madde şu şekilde yorumlanmaktadır: ‘’

Madde 8.1…, açık şekilde TRIPS Anlaşmasının hükümlerinin, Üyeler tarafından belirli meşru hedefler doğrultusunda, özellikle ‘halk sağlığını ve beslenmeyi korumak için gerekli’ ‘kamu yararını teşvik etmek için gerekli’ hallerde ve ayrıca ‘teknolojik ve sosyo-ekonomik gelişmeler için hayati öneme sahip sektörlerin desteklenmesi’ önlemlerinin kabul edilmesinin, bunların Anlaşmanın hükümlerine uygun olması halinde önüne geçmeye çalışmayacağını belirtir.’’ ve şu ifadelerle devam eder, ‘’ Bizim görüşümüze göre 8. Madde, 20. Maddedeki ‘haksız yere’ teriminin yorumlanması için yararlı bir bağlamsal rehberlik sunmaktadır. Spesifik olarak, Madde 8.1’de yansıtılan ilkeler, TRIPS Anlaşmasını hazırlayanların, DTÖ Üyelerinin belirli meşru toplumsal çıkarları takip etme becerilerini koruma niyetlerini ifade ederken, aynı zamanda DTÖ Üyeleri tarafından bu tür amaçlar için alınan belirli önlemlerin kabul edildiğini teyit eder. Fikri mülkiyet hakları üzerinde etkisi olabilecek bu tür önlemlerin TRIPS Anlaşması hükümleriyle tutarlı olması gerekir.’’

Bunlara ek olarak, Avrupa Toplulukları – Marka ve Coğrafi İşaretler’ de, TRIPS madde 8 hakkında aşağıdaki ifadeler kullanılmıştır: ‘’Bu prensipler, TRIPS Anlaşması’ nın belli bir şeyden faydalanmak ya da pozitif haklar vermek için değil; fakat negatif haklar vererek belirli eylemleri engellemek amacını taşıdığını yansıtmaktadırlar. Fikri mülkiyet korumasının bu temel özelliği, doğası gereği Üyelere meşru kamu politikası hedeflerini takip etme özgürlüğü verir, çünkü bu kamu politikası hedeflerine ulaşmaya yönelik olarak alınacak birçok önlem, fikri mülkiyet haklarının kapsamı dışında yer alır ve TRIPS Anlaşması kapsamında bir istisna gerektirmez.’’

Açıkça anlaşıldığı üzere, TRIPS Anlaşmasının genel prensipleri, fikri mülkiyet hakları, belirli bir seviyede korumaya sahip olmalı ve bu husus Üye Ülkelerde de desteklenmelidir. Ancak, kamu sağlığı, kamu çıkarları ve sosyo-ekonomik gelişmeleri engelleyen ciddi olaylar, fikri mülkiyet haklarının korunmasına bir sınır getirmektedir. Bu bakış açısından hareketle, TRIPS Anlaşmasının 27. maddesinde patent verilebilir hususlar ve bunlara getirilen istisnalar düzenlenmiştir.

Söz konusu maddeye göre, ‘’Üyeler ayrıca aşağıdakileri de patent verilebilir buluşlar dışında bırakabilirler; (a) insanların veya hayvanların tedavisinde kullanılan teşhis tedavi ve cerrahi usuller; (b) Mikro-organizmalar dışında bitki ve hayvanlar ile esas olarak, biyolojik olmayan ve mikrobiyolojik usuller dışında bitki veya hayvanların üretimi ile ilgili biyolojik usuller. Ancak Üyeler patentlerle veya kendilerine özgü etkin bir sistemle veya bunların kombinasyonu ile bitki türlerinin korunmasını sağlayacaklardır. Bu alt-parağrafta yer alan hükümler DTÖ Anlaşması’nın yürürlüğe girdiği tarihten dört yıl sonra gözden geçirilecektir.’’ TRIPS Anlaşması madde 27/3(a) hükmünde, tedavi yöntemleri örnekleme yoluyla sayılmış ve bunların patentten istisna tutulabilecekleri belirtilmiştir.

Bu sebeple, aşıların bu hüküm kapsamında değerlendirilmesi hususunda herhangi bir hukuki engel bulunmamakta olup, bu yorum madde belirtilmemiş diğer tanı ve tedavi yöntemlerini kapsayacak şekilde genişletilebilir. Ayrıca, Anlaşmanın 31. maddesi, patent koruması altında bulunan bir unsurun, acil yahut olağanüstü koşullar altındaki ticaret-dışı kullanımı düzenlemiştir; ‘’

Herhangi bir Üyenin yasasında, patent konusunun hükümetçe veya hükümet tarafından kullanılmasına izin yetkili kılınmış üçüncü kişilerce kullanılması da dahil olmak üzere kullanılmasına izin verildiği taktirde, aşağıdaki hükümlere uyulacaktır: (b) Bu tür kullanma yalnızca, teklif edilen kullanıcının bu kullanımdan önce, hak sahibinden makul ticari süreler ve koşullarla yetki almak için çaba göstermiş olması ve bu çabaların makul bir süre içinde başarısız olması halinde izin verilebilir. Herhangi bir Üye, olağanüstü hallerde veya aşırı aciliyet gerektiren diğer koşullarda veya ticari olmayan kamu yararına kullanım durumlarında bu koşuldan feragat edebilir. Olağanüstü hallerde veya aşırı aciliyet gerektiren diğer koşullarda hak sahibi mümkün olan en kısa zamanda bu durumdan haberdar edilecektir. Patentin ticari amaçlar dışında kamu yararına kullanılması halinde, hükümet veya yüklenici patent araştırması yapmadan, geçerli bir patentin hükümet tarafından veya hükümet için kullanıldığını veya kullanılacağını biliyor ise veya bu durumu bilmesini sağlayacak açıklanabilir gerekçeleri var ise, hak sahibi bu durumdan derhal haberdar edilecektir; …’’

TRIPS Anlaşması ve Kamu Sağlığı Hakkında Deklarasyon, uluslararası hukuk prensiplerini ve insan haklarını koruma amacı taşıyan ve bu temel ilkeleri ihlal etmemek üzere taahhütte bulunulan son derece önemli bir uluslararası hukuk metnidir. Bunun için ‘’zorunlu patent lisansı’’ uygulamasını düzenleyen 5. ve 7. Paragraflar aşağıdaki gibidir: ‘’Yukarıda yer alan paragraf 4 ile uyum halinde olarak, TRIPS Anlaşmasındaki taahhütlerimizi devam ettiriyor ve aşağıdaki esneklikleri kabul ediyoruz: (a) Uluslararası kamu hukukunun geleneksel yorum kurallarını uygularken, TRIPS Anlaşmasının her hükmü, Anlaşmanın özellikle amaç ve ilkelerinde ifade edilen amaç ve amacı ışığında okunacaktır. (b) Her Üye, zorunlu lisanslar verme hakkına ve bu tür lisansların hangi gerekçelerle verileceğini belirleme özgürlüğüne sahiptir. (c) Her Üye, neyin ulusal bir acil durum veya diğer aşırı acil durumları oluşturduğunu belirleme hakkına sahiptir; HIV / AIDS, tüberküloz, sıtma ve diğer salgın hastalıklarla ilgili olanlar da dahil olmak üzere halk sağlığı krizlerinin ulusal bir acil durumu veya diğer koşullar bir acil durum halini oluşturur. (d) Fikri mülkiyet haklarının tükenmesiyle ilgili TRIPS Anlaşmasındaki hükümlerin etkisi, MFN ve Madde 3 ve 4’teki ulusal muamele hükümlerine tabi olarak, herhangi bir itiraz olmaksızın bu tür tükenmeye karşı kendi rejimini oluşturmada her Üyeyi serbest bırakmaktır. (…)

Gelişmiş Üye Devletlerin, Madde 66.2 uyarınca, girişim ve kurumlarını desteklemeye ve daha az gelişmiş olan Üye Devletlere teknoloji transferi yapmak için teşvik etmek taahhüdünü teyit ediyoruz. Ayrıca, az gelişmiş Üye Devletlerin eczacılığa dair ürünler bakımından, madde 66.2’de tanınan haklarına halel getirmeksizin, TRIPS Kısım 2 altında bulunan Bölüm 5 ve 7 hükümlerini uygulamak ya da bu Bölümlerde tanınan hakların 1 Ocak 2016’ ya kadar uygulanmasını sağlamak zorunda olmadıklarını kabul ediyoruz. TRIPS Konseyine, TRIPS Anlaşmasının 66.1 Maddesi uyarınca bunu yürürlüğe koymak için gerekli önlemleri alması talimatını veriyoruz.’’ Covid-19 virüsünün sebep olduğu pandeminin yarattığı koşulların, TRIPS Anlaşmasında ortaya konulan genel prensiplerde ve TRIPS Anlaşması ile Kamu Sağlığı Hakkındaki Deklerasyon’da bahsi geçen olağanüstü aciliyet kapsamına girdiği kuşkusuzdur. Bu sebeple, bahsi geçen esnekliklerin tüm dünya ülkelerine tanınması, yani zorunlu lisans hakkının kullanılması ve gelişmiş ülkelerin az gelişmiş ülkelere teknoloji transferi yapma yükümlülüklerini yerine getirmeleri gerekmektedir.

Sonuç ve istem

Korona virüs pandemisi küresel bir kriz haline gelmiştir ve bunun aşılmasının tek yolu coğrafya, eski politik çekişmeler, din veya herhangi bir farklılık gözetilmeksizin, etkin bir uluslararası dayanışmanın yürütülmesidir. Başka bir tedavi yöntemi bulunana yahut virüsün evrim geçirmek suretiyle zararını yitirmesine dek tüm dünya nüfusunun korunması aşıya bağlıdır. Güvenli ve makul fiyatlı, her bir kişiye yetecek miktarda doz aşıya erişim, bundan böyle temel insan hakkı olarak kabul edilmelidir. Bu hukuki argüman, dayanağını temel insan hakları prensiplerini düzenleyen bağlayıcı uluslararası hukuk metinlerinde bulmaktadır.

Fikri mülkiyet haklarının hakkaniyete aykırı kullanımı ile AB’ nin 2021/111 sayılı Yönetmeliği, söz konusu insan haklarını ihlal etmektedir. Söz konusu Yönetmelik, aynı zamanda AB ile Türkiye Cumhuriyeti arasında imzalanan Ankara Anlaşması ve Katma Protokolüne de aykırılık taşıdığından, Türkiye Cumhuriyeti devleti ve vatandaşları doğrudan hak ihlaline uğramaktadırlar. Bu durum, Avrupa Birliği’ nin İşleyişi Hakkında Antlaşma’ nın 263. maddesinin 4. paragrafının ‘’Her gerçek veya tüzel kişi, muhatabı olduğu veya kendisini doğrudan ve bireysel olarak ilgilendiren tasarruflar ile kendisini doğrudan ilgilendiren ve uygulama tedbirleri alınmasını gerektirmeyen düzenleyici tasarruflara karşı 1. ve 2. paragraflarda öngörülen şartlar dahilinde dava açabilir.’’ hükmü kapsamına girmektedir. Antlaşmanın 263. maddesi 6. paragrafı ‘’Bu maddede belirtilen davaların, duruma göre, tasarrufun yayımlandığı, davacıya tebliğ edildiği veya tebliğ edilmemesi halinde, davacının tasarruftan haberdar olduğu tarihten itibaren iki ay içinde açılması gerekir.’’ denmektedir. İptal başvurusuna konu olan yasal düzenlemeden 15/04/2021 tarihinde haberdar olduğumuzu ve yayın tarihi esas alınsa dahi iptali istenen yönetmeliğin insan sağlığı süregelen etkileri olduğundan hak düşürücü sürenin burada geçerli olmaması gerektiğini belirtmek isteriz. Sonuç olarak, yukarıda açıklanan hukuka aykırılıklar insan sağlığı üzerinde son derece ağır sonuçlar doğurmakta olup, bunun önüne geçilmesi adına işbu başvuruyu yapmak zarureti hasıl olmuştur. Bu sebeplerle, sayın mahkemenizden; 1

) Başvuru dilekçemizin Avrupa Birliği’ nin İşleyişi Hakkında Antlaşma’ nın 263. Madde 4. Paragrafı kapsamında kabul edilmesini,

2) 2021/111 sayılı AB Yönetmeliğinin, sağlık hakkını, ayrımcılık yasağını ve uluslararası dayanışma ilkesini ve bunların yanı sıra Avrupa Ekonomik Topluluğu ile Türkiye Cumhuriyeti Arasında Bir Ortaklık Yaratan Anlaşma ile bu anlaşmanın Katma Protokolü’ nü açıkça ihlal ettiği sebeplerinden dolayı yürürlükten kaldırılması,

3) Kovid-19 aşısının uluslararası kamu malı sayılması, mevcut lisans sisteminin TRIPS Anlaşması ve Doha Deklarasyonu ışığında esnetilerek, zorunlu lisans sisteminin uygulamaya geçirilmesi yönünde bir ilke kararı verilmesini, Yüce mahkemenizden saygıyla talep ediyoruz. 

 

Exit mobile version