Akdenizin derinliklerinde tuhaf bir şeylerin olmakta olduğunu ilk fark eden balıkçılar olmuştu.
1831 yılı öncesinde Sicilya’nın güney-batı sahili açıkları, halen mücevher yapımında çok makbul mercanların yaşadığı kayalıklarıyla ünlüydü.
Ne var ki o yılın Temmuz ayında Sicilyalı balıkçılar suyun yüzüne çok sayıda balık ölüsünün vurduğunu fark ettiler.
Balıklar suda haşlanmış gibi yenecek kıvama gelmişti ama çok fena kükürt kokuyordu. Hatta koku o kadar kuvvetliydi ki bazı balıkçılar bayılmıştı.
Bir kaç gün sonra, 10 Temmuz gecesi, denizciler, dalgaların arasından yukarıya doğru duman, kül ve lav saçan bir yanardağ ağzının belirdiğini gördüğünde, balık ölümlerinin sebebi de anlaşıldı. Yanardağ ağzı ve birikintileri giderek büyüdü ve Ağustos’a gelindiğinde, bir ada halini almıştı.
Ada, kayalıktan biraz daha iriceydi. Çapı 800 metre, sudan yüksekliği de 60 metreydi. Ama bir çok potansiyel barındırıyordu. Hatta bazıları bunun yeni bir kıtanın oluşumunun başlangıcı olduğunu düşünmüştü.
Avrupa gemicilik rotalarının tam kalbindeki bu ada kısa zamanda uluslararası bir anlaşmazlığın da konusu oldu.
Fransa ve İngiltere, Sicilyalılarla birlikte ada üzerinde egemenlik hakkı iddiasına girişti. Ne var ki bütün bu tartışmalar boşa gidecek ve ada beş ay sonra deniz sularına gömülerek kaybolacaktı.
Bu yüzden adaya kimileri L’isola che non c’è” yani “Olmayan ada” kimileri de “L’isola che se ne andò” yani “Kaybolan ada” adını verecekti.
Bu ay adanın belirişinin 190. yıldönümü.
Volkan bilimciler Sicilya boğazının çevresindeki deniz tabanının inanılmaz ayrıntılı bir haritasını çıkarmayı başardı ve böylece kısa ömürlü Akdeniz Atlantis’inin müthiş görüntüleri de ortaya çıktı.
Bu çalışma bize adanın nasıl ortaya çıkıp nasıl kaybolduğunu ve aynı yerde yeni bir adanın yine belirip belirmeyeceğini daha iyi anlamakta yardımcı olabilir.
Efsaneler ve tarih iç içe: Balıkçı Cola’nın hikayesi
Sicilya’nın tarihi, bölgede sık sık yaşanan volkanik ve sismik hareketlilikler ile iç içe geçmiştir.
Tarihçiler, bugün hala dünyanın en aktif yanardağlarından biri olan Etna’nın patlamalarından bahseden en az 2 bin 700 yıllık Yunan el yazmaları buldular.
Etna’nın 12 ve 17. yüzyıllarda yaşanan en şiddetli iki patlamasının, on binlerce insanın ölümüne yol açtığı tahmin ediliyor.
Sicilya, aynı zamanda çok şiddetli depremler de yaşıyor. Bunlardan biri 1693’de Sicilya’daki Catania şehrini yerle bir ederek 60 bin kişinin ölümüne yol açan Val di Noto depremi, bir diğeri de 1908’de Messina adasında 82 bin kişinin yaşamını yitirdiği deprem.
Sismoloji konusunda bugünkü bilgilere sahip olmayan Sicilya halkı bu trajik olayları açıklayan zengin bir mitoloji dünyası yaratmış.
Sicilya’nın zengin folklorü ve geleneklerini inceleyen Sicilia Esoterica adlı kitabın yazarı Marinella Fiume “Efsaneler, insanların kuşaktan kuşağa aktarılan bu korkularla baş etmesini ve bunları açıklayabilmesini sağlıyor” diyor
Bir efsaneye göre, bir zamanlar Cola adında genç bir balıkçı varmış. Cola, uzun süre su altında kalabilmesiyle ünlüymüş ve bu yüzden ona Colapesce yani balık Cola denirmiş.
Onun bu becerisini duyan kral, sınamak için deniz tabanından bazı şeyleri çıkarmasını istemiş.
Dalışlarından birinde Cola, o zamanlar Sicilya’yı su yüzünde tuttuğu düşünülen sütunlardan birinin, Etna’nın püskürdüğü alevlerle yıkılmak üzere olduğunu fark etmiş ve Sicilya batıp kaybolmasın diye kendisini feda ederek sütunun yerine geçmiş.
Fiume “Efsanenin bazı versiyonlarında balık Cola, yüz yılda bir su yüzüne çıkıp nefes alır ve işte o anlarda depremler ve yanardağ patlamaları olduğu düşünülür” diye açıklıyor.
Bugün, Sicilya ve onu çevreleyen deniz tabanının Avrasya ve Afrika tektonik levhalarının sınırında olduğunu biliyoruz.
Bu levhaların hareket etmesi, yer kabuğunda gerilim yaratıyor ve depremlere sebep oluyor. Devam eden hareket, Afrika tektonik levhasını Avrasya levhasının altına girmeye zorluyor ve onu yukarı itiyor. Bu da erimiş kayaların birikmesi ve Yeryüzü’nün zayıf noktalarından fışkırmasına yani volkanik patlamalara sebep oluyor.
Etna ve Vezüv yanardağları bunun en bilinen örnekleri. Fakat patlamalar su altında da olabiliyor ve magma yani lava dönüşmüş kayalar deniz tabanındaki zayıf noktalardan fışkırabilir.
Sicilya’nın güney-batı kıyılarının 40 ila 64 kilometre açıklarında bir dizi volkanik su altı kaya oluşumu var. İtalya Ulusal Jeofizik ve Volkan Bilim Enstitüsü’nün parçası olan Catania’daki Etna Gözlemevi’nden Danilo Cavallaro, bunların “monogenetik” olduklarını söylüyor. Yani külah şeklindeki bu konik çıkıntıların her biri ayrı birer patlamayla meydana gelmiş.
Cavallaro “Magma bir yerden yükselip püskürtüldükten sonra soğuyor ve kristalize olarak çok sert bir kayaya dönüşüyor” diyor. Patlamanın devam etmesi halinde lavlar aynı yerden çıkarak henüz sertleşmemiş olan kayayı büyütüyor.
Kolera ve kaos
1831’deki patlama meydana geldiğinde Sicilya, tarihinin çalkantılı bir döneminden geçiyordu.
Henüz tek ve birleşik bir ülke olarak İtalya doğmamıştı ve Sicilya adası, İtalyan yarımadasının güneyinde kurulmuş bir devletin parçasıydı.
Napoli de bu devletin içindeydi ve eskiden onun da adı Sicilya idi. Dolayısıyla bu ülkeye, İki Sicilya Krallığı deniyordu ve kralı da 1830 yılında tahta geçen İkinci Ferdinand’dı.
Gelgelelim, yeni kral herkes tarafından meşru sayılmamıştı.
Kaybolan Ada kitabının yazarı ve gazeteci Filippo D’Arpa, 1831 yılında kralı tanımayan bir kesimin, onu devirmeye yönelik faaliyet gösterdiklerini anlatıyor.
Aynı zamanda halk kolera salgınıyla da boğuşuyordu ve o sırada tedavisi olmayan bu hastalığın ne zaman ve nasıl yok olacağı da belli değildi. Bugün yaşanan salgın koşulları dolayısıyla bu durum okuyuculara çok tanıdık gelebilir.
Bütün bu çalkantılar arasında Sicilya’nın güney-batı kıyısı açıklarında yeni bir adanın belirmesi, canının derdine düşmüş sıradan vatandaşın fazla ilgisini çekmemişti. D’Arpa “Buna yönetici sınıfın sorunu olarak bakıldı” diyor.
Fakat yeni adanın konumu Kral İkinci Ferdinand ve diğer Avrupa ülkelerinin yöneticileri açısından çok ilgi çekiciydi.
Palermo Üniversitesi’nden tarihçi Nino Blando “Unutmayalım o zamanlar henüz Süveyş Kanalı açılmamıştı. Ve adanın pozisyonu, Orta Doğu’yla ticaret rotasının kontrolü açısından çok elverişliydi” diyor.
Daha da önemlisi adanın çevresindeki sular, devletlerinin de onayıyla, düşman ülkelerin ticari gemilerini yağmalayan korsanlarla doluydu.
İngiltere, Fransa ve İki Sicilya Krallığı’nın tümünün kendine bağlı korsanları vardı ve bunlar genellikle Osmanlı İmparatorluğu gemileriyle de savaş halindeydiler.
Sicilya kıyılarında yeni bir kara parçasının ortaya çıkışı bu yüzden çok önemliydi. Bu adayı kontrol eden, denizlerdeki hakimiyetini de artırmış oluyordu.
Adanın konumu göz önüne alındığında, asında İki Sicilya Krallığı’na ait olması çok makul görülebilir.
Ada, Sicilya’nın güney-batı kıyılarındaki Sciacca kasabası ile yine Sicilya’ya ait çok daha eski bir volkanik ada olan Pantelleria’nın arasındaydı. Ona Kral İkinci Ferdinand’a ithafen Ferdinandea adını verdiler.
Ama Sicilyalıların talihsizliğine bakın ki, oluşur oluşmaz adaya ilk ayak basanlar İngiliz denizciler olmuştu.
İngiliz denizciler adayı Terra nullius -kimsenin toprağı olmayan, işgal etmenin serbest olduğu toprak- ilan ederek, bayraklarını diktiler ve o sırada donanma komutanı olan Sir James Graham’ın adını verdiler.
Fransa da fırsatı kaçırmak istemedi. Bölgenin haritasını çıkarmak için kaşifler gönderdi ve onlar da adanın en yüksek yerine bayrak çekerek, su yüzüne çıktığı aydan dolayı da adını Julia, yani ‘Temmuz” koydular.
Anlaşmazlık beş ay devam etti. Bunlar yaşanırken 61 metre yüksekliğindeki ada çökmeye başlamıştı bile.
Eylül sonuna gelindiğinde adanın sudan yüksekliği 18 metre civarına inmişti. Bir ay sonra ise sadece bir kaç metreye. Nihayet 1831 yılının Aralık’ı ile 1832 Ocak’ı arasında ada tamamen sulara gömüldü.
Etna Gözlemevi’nden Danilo Cavallaro sorunun, adanın zeminindeki kayaların büyük ölçüde lav külünden oluşmasından kaynaklandığını söylüyor. Bu çok dayanıksız kaya türü, dalgalarla kolayca erezyona uğramıştı.
Şaşırtıcı bir şekilde Fransa’nın yolladığı kaşifler aslında bu ihtimale karşı uyarıda bulunmuşlar ama Fransa, batan adanın egemenliği iddiasında ısrar etmişti.
Düşler adasının peşinde
Akdeniz’de stratejik bir üs sahibi olma düşü her üç ülke için de hayal kırıklığıyla sonuçlanmış olabilir ama kısa ömürlü ada, o zamandan bu yana Jules Verne dahil nice yazara ilham kaynağı oldu.
Sicilya’da, Enna’daki Kore Üniversitesi İtalyan edebiyatı bölümünden Profesör Salvatore Ferlita “Jules Verne, adanın hikayesini biliyordu çünkü bu o yıllarda Fransa’daki jeologlar arasında gayet iyi bilinen bir olaydı” diyor.
Verne, Kaptan Grant’ın Çocukları ve daha sonra Kaptan Antifer’in Harikulade Maceraları’nda bu adadan bahseder.
Ferlita’ya göre, JM Barrie’nin ünlü kahramanı Peter Pan’ın yaşadığı Neverland yani Düşler Ülkesi bile bu adadan esinlenmiş olabilir.
Ada, mitoloji ve efsane arası bir yerde, kaybolmuş olmasına rağmen, ve belki de tam bu yüzden insanlığın hayal dünyasındaki yerini hiç kaybetmedi ve aradan geçen iki yüzyıl boyunca bölgedeki volkanik hareketliliğin sürmesi sebebiyle bir gün yine aynı yerde belirebileceği umutları da hiç bir zaman yok olmadı.
Bu konuda ilgili en ilginç gelişmelerden biri 1968 yılında yaşandı.
Bölgede yaşanan bir depremden sonra, kayıp adanın bulunduğu mevkide deniz sularında kaynama belirtileri görüldü. O zaman 1831’deki olayların tekrarlanabileceğini düşünenler oldu.
Ama bu kez Sicilyalılar adanın egemenliğini başkasına bırakamazdı.
Palermo Üniversitesinden tarihçi Nino Blando bu yüzden Sicilyalıların adanın kalıntıları üzerine taştan bir yazıt koyduklarını anlatıyor. Bu taşta “Bir zamanlar Ferdinandea adası olan bu toprak parçası, Sicilya halkına aitti ve daima da ona ait olacaktır” yazıyor.
Etna Gözlemevinden Danilo Cavallaro ve çalışma arkadaşları yakınlarda Sicilya Boğazı’nın deniz yatağındaki volkanik alanın haritasını çıkardılar.
Görüntüler arasında 20 bin yıllık eski bir konik volkanik kayanın yanında, kayıp adanın kalıntıları da var. Bugün Ferdinandea adasının en yüksek noktası deniz yüzeyinin 9 metre altında, deniz yatağından ise 137 metre yükseklikte.
Cavallaro, adanın hemen hemen mükemmel bir koni olduğunu ve zirvenin de ortada oduğunu anlatıyor. Bu da magmanın ilk fışkırdığı nokta. Bugün burası mercan kayalıkları ve bir çok balık türüne ev sahipliği yapıyor.
Ada bir daha hiç bir zaman dalgalardan yükselmeyebilir ama hikayesi bize daima Yeryüzü’nü şekillendiren devasa jeolojik güçlerin yarattıkları ve yokettiklerini hatırlatmaya devam edecek.
—
Alessia Franco tarih, kültür, toplumsal olaylar, hikayeler ve insanlar üzerindeki etkileriyle ilgilenen bir gazeteci.
David Robson düşünce, karar verme ve öğrenme süreçlerini inceleyen The Intelligence Trap: Why Smart People Make Dumb Mistakes (Zeka Tuzağı: Niçin Zeki İnsanlar Aptalca Hatalar Yapar) adlı kitabın yazarı.