Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

15 Temmuz’dan sonra yargı nasıl değişti?

15 Temmuz'dan sonra yargı nasıl değişti?


Türkiye, 15 Temmuz darbe girişimi ve OHAL sürecinin ardından gelen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile yargının bağımsızlığı konusunda soru işaretlerinin arttığı ve yargıya güvenin azaldığı bir süreç yaşıyor.

Türkiye, 15 Temmuz 2016’da gerçekleşen darbe girişiminin ardından yaklaşık iki yıl süren bir Olağanüstü Hal (OHAL) dönemi yaşadı.

 

OHAL koşullarında yapılan 16 Nisan 2017 Anayasa referandumuyla benimsenen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile ise Meclis denetimini ortadan kaldıran, yargıyı yürütmeye bağımlı hale getiren kurumsal değişiklikler yapıldı.

 

Bu değişiklikler, yargının tarafsızlığını yitirip araçsallaştığı kaygısıyla toplumda yargıya duyulan güvenin giderek azaldığı bir süreci beraberinde getirdi.

 

Sosyal Demokrasi Vakfı’nın 2019’da gerçekleştirdiği “Yargı Bağımsızlığı ve Yargıya Güven” anketine göre; Türkiye’de yargıya güvenenlerin oranı yüzde 38’e kadar geriledi. Dünya Adalet Projesi’nin (World Justice Project) Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 2015’te 102 ülke arasında 80. sırada yer alan Türkiye, 2020 yılında 128 ülke arasında 107. sırada kendine yer bulabildi.

 

Peki, bu noktaya nasıl gelindi?

 

OHAL süreci

 

15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden sonra darbe girişimiyle doğrudan ya da dolaylı olarak suçlanan binlerce kişi gözaltına alıp tutuklanırken yüzlerce de dava açıldı. CHP, darbe girişiminin birinci yıl dönümünde yayınladığı raporda 169 bin 13 kişi hakkında adli işlem yapıldığını açıkladı.

 

21 Temmuz 2016’da ilan edilen OHAL boyunca 32 tane Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarıldı. Gözaltı süresini 30 güne çıkaran ve gözaltındaki kişilerin avukatlarıyla beş gün boyunca görüşmesini engelleyen düzenlemeler hayata geçirildi. Ocak 2017’de bu düzenlemeler Avrupa Konseyi’nin uyarılarıyla kaldırıldı ve gözaltı süresi 7+7 güne indirildi.

 

Çıkarılan KHK’larla 125 bin 678 kişi kamudaki görevlerinden ihraç edildi.

 

2.761 kurum ve kuruluş ise kapatıldı. OHAL uygulamalarına itiraz için OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu kuruldu. 22 Aralık 2017 tarihinden itibaren karar verme sürecine başlayan Komisyon’a 126 bin 674 başvuru yapıldı. Komisyon’un kararları geciktirdiği eleştirileri gündeme geldi. KHK’larla görevden alınan Barış Akademisyenleri’nin Komisyona’ yaptıkları başvurular, Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararına rağmen uzun süre sonuçlanmadı. Komisyon’a göre başvuruların Mayıs 2021 itibarıyla yüzde 91’i sonuçlandı. Adalet Bakanlığı’nın son verilerine göre ise darbe girişiminin ardından Türkiye genelinde açılan 289 darbe girişimi davasından 288’i karara bağlandı. OHAL koşullarında yapılan yargılamaların adil yargılanma ilkesine uyup uymadığı ise tartışmalı.

 

OHAL döneminde hem Anayasa referandumu hem de cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimlerinin bir arada yapıldığı genel seçim düzenlendi.

 

24 Haziran’daki cumhurbaşkanlığı seçimini Recep Tayyip Erdoğan kazandı. AKP ve MHP’den oluşan Cumhur İttifakı ise TBMM’de çoğunluğu elde etti. Yeni sistemin ilk cumhurbaşkanı olan Erdoğan, OHAL’in 19 Temmuz 2018’de kaldırılmasına karar verdi.

 

HSK’nın yapısı

 

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilmesiyle Hakimler Savcılar Kurulu’nun altı üyesini atama yetkisi Cumhurbaşkanı’na, kalan yedi üyesini atama yetkisi ise Meclis’e verildi. Meclis’te Cumhur İttifakı’nın çoğunlukta olmasıyla da Cumhurbaşkanı’nın HSK’daki ağırlığı daha da arttı. Yürütme ve yasamanın yargıyı bir araç olarak kullandığı kaygısı öne çıktı.

 

HSK’nın iktidarı rahatsız eden kararlara imza atan yargı mensuplarının görev yerlerini değiştirdiği ya da iktidara yakın olanların kayırıldığı iddialarını gündeme getiren çok sayıda örnek yaşandı. 2017’deki ilk HSK’nın aralarında Yargıçlar Sendikası üyelerinin de bulunduğu 780 yargıç ve savcının görev yerini değiştirmesi tartışma konusu oldu.

 

2014 yılında Danıştay’ın kuruluş yıl dönümü töreninde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karşısında düğmesi olmayan cübbesinin önünü iliklemeye çalıştığı için tepki gören Danıştay Başkanı Zerrin Güngör, 2017’de yeniden başkan seçildi. Güngör son olarak Kamu Görevlileri Etik Kurulu Başkanlığı’na atandı. Güngör’ün kızı ise hakimlik mesleğinde bir gün kıdem aldıktan sonra Yargıtay’da tetkik hâkimi yapıldı.

 

DW Türkçe’ye konuşan İstanbul Barosu Başkanı avukat Mehmet Durakoğlu, liyakat yerine sadakatin öne çıktığı bir dönem yaşandığını belirtiyor: “Böyle olduğu için de hakimlik ve savcılık atamalarında aslında bu garip sistemin, yani Cumhurbaşkanlığı sisteminin ortaya koyduğu tek adam anlayışının böyle bir liyakat esasına dikkat etmemesi nedeniyle, onu esas almaması nedeniyle geldiğimiz boyut, yargı bağımsızlığının varlığını da ciddi biçimde etkiliyor.”

 

Siyasi davalar

 

Son dönemde aralarında Gezi Parkı, Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Cumhuriyet gazetesi, Sözcü, ÇHD davalarının da yer aldığı pek çok dava da yargının siyasallaştığı iddialarına yol açan bir başka unsur oldu.

 

Gazeteciler, siyasetçiler, aktivistler ve insan hakları savunucularının temelsiz iddialarla tutuklandığı, bu davalarla da basın ve ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı gibi temel haklar üzerinde bir baskı oluşturulduğu eleştirileri yapılıyor.

 

KHK ile kapatılan Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Başkanı Selçuk Kozağaçlı, gizli tanık beyanına dayanan “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla 2017’den beri cezaevinde bulunuyor.

 

Gezi Parkı Davası’nda dokuz kişi hakkında verilen beraat kararlarının istinaf mahkemesi tarafından bozulması üzerine dava yeniden görülmeye başlandı. HSK, davada sanıklara beraat veren üç hakim için de inceleme ve soruşturma izni verdi. Çarşı davası da Yargıtay’ın beraat kararını bozmasının ardından yeniden başladı.

 

Mehmet Durakoğlu’na göre Türkiye’de yargı siyasal stratejilerin parçası olmaya dönüştü. Hükümetin doğrudan doğruya yargıyı sopa gibi kullandığını ifade eden Durakoğlu, “Mesela Gezi Davası da toplantı ve gösteri yürüyüşlerine bir meydan okumadır. Cumhuriyet davası açıldığında ya da Sözcü davası açıldığı zamanda Türkiye’de bir merkez medya vardı, şimdi yok” diyor.

 

Anayasa Mahkemesi

 

Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) ihlal kararlarının uygulanmaması da yargının bağımsız olmadığı eleştirilerine yol açan göstergelerden biri.

 

Eylül 2018’de MİT TIR’larının durdurulması görüntülerini eski Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar’a verdiği iddiasıyla 5 yıl 10 ay hapis cezası Yargıtay’da onanan CHP Milletvekili Enis Berberoğlu, Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuş, Berberoğlu hakkında yeniden yargılama kararı verilmişti. Ancak karar uygulanmayınca Berberoğlu’nun avukatları ikinci kez Anayasa Mahkemesi’ne başvurmak durumunda kalmıştı.

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2016’da Anayasa Mahkemesi’nin tutuklu gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül için verdiği tahliye kararı için “Karara uymuyorum, saygı da duymuyorum” ifadelerini kullanmıştı. AYM ‘hak ihlali’ kararı vermese davanın AİHM’e gidebileceğini hatırlatan Erdoğan, bunda da bir beis görmediğini ima ederek “AİHM eğer Anayasa Mahkemesi’nin verdiği istikamette bir karar verirse, o da sadece tazminat bakımından bağlayıcıdır. Devlet de itirazlarını yapar veya o tazminatı öder” diye konuşmuştu.

 

Uygulanmayan AİHM kararları

 

2020 yılında Türkiye’den AİHM’e yapılan başvuru sayısı 11 bin 750’yi buldu. Mahkemenin 2020 raporuna göre, Türkiye en çok, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “özgürlük ve güvenlik”, “ifade özgürlüğü” ve “adil yargılanmayı” düzenleyen maddelerinden yargılanarak ceza aldı. Türkiye hakkında verilen 97 karardan 85’inde ihlal kararı verildi. Bunlardan 31’i ifade özgürlüğünü düzenleyen 10’uncu maddeyi ihlalden alındı. Adil yargılanma hakkını ihlalden 21, güvenlik ve özgürlük hakkını ihlalden de 16 karar alındı.

 

Durakoğlu, “Zorunlu olan kararlara mahkemelerin uymaması, hadi uymuyorlar diyelim, o kararlara uymayan insanların Yargıtay üyeliğine atanıyor olması ciddi biçimde Türkiye’de yargı bağımsızlığına ilişkin bir meydan okumanın gerçekleştiğini ortaya koyuyor bize” görüşünü paylaşıyor.

 

Dört yılı aşkın süredir cezaevinde bulunan HDP’nin eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da AİHM’in 20 Kasım 2018’de açıkladığı ihlal kararına rağmen halen Edirne Cezaevi’nde tutuklu bulunuyor. 22 Aralık 2020’de ise AİHM, Selahattin Demirtaş’ın derhal serbest bırakılması yönünde nihai karar aldı. Demirtaş’ın tutukluluk halinin devamının “hukuki değil, gizli siyasi amaçlardan kaynaklandığı” vurgulandı. 18 Ekim 2017’de gözaltına alınan iş insanı ve aktivist Osman Kavala da AİHM’in Mayıs 2020’de verdiği ihlal kararına rağmen cezaevinde. Karar uygulanmazken Kavala hakkında yeni dava açıldı.

 

Çoklu baro sistemi

 

Temmuz 2020’de Avukatlık Kanunu’nda değişiklik yapılarak çoklu baro sistemi getirilmesi de savunmanın bağımsızlığını tehdit ettiği gerekçesiyle eleştiriliyor. Düzenlemeyle büyük baroların Türkiye Barolar Birliği’ndeki temsiliyeti düşürülürken insan hakları ihlallerine karşı sesleri gittikçe gür çıkan baroların faaliyetlerinin zayıflatılması için adım atılmış oldu. Çoklu baro protestolarına katılan avukatlara ise soruşturma açıldı.

 

Yargının siyasallaştığı kaygılarının arttığı dönemde iktidar ise reform paketlerini hayata geçirmeyi sürdürüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından 30 Mayıs 2019’da açıklanan Yargı Reformu Stratejisi kapsamında hazırlanan 4. Yargı Paketi geçen hafta Meclis’ten geçti. İnsan Hakları Eylem Planı da 2 Mart’ta kamuoyuna duyurulmuştu. Ancak eylem planı sonrasında hak ihlallerinin devam etmesi soru işaretleri yaratıyor. AKP’nin OHAL uygulamalarını üç yıl uzatan torba yasa teklifine ise itirazlar sürüyor.

 

KAYNAK: DEUTSCHE WELLE TÜRKÇE – PELİN ÜNKER

Exit mobile version