Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Prof. Özgür Orhangazi: Ufukta ağır bir bulanım var, yeni bir döviz krizi kapıda

Prof. Özgür Orhangazi: Ufukta ağır bir bulanım var, yeni bir döviz krizi kapıda


Türkiye’de yaşanan ekonomik kriz günlük yaşamı da olumsuz etkilerken, son günlerde ekonomiden kaynaklı üst üste intihar olayları yaşanıyor.

Kadir Has Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Ekonomi Bölümü Başkanı Prof. Özgür Orhangazi, içinde bulunulan durumdan kolay bir çıkış görünmediğine dikkat çekerek, ekonominin faiz-döviz kıskacına sıkışmış durumda olduğunu söyledi.

 

Orhangazi, “Yaz aylarında yeni bir faiz indirimi ve kredi genişlemesi dönemi ile büyüme desteklenmeye çalışılabilir, bu da büyük olasılıkla 2021’de ekonomik büyüme getirse de yeni bir döviz krizini tetikleyebilecek, faizlerin yeniden artmasını mecburi hale getirecek” dedi. 

 

Orhangazi, Türkiye ekonomisinde temel kırılganlık unsurunun bir süredir politika belirsizliği olduğunu, bunun diğer tüm sorunları da ağırlaştırdığını kaydetti. 

 

Prof Orhangazi Cumhuriyet’ten Şehriban Kıraç’ın sorularını yanıtladı. O röportajın özeti şöyle:

 

– TÜİK verilerine göre Türkiye ekonomisi 2021’in ilk çeyreğinde yüzde 7 büyüdü, inandırıcı mı bu nasıl büyüdük?

 

TÜİK’in son açıkladığı verilere göre 2021’in ilk çeyreğinde Türkiye ekonomisi reel olarak yüzde 7 büyümüş görünüyor. TÜİK’in hem büyüme hesaplarının hem de enflasyon hesaplarının tartışmalı olduğu açık ve bu verilerin detayları açıklandığında büyümenin kaynaklarını daha net göreceğiz ama ilk safhada dikkat çeken birinci şey bu kadar yüksek büyümenin dahi önemli bir istihdam yaratmamış olduğu. 

 

Öte yandan bu oldukça eşitsiz bir büyüme olmuş. Geçen sene aynı dönemde çalışanların GSYH’den aldıkları pay yüzde 39 iken bu sene yüzde 35.5’e düşmüş. Karların payı ise yüzde 41.9’dan yüzde 45.8’e çıkmış. Normalde bu oranlar bir seneden ötekine bu kadar hızlı değişmezler. Değişimin hızı da eşitsizliklerin ne kadar sert bir biçimde arttığının göstergelerinden birisi olarak değerlendirilebilir. Tabi bu büyüme istatistiklerini aynı dönemin ödemeler dengesi verileri ile de birlikte okumak gerekiyor. 

 

Merkez Bankası’na göre 2021’in ilk çeyreğinde yüksek faizler sayesinde 9.3 milyar dolarlık bir dış sermaye girişi görülmekte. Bunun da desteği ile yüzde 7’lik büyüme 7.8 milyar dolarlık bir cari açıkla birlikte gerçekleşmiş. Cari açık yaratan büyüme ise nihayetinde dış sermaye girişleri tersine döndüğünde TL’nin değer kaybının hızlanmasına katkıda bulunuyor ki son haftalarda kurlardaki yukarı yönlü hareketleri endişeyle izliyoruz zaten. 

 

– Yükselen döviz kuru, yüksek enflasyon, yüksek faiz, düşük büyüme ve yüksek işsizlik… Türkiye ekonomisi bu noktaya nasıl geldi?

 

Türkiye ekonomisi 2017-2018’den itibaren yapısal bir krizin içerisine sürüklenmiş durumda. Bu kriz, eski büyüme modeline dönememek ama yeni bir büyüme modelinin de ortaya çıkmaması olarak kendisini gösteriyor. Önce 2002-2007 döneminde sonra da 2008-09 küresel finansal kriz arasından sonra 2010-2013 döneminde Türkiye ekonomisinde çok yüksek miktarda dış sermaye girişi olmuştu. Bu girişlerin önemli bir kısmı dış borç şeklinde gerçekleşti. Her iki dönemde de Türkiye ekonomisi yüksek büyüme oranları elde etti. Bu dış sermaye girişleri Türk lirasının da çok uzun bir dönem değerli seyretmesine yol açtı. TL’nin görece değerli olması ise ithalatı arttırdı, bazı ihracat sanayilerinin yurtdışındaki rekabet gücünü azalttı, üretimin ithalata bağımlılığında artışa yol açtı ve özellikle 2010’larda rekor seviyelerde cari açıklar vermeye başladı ekonomi. 2014-2017 dönemi ise küresel likidite şartlarının değiştiği, dış sermaye girişlerinin yavaşladığı ve dolayısıyla hem büyümenin yavaşladığı hem de kurun arttığı bir dönemdir. Biriken finansal kırılganlıklar ve ekonomik dengesizlikler en nihayetinde 2018’de bir kur krizine yol açtı. Bu noktadan itibaren de ekonomi bir faiz-kur kıskacına sıkışıp kaldı.

 

Faizleri yüksek tutmak kuru bir süre stabilize etse de bu sefer borçların çevrilmesini güçleştiriyor, bir borç krizi olasılığını gündeme getiriyor ve özellikle inşaat odaklı büyümeyi zora sokuyor. Faizleri aşağı çekip kredi genişlemesine izin verdiğinizde ise cari açık artıyor, dış sermaye girişleri ya yavaşlıyor ya da tersine dönüyor, kur kontrolden çıkıyor, dış borçların ödenmesi güçleşiyor, ithal girdiler pahalanıyor, bu da enflasyonist etkilere yol açıyor. İktidarın her ne pahasına olursa olsun inşaat odaklı büyümeyi sürdürme çabaları fırsat buldukça faizleri aşağıya çekmek, Kredi Garanti Fonu ve kamu bankaları gibi araçları kullanarak kredi üzerinden büyümeyi desteklemek üzerine kuruldu bu dönemde. Buradaki temel çelişki büyümenin cari açıksız olmaması, dolayısıyla her büyüme döneminde cari açıktaki artışın döviz talebini arttırması ve yeterli dış sermaye girişi olmadığında da nihayetinde yeni bir döviz şoku ve mecburi faiz artışı olarak kendisini gösterdi. Ekonomi politikaları ise esasen günü kurtarmaya yönelik belirlendi. Nihayetinde gerek ekonomik gerekse siyasi ve jeopolitik şoklara aşırı duyarlı ve kırılgan hale gelen bu ekonomik yapı, Covid-19 salgınının getirdiği iç ve dış ekonomik gelişmelerle birlikte bugün içinden geçtiğimiz yüksek döviz kuru, yüksek enflasyon, yüksek faiz ve yüksek işsizlik ortamına getirdi bizi. 

 

– Covid-19 döneminde Türkiye hem vatandaşlara hem şirketlere en az destek veren ülkelerden biri, yoksulluğun arttığı, şirketlerin birçoğunun kapalı olduğunu da düşünürsek, vatandaşı ve şirketleri nasıl günler bekliyor?

 

Açıkçası gelir desteklerinin bu kadar düşük bir seviyede olmasının hiçbir mantıklı gerekçesi yok. Desteklerin büyük bir kısmı da İşsizlik Sigorta Fonu’ndan sağlandı zaten. Bu hafta açıklanan destekler ise hem çok geç hem de çok düşük. Nitekim Dünya Bankası’na göre salgında kapanan işletme sayısı da benzer ülkelerdeki sayıların oldukça üzerinde. Yine bu rapora göre yoksulluk oranı da 2018’de yüzde 8.5’ten 2019’da yüzde 10.2’ye 2020’de de yüzde 12.2’ye çıkmış. Toplam ücretlerin GSYH içerisindeki payı ise yüzde 31.4’ten yüzde 29.4’e gerilemiş. Doğrudan desteklerin bu kadar düşük olması bir yandan talebi azaltarak ekonomik büyümeyi yavaşlatırken bir yandan da bu dönemde yaşanan gelir kayıpları düşünüldüğünde ödemeler zincirlerinin kırılmasına, ödenemeyen ve ödenemeyecek borçların artmasına sebep olarak finansal kırılganlıkların da artmasına yol açacaktır. Yine bu dönemde üzerinde sıklıkla durulduğu gibi KÖİ garanti ödemelerine devam edilmiş olması da ekonomi yönetiminin salgın koşullarında var olan kaynakları geniş halk kesimlerinden esirgeyip büyük şirketlerin yararına sunmayı tercih ettiğini gösteriyor. Burada tercih etmek kısmının altını çizmek gerekir. Kaynak olmadığı için değil, kaynakların bu şekilde kullanılması tercih edildiği için … 

 

– Kısa çalışma ödeneği bu ay bitiyor. Ücretsiz izindekiler günlük 50 liraya geçinmek zorunda, işsizlik vahim boyutlara geldi. Bunun sonu nereye varır?

 

Türkiye ekonomisi yüksek büyüme dönemlerinde dahi istihdam yaratma kapasitesi sınırlı bir yapıya evrilmişti. Salgın döneminde ise geniş tanımlı işsizlik göstergeleri derin ekonomik buhran dönemlerinde görülecek seviyelere yükseldi. Ne yazık ki bu seviyelerden aşağı inmesi de çok kolay olmayacak. Geçenlerde  açıklanan bir araştırmaya göre katılımcıların yüzde 26’sı “temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor.” Bu bulgu TÜİK’in yoksulluk sınırı altında yaşayan nüfus tahminiyle de hemen hemen örtüşüyor. Tüm bunlar ağır bir toplumsal bunalıma doğru sürüklendiğimizi gösteriyor. Böylesine derinleşen bir yoksulluğun ve buna eşlik eden artan eşitsizliklerin doğuracağı bireysel ve toplumsal tepkileri öngörmek kolay değil ancak bu yoksullaşmanın ve eşitsizliklerin baskıcı politikalar olmadan yönetilmesi de mümkün görünmüyor. 

 

– Şu anda Türkiye ekonomisinin temel kırılganlıkları ve en can yakıcı sorunları nelerdir?

 

İktisadi olarak hep dış sermaye girişlerine bağımlılık, yüksek döviz borçları ve ithal girdiler yüzünden yüksek cari açıklar temel kırılganlıklar olarak görüldü. Halen de öyle. Ancak hepsinin ötesine geçen temel kırılganlık unsuru bir süredir politika belirsizliği ve tutarlı bir politika çerçevesinin ortada olmaması. Bu diğer tüm sorunları da ağırlaştırıyor. ABD’de enflasyon endişelerinin arttığı bir ortamda Türkiye’nin tüm bu kırılganlıklarla birlikte çok fazla bir dış sermaye girişi çekmesi de mümkün görünmüyor. Bu bağlamda dış borçların çevrilebilmesi çok önemli sorun. Şimdilik özel sektör bu konuda pek bir sorun yaşamadı ancak dış borçların çevrilmesi giderek daha pahalı hale geliyor. 

 

Öte yandan özel sektör döviz açık pozisyonunu hızla düşürürken kamunun döviz açık pozisyonu arttı, bir anlamda riskler kamuya kaydı. Bu sene olmasa da 2022’de artık Fed’in ABD’de artan enflasyona müdahale edip parasal genişlemeyi tersine çevirmesi ve faizleri yükseltmeye başlaması da bekleniyor ki bu olasılığın dillendirilmeye başlaması bile Türkiye ve benzeri ülkelere bırakın sermaye girişini yine sert sermaye çıkışlarına yol açacaktır. Gerek ABD’de gerekse dünyanın geri kalanında enflasyonda gözlenen artış, Türkiye gibi ithalata oldukça bağımlı bir ülkede zaten yüksek olan enflasyon açısından da büyük bir tehlike arz ediyor. 

 

– Hazine ve Maliye Bakanının 15 Mart 2021 tarihindeki açıklamasına göre bankacılık sektörünün yakın izlemedeki kredi tutarı 387,5 milyar TL. BDDK 2021 Mart aylık bülten verilerine göre takipteki alacaklar 149,5 milyar TL. Batık krediler açısından ne tür riskler görüyorsunuz?

 

Bu istatistiklere bir şekilde yeniden yapılandırılarak vadesi uzatılan ama aslında geri ödemesi mümkün olmayan krediler dahil değil. Bu da bankacılık sektörünün önümüzdeki dönemde tahsil edemediği alacakların artması, zarar yazması ve dolayısıyla özkaynaklarında bir azalma anlamına gelecektir. Dolayısıyla önümüzdeki bir iki senede önemli miktarda özkaynak takviyesine ihtiyaç olacaktır. Bu alacakların kamu bankalarına ait kısmı ise görev zararı olarak tüm kamu kesiminin üzerine yüklenecektir. 

 

– Bu saatten sonra yerlileri TL’ye dönüşe ikna etmek, yabancı yatırımcıyı çekmek mümkün olabilecek mi?

 

Belirsizlikleri bu kadar yüksek olduğu bir ortamda dolarizasyon devam edecektir. Dış yatırımcı açısından ise son Merkez Bankası başkan değişikliği ile dış sermayenin en spekülatif unsurlarının dahi güveni kaybedilmiş durumda. Bundan sonra dış yatırımcıyı çekmek için çok çok daha yüksek getiriler sunmak gerekir ki bu da ülke kaynaklarının daha büyük bir kısmının uluslararası finansa aktarılması ve ilerisi için artan kırılganlıklar anlamına gelir. 

Exit mobile version