Sevil Kılıç
Bu coğrafyada çocukları anneleri doğurur, büyütür ama koskoca devletleri onları yaşatamaz. Resmi makamlar “teröristlerce tuzaklanan mayın” diye açıklama yapıyor; kimileri de “askerin, polisin yerleştirdiği mayın” diyor. Mayını kimin kime tuzakladığı ise ortaya çıkan belki iki tarafın da hedeflemediği sonucu daha katlanılır kılmıyor. İster “devlet”, ister “teröristler” yerleştirmiş olsun, sebebi terör, sonucu terör. Yani kimin elinden olduğundan bağımsız terör maksadı hâsıl olmuştur. Bu topraklarda yaşayan her insanın kalbine korku ve acı düşürecek cinsten bir olaydır iki küçük kardeşin bir mayına basarak can vermesi. Çocuklar her dinde, her millette, her inançta masum kabul edilir. Kimse çıkıp da bu olay karşısında ‘hak etmişlerdi’ diyemez. Dolayısıyla savaşan taraflar arasında bile bir ortaklık, bir anlaşma zemini arayan çocuklara odaklanmalıdır.
Bilgisayarın başına çocuk hakları hakkında yazmak için oturup bu haberi görünce aklımdaki tüm düşünceler dağıldı, anlamsız zerrelere ayrıldı sanki. Bu olayı görmezden gelip Türkiye’de çocuk hakları şöyle böyle diye akademik dille yazı yazmak anlamsız geldi. İnsanın yaptığı işte öncelikle bir anlam bulması gerekir. Hayatınızdan anlamı çekin alın, hayatın her sevimli yanı sevimsiz gelir, ıstırap verir. Bu çocukların bu kadar anlamsızca, bu kadar kendilerini ilgilendirmeyen şekilde ölmesi, bu hayattan, ailelerinden koparılması hangi vicdanı yaralamaz? Bu ekranın sağında solunda yanıp sönen janjanlı reklamların arasında kaybolacak, bir sonraki aktüel haberi okuyunca tesirini hemen yitirecek bir haber değildir. Üzerinden atlayıp geçmesi zordur. Acıdır ve ne yazık ki son derece gerçektir.
Bu ülkeye “Ortadoğu ülkesi” denmesi beni ilk duyduğumda şaşırtmış, sonraları da tedirgin etmiştir hep. Günden güne de bu yöndeki tespitlere katılır hale geldim. Ortadoğu bir coğrafi adlandırmadır. Bunda alınacak, gücenecek bir durum yoktur normal şartlarda. Batı Asya dense kötü hissetmezsin kendini, ama Ortadoğu? Neden? Çünkü bu coğrafya insanoğlunun bir kısmının kendini sıyırdığı savaşlardan, şiddetten kendini sıyıramamıştır. Üstelik terör denen asimetrik, çok yönlü, insana ve insan onuruna kast etme olgusu da bu coğrafyada çok zemin bulmuş, yerleşmiştir adeta. İnsan hayatı kıymetsiz olunca, daha kıymetli ve kutsal hangi ortak anlamda buluşulabilir ki?
İnsan hakları için ister Batılıların ürettiği bir kavramsal çerçevedir herkese uymaz deyin, ister emperyalistler bunu yine sömürü aracı olarak kullanıyor diye komplo teorileri geliştirin, ister bizim dinimizde bundan güzeli var zaten deyin. Anlam skalasının neresinde durursanız durun, kabul etmeliyiz ki bütün insanları her sosyal grubun lehine olabilecek şekilde, aynı insanlık çatısı altında birleştirecek çerçeve günümüzde insan haklarıdır. İnsan hakları evrenseldir ve savunulmalıdır.
Temel insan haklarının kolayca ihlal edildiği yerde görüyoruz ki çocuk haklarından da bahsedilemiyor. İnsan; vatandaş olduğu için değil, aynı ırktan ya da aynı dinden olduğu için değil, erkek ya da kadın olduğu için, genç yaşlı ya da çocuk olduğu için değil, bizatihi insanlık ailesinin bir ferdi olduğu için değerlidir. Yaşama hakkı böyle rastgele sabote edilemez. Bunu terörist elbette yapamaz, yapmamalıdır ama ya devlet? Bana kalırsa devletin en önemli meşruiyet kaynağı insan haklarını korumak, güvenlik ve huzur sağlamaktır. Kim, ne zaman ve nerede tuzaklamış olursa olsun ve ekonomik maliyeti ne olursa olsun bu mayınların temizlenmesi egemen ve meşru bir devletin boynunun borcudur.
Bu ülkenin kaderini değiştirmek çocuklarının yüzünü güldürmekten geçer. Ortadoğu bataklığına çekilmekten bahseden koca koca adamların umursayacağını pek sanmasam da o bataklığı kurutmanın bence en kestirme yolu her yaşta çocuklarımızı eşit ve adil bir düzende bir araya getirmektir. Çocukların eğitim hakkına, sağlık hakkına, bilgi alma hakkına, oyun oynama hakkına ulaşmasını sağlamaktır. Hak sahibi olduklarının farkında olmaktır, haklarını savunmaktır. O mayınları oraya döşeyen insanların belki çocukken mahrum oldukları ilgiyi ve eğitimi yeni kuşaktan esirgemeyerek, bu döngüyü en başından kırmaktır.
Çok romantik bulanlar olacaktır kuşkusuz ancak devletin kaynakları silahlara milyar dolarlar harcamak yerine bu coğrafyada ayrımcılık yaratan, terörü besleyen kök nedenleri ortadan kaldırmak için harcansaydı, fakirlik zinciri fırsat eşitliğiyle, istihdamla kırılsaydı, ihsan değil insanlara hakları verilseydi bugün farklı bir ülke gündemimiz olabilirdi. Şimdi çıkıp da kimse beka sorunumuz var, etrafımız düşmanlarla çevrili, herkesin gözü bizim ülkemizde edebiyatı yapmasın. İbrahim Tatlıses’in meşhur sözündeki gibi Urfa’ya Oxford yaptınız da insanlar gitmiyorum mu dedi? Eğitime yatırım yapacaktınız da dış mihraklar elinizi kolunuzu mu tuttu? Aksine günden güne eğitimin, entelektüel düşüncenin, liyakatin altı oyuldu, gözden düşürüldü, itibarsızlaştırıldı. Hadi buyurun milyar dolarlık S-400’ler çekip kurtarsın Türkiye’yi, kalkan olsunlar dizi dizi sıralanmış sosyal ve ekonomik sorunlara.
Hâsılı, Ayaz ve Nupelda kardeşler ilk mayın kurbanları değildir ancak son olmalarını dilerim. Ailelerine başsağlığı ve dayanma gücü dileklerimi sunmak isterim. Tablo insanı afallatan çok çetrefilli bir tablo. Fakirlik var, çaresizlik var ve ortadaki en acı gerçek de çocuklarımızı koruyamamamızdır. Bu acı olay üzerinden bağcıyı dövmek değil, üzüm yemekse amacımız insan hakları ve çocuk hakları en faydalı buluşma zeminidir. Her ailenin çocuğu kıymetlidir ancak Türkiye’de çocuklar nedense üzerine en az konuşulan, en az politika üretilen gruptur. En azından devlet kaynaklarının kullanılması açısından öncelik sıralamasında çok gerilere atılmıştır. Hep ‘çocuklar bizim geleceğimizdir denir’ de sıcak gündemlere kurban gider çocukların eğitimi, güvenliği, korunması. Acaba bunun çocukların seçmen olmamasıyla bir ilgisi olabilir mi?