Claire Koç, Türkiye’den Fransa’ya göç eden Tuncelili bir ailenin kızı. ‘Çiğdem’ adını, 2008 yılında ‘Claire’ olarak değiştirdi.
Fransa-Türkiye ilişkilerinin gergin olduğu, Fransa’da aşırı sağın göçmenlere “Eğer bu ülkeyi seviyorsanız Fransız ismi seçin” söylemlerinin yer aldığı siyasi bir ortamda, Claire Koç’un Şubat ayında yayınladığı kitap tartışma yarattı. 37 yaşındaki Claire Koç, bu tartışmalardan çok önce adını değiştirdiğini söylüyor. “Claire, utancın adı” adlı kitabını derinden sarsıldığı 2015’teki Charlie Hebdo ve Bataclan saldırılarından sonra yazmaya başlamış.
Claire Koç, isim değiştiren ya da Fransa’da yaşamayı seçen ne ilk ne de son göçmen çocuğu. Fakat onun hikayesi neden bu kadar tartışıldı? Neden ölüm tehditlerine varan mesajlar aldı? Ailesi onu neden reddetti? Ve neden polis korumasına gerek duyuldu? Bütün bu soruların yanıtını Claire Koç ile Paris’te konuştuk.
VOA Türkçe: Gelin en başa dönelim. Fransa hikayeniz nasıl başlıyor?
Claire Koç: Ailem Fransa’ya Eylül 1984’te geldi. 1980 darbesinin ardından ülkeyi terkeden Alevi bir aile. Almanya’ya gitmek istiyorlar ama kabul edilmiyorlar. Onlar da ben 1 yaşındayken, Mitterand döneminde Fransa’ya geliyor.
Çocukluğunuz nasıl geçti?
İlk başta çok iyiydi her şey. Fransız televizyonlarına bakıyorduk, eğlence programları, filmleri Fransızca’ydı. Etrafımızla ilgiliydik. Ama ailem yavaş yavaş, uydu antenlerinin de gelmesiyle, Fransa’dan koptu. Tümüyle Türkiye’nin gündemini izlemeye başladı. Evimiz küçük bir Türkiye’ye döndü. Ailem, Türkiye’de olup bitenleri, Fransa’dan daha iyi biliyordu. Küçük bir kız olarak benim statüm de değişti. 7-8 yaşına gelince, ben evde oturması gereken bir kızdım artık. Erkek kardeşlerimin dışarı çıkma oynama hakkı vardı. Ama ben ev işleri yapmalıydım.
Nasıl bir sosyal ortamda büyüdünüz?
Ailem zamanla içine kapandı, çok muhafazakar oldu. Strasbourg’a taşındık. Orada çok fazla Türk vardı. Çoğu Anadolu’nun köylerinden gelen tutucu ailelerdi. Aramızdaki Fransız aileler bir bir taşındı, yerlerini Türk aileleri aldı. Bir süre sonra sosyal konutlarda yalnızca biz göçmenler kaldık. Çok katı, dinci ailelerdi. Gözlerine kadar yüzlerini kapatan türbanlı kadınlar vardı. Eskiden parkta kardeşlerimle oynayabiliyordum. Ama bir süre sonra bu ortamda artık onlarla oynama hakkım da kalmadı. Tümüyle eve kapandım. Ev ve okul sadece.
Peki Fransız entegrasyon kurumları yardım etmedi mi?
Fransız derneklerinin bizim entegrasyonumuzdan çok, “Fransızlar ırkçı, iş bulamıyorsanız bunun nedeni ırkçı yaklaşım, Fransa sizi kötü ağırlıyor” gibi söylemleri vardı. Onlar da tümüyle dil öğrenme, toplumu tanıma gibi çabaları terketti. Nasılsa, etraflarında hep Türkçe konuşuluyordu.
Genç kızlık dönemi nasıl geçti? Kavgalı mı yoksa sakin mi?
Ben her zaman ailemle çok iyiydim. Kibar, uyumlu, sessiz, küçük bir kızdım. Ama büyüdükçe ailemin benimle ilgili planları olmadığını anladım. Eğitimim önemli değildi, bir an evvel doğru bir evlilik yapıp gidecektim. Fransızca televizyon ve okul dışında, dış dünyayla bağlantım yoktu. Ailem alışverişe vs. gittiğinde hemen açıp Fransız filmleri izliyordum. Naziler’e karşı Fransız direnişini anlatan Melville’in “L’Armee des Ombres” filmi hayatımı değiştirdi. Ben bir kurban değildim. Aileme karşı da olsa “direneceğim ve iyi bir eğitimle hayatımı belirleyeceğim” dedim.
İlk evliliğiniz nasıldı?
Üniversitede benim gibi Alevi olan bir gençle tanıştım. Ailemin istediği gibi biri diye düşündüm. Hemen tanıştırdım. Ama daha tanıştırdığım günden itibaren, sürekli ne zaman evleneceksiniz diye baskı yapmaya başladılar. Ama ikimiz de evlenmek değil önce eğitimlerimizi tamamlamak istiyorduk. Baskılara dayanamayıp dini nikahla evlendik. Yürümedi tabii, bir yıl sonra ayrıldık.
Aileniz bunu nasıl karşıladı?
Ailemin evine döndüm. Ailem beni destekledi. Çok şaşırdım ve sevindim beni desteklediklerine. Ama bir ay sonra onları rahatsız ettiğimi, mahallede beni savunamadıklarını gördüm. Ben artık boşanmış bir kadındım. Sokakta yürürken boşanmış bir kız olarak kötü ünüm olduğunu farkettim, kız arkadaşlarım benimle karşılaşmamak için kaldırım değiştiriyorlardı. Sonunda ailem, eğer eğitimime devam etmek istiyorsam bunu yapabileceğimi söyledi. Ben de hemen aynı hafta ev buldum. Gazetecilik okuluna gittim. İlk kez üniversitede özgür olduğumu hissettim.
Yaşadıklarınızı bir kitapta anlattınız, kitabınızın adını da “Utancın Adı” koydunuz. Neyin utancı, neden utanç?
Ailemin beni reddetmesi ilk olarak 2008’de ismimi değiştirmemle başladı. Bana Zazaca’da Claire’in “kirli” anlamına geldiğini söyledi ve “Nereden buldun bu berbat ismi, utanmıyor musun?” dediler. Halbuki Fransızca’da Claire ‘ışık, aydınlık’ demek. Fransız arkadaşlarım da anlamadı isim değişikliğini. “Köklerinden utanıyor musun, neden değiştirdin?” dediler. Ben köklerimi kabul ediyorum ve seviyorum. Köklerimle hiçbir sorunum yok. Ama kimliğimi kendim belirlemek istedim. Fransız dili ve değerleriyle büyüdüm. Fransız tarzı yaşıyordum, kültürümü burada aldım. Türk kökenimden üzüntü duymuyorum. Sonuna kadar sahip çıkıyorum. Ama benim kimliğim önce Fransız olmam, ardından gazeteci olmam. Eşitlik, özgürlük, kardeşlik ilkeleri, direniş, Marseillaise (milli marş), burada Fransız olmak her gün tekrar eden bir direniş.
Şimdi nasıl hissediyorsunuz kendinizi?
Bir Fransız’la evliyim, bir oğlum var ve mutluyum. Ama ailem beni Fransız’la evlendiğim için de reddetti. Eşimi tanıştırmak istediğimde kabul etmediler. Onlar için yeterince iyi bir damat değildi. Benim oğlum onlar için yeterince iyi değildi. Erkek kardeşimin oğlu olduğunda babam herkese “Nihayet bir erkek torunum oldu” dedi. Benim oğlum yokmuş gibi davrandı. Sonunda bu kitabı yazdım, bir ‘barışma, uzlaşma’ kitabı olarak yazdım. Bir sevgi çığlığı aslında.
Ailenizle temasa geçmeyi denediniz mi? Kimse sizi barıştırmak için aracı olmadı mı?
Babam, kitap çıkmadan 10 gün önce, Covid nedeniyle öldü. (Ağlıyor) Kitabımı göremeden gitti. Erkek kardeşlerim de beni anlamadılar. Onlarla aynı şekilde yetiştirilmediğimi, aynı haklara sahip olmadığımı anlamıyorlar. Annem benimle konuşmuyor. Şu an ne düşünüyor bilmiyorum. Ailem eşsiz, bunu biliyorum ve çok denedim. Oğlumun doğumundan hemen önce babam “Eğer özür dilersen seni affedeceğim” dedi. Neden özür dileyecektim? Mutlu olduğum için mi? Kimseye bir kötülük yapmadım ki. “Artık kendimi anlatmaya çalışmak, özür dilemek bitti” dedim kendi kendime.
Bugün Fransız bir anne ve gazetecisiniz. Rahatça yaşamaya başlayabildiniz mi?
Evet, zaten bu nedenle o kitabı yazabilme cesaretini yakaladım. Kendini yerinde, evinde hissetmek ne kadar güzel bir duygu. Sonunda ben yerimi buldum. Büyük bir ülkede, büyük bir tarihle ve kültürle yaşıyorum. Fransa’yı sevdim ben, kendimi aradım, kendi yerimi buldum, öğrendim. Eğer burada iyi olmasaydım, kendimi Türk gibi hissetseydim, Türkiye’ye dönerdim. Ama kendimi Fransız hissediyorum. Ben Fransız’ım. Türkiye, benim büyüklerimin ülkesi. Burası da benim ülkem.
Fransa’yı severek yaşayan ama adını değiştirmeyen milyonlarca göçmen var. Bir ülkeyi sevmek için, adınızı değiştirmeniz şart mı?
Ben kendimi bir model olarak sunmuyorum, “Bu mükemmel örnek, bunu izleyin” demiyorum. Bu benim seçimim. Ben bu toplumda, bu dilde bir isim istedim. Romain Gary, Appollinaire, Marie Curie, bu ülkeyi sevdi ve isimlerini değiştirdi. Eğer Fransız ismi istiyorsak bu neden sorun yaratsın? Neden buna hakkım yok. Bana hakaret ediyorlar. Öfkeleniyorlar. Neden? Bunu anlamıyorum.
Elbette bu sizin kişisel seçiminiz. Adını değiştiren çok sayıda kişi de var. Neden siz bu kadar tepki gördünüz, bunu anladınız mı?
Bazı kesimler hoşgörü sahibi değil, sanırım ondan. Bir gün stajyer olarak büyük bir kanalda işe başladım. Yönetici kadına beni tanıttılar. Yeni stajyerimiz dediler. Yönetici bana dönüp, “Adınız ne” dedi. “Claire” dedim. Kendisi de yabancı kökenli olan yönetici eliyle kendi yüzünü işaret ederek “Bana anlatma bu hikayeyi, asıl adın ne?” dedi. İnanılmaz şok oldum.
Eğer adınızı değiştirmezseniz, bu bulunduğunuz ülkeyi yeterince sevmediğiniz anlamına mı gelir?
Benim adımı değiştirmem, sevgimin bir göstergesi. Ama sevgini göstemenin 50 bin değişik yolu var. Kesinlikle bir işaret değil.
“Fransa’yı sevdiğini söylemek bu kadar kötü mü? ” diyorsunuz. Fransa’da, Türkiye’yi sevdiğini söylemek bu kadar kötü mü?
İstediğimizi severiz, birini sevmek, öbürünü sevmeye engel değil. Her ülkeyi severiz. Fransa’da ifade ve düşünce özgürlüğü var. Herkes, sevmekte özgür. Ben Fransa’yı sevme fırsatını kaçırabilirdim. Bana hep Fransa’nın kötü olduğunu, halkının ırkçı olduğunu, Marseillaise’in şiddetli bir marş olduğunu söylediler. Kimse beni Fransa’yı sevmem için cesaretlendirmedi. Bana kalırsa bunları söyleyenlerin kimlik sorunu var. Benim yok.
Kitabınız 10 Şubat’ta, aşırı sağın “isim ve kimlik tartışmaları yaşandığı” bir dönemde yayınlandı. Aşırı sağ söyleme katıldığınız eleştirileri geldi. Buna ne diyorsunuz?
Evet bana bu eleştirileri getirenler oldu. Bu kitabı yazmaya, 2015’teki terör saldırılarında, Fransız gençleri yollarda öldürüldüğünde başladım. Bu bana çok dokundu. İlk kez Fransız yurtseverliği çok güçlü bir şekilde ortaya çıktı. Marais’de küçük bir apartmanda yaşıyordum. Aşağı indim, küçük bir bayrak aldım. O zamana kadar hiç böyle bir şeye ihtiyaç hissetmedim. Bir gazeteci arkadaşıma bunu anlattım, bana “Yapma, kimliğinle gurur duymak faşist bir söylem” dedi. Bu insanların böyle bir saldırıda bile her şeyi siyasete getirmesinden sıkıldım. Buna isyan ettim.
Anlattıklarınız birçok göçmenin yaşadığı şeyler. Neden sizi ölümle tehdit ettiler?
Ölüm tehditleri aldım, polis koruması altında yaşıyorum. Göçmen bir Türk genci tarafından ölümle tehdit edildim. Bunları söyleyenlerin bir Türk olamayacağını, ancak PKK’lı olabileceğini yazdılar. Pek çok tehdit aldım, küfürler, hainlik suçlamaları, ölüm tehdidi… Twitter üzerinden bu tehditleri yapan 5 kişi hakkında suç duyurusunda bulundum. O kadar şiddetli eleştiriyorlar ki, inanılır gibi değil. Bütün bunlar kitabımda “Fransa’yı seviyorum” dediğim için.
Ama Fransa’yı sevmeniz Türkiye’yi sevmediğiniz anlamına gelmiyor. Neden bu öfke size karşı?
Elbette Türkiye’yi seviyorum. Türkiye benim köklerim. Ama neden her seferinde bunu ispatlamak zorundayım? Türkiye ile hiçbir sorunum yok benim. Benim kitabım Fransa’ya entegre olmamı, asimilasyonu anlatan bir kitap. “Fransa’yı seviyorum” dediğimde, “Türkiye’den nefret ediyorum” diye anlıyorlar. Ne adına ben bu insanlara, Türkiye’yi ve Fransa’yı nasıl sevdiğimi anlatayım ki ? Benim neyi, kimi seveceğimi bu insanların söylemesine izin vermek istemiyorum.