Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

TTB Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı: 100 bini aşan fazladan ölüm olduğunu görüyoruz

TTB Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı: 100 bini aşan fazladan ölüm olduğunu görüyoruz


ARTI TV’de ekrana gelen ‘Söz Sırası’ programının konuğu TTB Merkez Konseyi Başkanı Profesör Doktor Şebnem Korur Fincancı oldu.

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı, “Geçen yılki verilere göre, ülkenin yaklşık yarı nüfusuna dair e-devlet ve belediye verileri üzerinden bakıldığında 100 bini aşan fazladan ölüm sayısıyla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Oysa aynı süre içinde Covid-19’dan ölüm sayıları 20 bin civarında. Dolayısıyla bu fazladan ölümlerin değerlendirilmesine ihtiyaç var” dedi.

 

TBB sık sık Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanan koronavirüs verilerinin gerçeği yansıtmadığını belirtmiş ve ölüm oranının çok daha fazla olduğunu açıklamıştı. 

 

Artı Gerçek TV’deki Söz Sırası programında konuşan Fincancı, “Bu sokağa çıkma yasağı, ilginçtir, neredeyse çalışanların tamamını muaf kılan bir sokağa çıkma yasağı. Nasıl sokağa çıkma yasağı bu? Asıl olarak küçük işletmelerin kapalı olduğu, günübirlik kazancı olanların işsiz kaldığı bir sokağa çıkma yasağı. Bu insanları evine kapattığımızda ardı ardına intiharlarla da karşı karşıya kalıyoruz. Çünkü inanılmaz bir ekonomik krizle beraber insanlar çok zor durumda, açlık sınırı çoktan aşılmış durumda ve insanların kalacak yeri dahi yok” ifadelerini kullandı.

 

Fincancı’nın açıklamalarının satır başları şöyle:

 

“Ama buna ilişkin herhangi bir önlem alınıyor mu? Hayır, alınmadığını görüyoruz. Gene ekonomik ve sosyal destekten yoksun bir durum söz konusu. Ve bunun adına “salgın yönetimi” diyorlar. Aslında yönetmemeyi seçiyorlar. Salgınla mücadele söz konusu değil. Zaten salgınla mücade değil, aslında en başında vaka ve hasta sayılarıyla ilgili tartışmayı yürütürken bizler, “ulusal çıkar” diye tanımladıkları ama aslında “ekonomik çıkar” diye ifade etmenin daha doğru olacağı bir çıkarım peşindeler. 

 

 

Asıl hedeflerinin turizmi baltalamayacak sayıda vaka sayısıyla durumu idare etmek olduğu görülüyor. Çünkü insanların yaşamına dair herhangi bir kaygı taşımadıkları son derece açık. Dolayısıyla, “5 binin altına düşürdüğümüzde vaka sayılarını, bu sorunu çözeceğiz” diyorlar. Oysa halk sağlıkçılar, epidemiyoloji alanında uzman olan bilim insanları, bu tür bir yaklaşımın, “açılma” kendi ifadeleriyle, açılma için uygun bir rakam olmadığını, uygun bir tanımlama olmadığını ifade ediyorlar. 

 

100 binde vaka sayıları üzerinden tanımlamak gerektiğini, haftalık veya iki haftalık değerlendirmeler yapılması gerektiğini ve vaka sayılarının yüz binde 10’un altına düşmesi gerektiğini söylüyorlar ki bu da Türkiye’de günlük bin-bin 500 vaka sayısı demek. Ancak bunun üzerine bir açılma kararı verilebilir. Bu açılma kararının da birden bire olmaması ve belli bir takım adımlar tanımlanmış olması gerekiyor. Örneğin burada özellikle okullar üzerinden düşünmek gerekiyor ve ilk açılacak yerlerin başında okulların olması gerekiyor. 

 

Ama biz görüyoruz ki bu 5 bin vaka sayısı tanımlamasında okulların açılması için bin vaka sayısı ifadesi kullanılıyor. Tabii ilk olarak okulları açmayı düşünüyorlar. Çünkü zaten ilk olarak okulları kapatmışlardı salgın sürecinde ve her kriz döneminde de vaka sayıları hızla yükselmeye başladığında gene ilk önce okulları kapatıyorlar. Dolayısıyla bu süreçte okulların ve çocukların etkilenmesinin ne olduğunu gözleme olanağı da ortadan kalkmış oluyor. Her yeri birlikte açtıkları için bulaş kaynağının neresi olduğuna ilişkin bir veri derleyebilme olanağından da yoksun kalıyoruz. 

 

Aslında bilim dışı bir yaklaşımla, tümüyle ekonomiyi hedefleyen ve turizme gözünü çevirmiş bir iktidar anlayışı var salgın yönetmeme ama bunu idare etme durumuyla ilişkili olarak. Tabii bu salgını idare etme hâlâ ne yazık ki her gün 300’ün üzerinde insanımızın yitirilmesiyle son buluyor. Bunlar yalnızca tabii iktidarın bildirdiği rakamlar. Çünkü geen yılki verilere göre, ülkenin yaklaşık yarı nüfusuna dair e-devlet ve belediye verileri üzerinden bakıldığında 100 bini aşan fazladan ölüm sayısıyla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Oysa aynı süre içinde Covid-19’dan ölüm sayıları 20 bin civarında. Dolayısıyla bu fazladan ölümlerin değerlendirilmesine ihtiyaç var. 

 

Bunların bir kısmı doğrudan Covid-19 nedeniyle meydana gelen ölümler. Ancak ne yazık ki ölüm belgelerine Covid-19 yazılmadığını biliyoruz. Özellikle hastanede tedavi altındayken yitirdiğimiz insanlar için test negatifleştikten sonra  sanki Covid-19 bitmiş gibi bir yaklaşım sergileniyor ve Cobid-19 yazılmıyor. Ya doğal yolla ölüm ya da bulaşıcı hastalık deniliyor. Bulaşıcı hastalık ne olabilir? Eklenen bir takım fırsatçı bakterilerin, organizmaların olaya katılmasıyla birlikte ortaya çıkan tablo olabilir. Ama burada asıl neden nedir? Asıl neden Covid-19’dur. 

 

Bunun ötesinde fazladan ölümlerin bir başka boyutu daha var. O da sağlık sisteminin nasıl işletilmediğinin göstergesi. Çünkü Covid-19 nedeniyle yoğunlaşan sağlık kurumlarından sağlık hizmeti alamayan insanların yitirilmesi söz konusu oluyor. Sağlık hizmetine erişemedikleri için, acillerde, hastanede yer bulamadıkları için yitiriyoruz insanları. Bunun bir de takipleri düzenli yapılmadığı için sonrasında eklenen bir takım hastalıklarla yitirdiğimiz insanlar  boyutu olacak ki buı daha geç dönemde göreceğimiz ve ne yazık ki bizler için üzücü olan bir başka yanı. 

 

Tabii bu uyarıları Türk Tabipleri Birliği olarak sürekli yapıyoruz, aktarmaya çalışıyoruz ve olması gerekeni tanımlıyoruz. Ancak ne yazık ki bu olması gerekenin yapılabilmesi için kâr hırsından vazgeçmek gerekiyor. Sağlık sistemini tümüyle ranta teslim etmiş bir iktidarın kâr hırsından vazgeçebilme olanağı yok. Sağlık sistemini kâr hırsına, ranta teslim ettiği için birinci basamağı, yani önleyici sağlık hizmetlerini öncelemeyen bir yaklaşımı değil tedavi edici sağlık kurumlarını destekledi ve biz salgını da olması gerektiği gibi koruyucu sağlık hizmetleri aşamasında engellemek yerine hastalananları tedavi etmek olarak algıladık.

 

Dolayısıyla salgın konusunda hastanelerde hekimlerde ciddi bir yük ortaya çıktı, sağlık çalışanları üzerinde ciddi bir yük ortaya çıktı ve sağlık çalışanlarının tükenmesine kadar gitti bu aşama. İzin yasak, istifa yasak, emeklilik yasak. Sağlık çalışanlarına sadece ölme izni veren bir iktidar anlayışı var. Topluma ne yazık ki salgını sadece idare ettiği için ölümleri engelleyemeyen ve insanları korumayan bir yaklaşım var. 

 

Ekonomik destek boyutuna baktığımızda ne yazık ki Türkiye bildirdiği rakamlar çerçevesinde bu desteğin önemli bir kısmını sermayeye aktarıyor. Ama yurttaşlara destek anlamında vermiş olduğu ekonomik yardımlar ne yazık ki bu konuda yeterli değil. Türkiye, ekonomik desteği ancak yüzde 1’lerde uygulamış durumda. 

 

Evet bu koşullarda salgının yalnızca idaresiyle yetinen bir iktidarın bizim yaşam hakkımızı ihlal ettiği gerçeğini unutmamak gerekiyor. O nedenle salgında ne yapılması gerektiğini daha yüksek sesle tüm meslek örgütlerinin, tüm sendikaların aktarması gerekiyor. Çarkları durdurun, yaşamı kurtarın demek zorundayız.”

Exit mobile version