Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Kemalist mahallede Peker aydınlığı

Kemalist mahallede Peker aydınlığı


YORUM | ALPER ENDER FIRAT 

Uğur Mumcu’nun öldürüldüğü 24 Ocak günü ve ondan sonra yaşananlar hafızalarımızda daha dün gibi duruyor.

1993 yılının soğuk bir Ocak günü, Uğur Mumcu’nun arabasında patlayan bomba bizim de dünyamızda patlamıştı. Bu patlamadan sonra laik kindarlık bütün gadabıyla bir kere daha üzerimize çökmüş ve bizi neredeyse sokağa çıkamaz hale getirmişti. Bombayı sanki din ile uzak yakın teması olan, dinle barışık yaşamaya çalışan herkes koymuştu. Her ilde her ilçede yürüyüşler üzerine yürüyüşler düzenleniyor, bildiğimiz ne kadar kutsal varsa hepsine ağız dolusu öfke kusuyorlardı.

Hele haber sahasında olan biz muhafazakar mahallenin gazetecileri için ise hayat tam bir kabus gibiydi. Sürekli kendimizi birilerine açıklamak, suikastı nasıl telin ettiğimizi saatlerce anlatmak, muhatabımızı ikna etmek zorunda hissediyorduk.

Doksanlı yıllarımız hep olağan şüpheli olarak geçti.

Ama onlar “Biz yapmadık, biz de cinayetlere sizin kadar öfkeliyiz” cümlelerimizi hiç duymadılar. Daha doğrusu duymamayı seçtiler.

İhbarcı bir gazeteci olarak gördüğüm Uğur Mumcu’yu ve gazetecilik tarzını hiçbir zaman sevmedim. Bir takım insanları sürekli zinde güçlere ihbar eden, şikayet eden bir zihni vardı. Ya da bana öyle gelirdi. Ancak öldürülmesi her yönüyle alçakça bir eylemdi. Her şiddet eylemine olduğu gibi buna da tavrımız çok netti.

Ancak Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Turan Dursun cinayetleri gibi Mumcu cinayeti de laikçi Kemalistlerin eline bulunmaz bir fırsat vermişti ve muhafazakarlara olanca öfkelerini kusma bahane bulmuşlardı. Bundan sonra gerçeği arayıp da böyle bir fırsatı bulandırmanın bir manası yoktu. Bu çevreler için cinayet vücuda verilmiş aşı gibiydi, bünyenin kuvvetlendirilmesine çok yardımcı oluyordu. Dincilerden başka birilerinin öldürmüş olmasının ortaya çıkması, bütün paradigmayı çökertecek bir şeydi.

Mumcu cinayetinde asıl acı olan, kinlerini haklı çıkaran şüpheli cinayeti, kimsenin sorgulamamış olmasıdır. Gerici, dinci terördü, basit ve kolay açıklanıyordu, ötesi berisi yoktu.

Bugün Sedat Peker açık ve seçik bir şekilde diyor ki devlet içinde birilerinin terörle irtibatını tespit ettiği için Mehmet Ağar ve ekibi tarafından öldürtüldü. Peker bunu söylediğine göre iddiasının belgelerini de daha önceki iddialarında olduğu gibi ortaya dökünce gerçek çok daha çıplak bir şekilde ortaya çıkacak.

Sedat Peker söylemeseydi bile, 90’lı yılların suikastlarındaki şaibe, ortalama bir aklın bile çözebileceği türdendi. Ancak Kemalistler, solcular ve bir takım cumhuriyet eliti gerçeği aramak yerine o yalanın açtığı kulvardan ilerlemeyi, o yalanı bir koç başı olarak kullanmayı daha faydalı buldu.

Bugün de, o zaman yaptıkları gibi gerçekle değil, bir yalanın kendilerine sağladığı faydayla ilgileniyorlar. Mesela 15 Temmuz sahtekarlığının gerçeği yerine, o yalanın kendi arzularına açtığı yolda ilerlemek, hırsız bir iktidarın yalanlarından olabildiğince faydalanmak işlerine geliyor.

Her dönem faili meçhullere, karanlık cinayetlere, hukukun askıya alınmasına ses ediyormuş gibi yapsalar da, bunlara karşı açılan JİTEM, Ergenekon gibi davaları hükümetle beraber olup akim bıraktılar, canileri akladılar.

Bugün hükümete muhalifmiş gibi yapıp, yasaların suç saymadığı gazeteye abone olmak, bir bankaya para yatırmak, bir telefon aplikasyonu kullanmanın nesi suç olabilir diye asla sormuyorlar. Bebeklerin hapsedilmesi, lohusa kadınların tutuklanması, yürümekten aciz ihtiyarların ısrarla hapiste tutulmasının da onları ilgilendirmediğini düşünmüyorlar.

Kendi mahallesinden olmayanların başına gelen, hiçbir şey için dertlenmiyorlar. Dert etmemekten öte hükümete gizli ortaklık yapıp, onlar gevşeyecek olsa kışkırtıyorlar. Böyle bir ülkede hiç kimse için güneş doğmaz.

Oysa Batı’da işler farklı ilerliyor. Batı vicdanını sarsan iki büyük olaydan bahsederler. Birincisi Sokrates’in haksız yere yargılanıp idama mahkum edilmesi, ikincisi Hz. İsa’nın suçsuz yere çarmığa gerilmesi. Batının vicdanının, yalan ve haksızlık üzerine yapılmış iki yargılamasından sonra doğduğu söylenir.

Sahiden de Batı dünyasında yaşanan her acı ve haksızlık, yerini pişmanlıklara, nedametlere bırakmış bu olaylar vicdan ve hukukun gelişmesine yardım etmiştir. 

Biz de yüzleşme yok, nedamet yok, laikçi Kemalistlerin, solcuların bitmek tükenmek bilmeyen bir kini var.

Exit mobile version