YORUM | NEVİN ERDEM
Türkiye, tepeden tırnağa hukuksuzluklara ve yolsuzluklara batmış, çetelere bulaşmış hatta çeteleşmiş bir iktidara sahip, uyuşturucu ticaretinin dahi iktidar himayesinde yapıldığı iddialarının ayyuka çıktığı bir ülke.
Peker videoları bu acı gerçeği bir yönüyle hatırlattı, bir yönüyle de bilmediğimiz bazı şeyleri ortaya çıkardı.
Peker 8. videosunda Suriye konusuna girdi. Öğrendik ki, MİT Tırları Olayı gerçekmiş. Tırlarla Suriye’ye silah sevkiyatı yapılıyormuş. Üstelik bu silahlar, Türkmen’lere değil, El Nusra’ya gidiyormuş. Sedat Peker ve SADAT işin içindeymiş.
Yani MİT tırlarıyla Suriye’ye yasalara aykırı olarak silah taşındığını ortaya çıkardıkları için tutuklanan Eski Adana Cumhuriyet Başsavcısı Süleyman Bağrıyanık, Başsavcı vekili Ahmet Karaca, savcı Aziz Takçı, savcı Özcan Şişman tarafından yapılan soruşturmalar doğruymuş.
İktidar ve taşeronları, hukuka aykırı bir şekilde Suriye’ye silah göndererek oldukça ağır bir suç işlediler.
2014 yılında Cumhuriyet’in savcıları, kanunun kendilerine verdiği yetkiyle ve tamamen görevleri gereği, yapmaları gerekeni yaptılar. Uluslararası boyutu da olan ağır bir suçu ortaya çıkardılar. Ama suçun failleri değil, kendileri tutuklandılar.
Düşünün, suçun işlenmesinde taşeron olarak kullanılan bir mafya lideri dahi, o dönemde silahların El Nusra’ya gittiğini öğrenince rahatsızlığını ortaya koymuş.
İşte, bir mafya liderinin dahi suçluluk hissettiği, rahatsızlık duyduğu böyle ağır bir suça ilişkin soruşturma yapan savcılar tutuklandılar; 6 yıldır da cezaevindeler.
Hani son zamanlarda nerede oldukları sorulan Cumhuriyet’in savcılarıydı bunlar. Ne toplum tarafından ne de medya tarafından sahip çıkıldı.
Bu soruşturmayı kapatanlar ise ödüllendirildi. Hatırlarsınız, bunlardan Ali Doğan geçen ay Amiraller Bildirisi olarak bilinen bildiriye tepki göstermek için A Haber’e bağlanmış ve “MİT tırları olayındaki ilk karşı soruşturmayı başlatan Cumhuriyet başsavcısı” olmakla övünmüştü. Yani MİT tırları ile ilgili suçu ortaya çıkaranlar cezaevine atıldı, suçu kapatanlar ise, Yargıtay üyesi yapıldı!
Peker’in videosundan sonra SADAT bir açıklama yaparak, Peker’in iddialarının iftira olduğunu belirterek “iftira sahiplerini iftiralarını ispatlamaya, ellerindeki belgeleri savcılığa teslim etmeye çağırıyoruz” dedi.
SADAT hangi savcı ve savcılığı kastediyor? Etkin soruşturma yapan cezaevindeki savcıları mı yoksa soruşturmayı kapatıp terfi üstüne terfi alan Ali Doğan’ı mı?
Bugün Peker’in ifşaatlarıyla bir kez daha ortaya saçılan bu ağır suçlarla ilgili konu gündeme getirilirken dahi, yalnızca olayı haber yapan ve bu uğurda büyük bedeller ödeyen gazeteci Can Dündar’a odaklanılıyor. Sadece ellerini değil, yüreklerini taşın altına koyan, ömürlerinin önemli bir bölümünü cezaevi hücrelerinde geçiren savcılar görmezden geliniyor.
Ardından da samimiyetsizce soruluyor: “Nerede bu savcılar?”
Peker’in ifadesi daha doğrusu itirafıyla doğruluğu bir kez daha teyit edilen bir soruşturmayı yapan savcıların derhal tahliyesi için hala ne bekleniyor?
Peker geçen videosunda Binali Yıldırım’ın oğlu Erkam Yıldırım’ın çok büyük çaplı kokain ticareti yaptığını iddia etti.
Savcılardan beklenildiği gibi, tık yok!
Binali Yıldırım’ın bacanağının adının karıştığı 2014 yılındaki liman yolsuzluğu operasyonunda savcıların başına gelenler ortadayken, hangi savcı Yıldırım’ın oğluyla ilgili etkin bir soruşturma yapabilir?
Dönemin Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kenan İpek’in bu soruşturmaya müdahaleye yönelik sözlerini tutanağa geçirdikten sonra İzmir Başsavcısı Hüseyin Baş’ın başına gelmeyen kaldı mı?
Paradise Papers’la oğullarının off-shore hesapları ortaya döküldükten sonra Binali Yıldırım nasıl da savunmuştu çocuklarını: “Denizcilik küresel bir iş, gizlimiz saklımız yok!”
Yıldırım Ailesi’nin başka hangi küresel işlerin içinde olduğu kamuoyu tarafından daha çok merak edilmeye başlandı ama bu merak şimdilik ancak bir mafya liderinin açıklamalarıyla giderilebiliyor.
Erdoğan Peker’in iddiaları sonrasında Binali Yıldırım’a ve oğluna sahip çıktı. Erdoğan’ın sahip çıktığı birisine Türkiye’de hangi savcı dokunabilir?
Bu arada, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu Habertürk’te katıldığı bir canlı yayında, “Benden önceki içişleri bakanlarının oğluyla ilgili bir takım şeyler var, para sayma makineleri filan” dedi. Yani iktidarın kumpas ya da darbe olarak nitelendirdiği 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarına işaret etti. Soylu’nun kastettiği, İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlu Barış Güler’in evinde bulunan para sayma makinesi.
Her ne kadar Soylu politik bir manevra olarak kendisini güvence altına almak için, kendisinin harcanmasını engellemek amacıyla bir tehdit olarak bu cümleyi kullansa da, uzun yıllar iktidarla aynı saflarda büyük hukuksuzluklara imza atan bir bakanın, 17 Aralık’ta ortaya saçılan yolsuzlukları referans olarak kullanması önemli.
Hele bir de, 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarını yürüten savcıların ve polislerin bugün cezaevlerinde; bu suçları kapatanların ise Anayasa Mahkemesi ya da Yargıtay üyesi yapıldıkları düşünülürse.
Gerçekler elbet bir gün tüm çıplaklığıyla ortaya çıkacak.
Geleceğe kalacak olan şey ise, ömürleri cezaevlerinde geçen adalet savaşçılarının acı hatıraları ve onurlu geçmişleri olacak.
Ve bir de toplum olarak utancımız!