Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Gelin, biz de mizanı kıralım!

Gelin, biz de mizanı kıralım!


YORUM | CEMİL TOKPINAR

Geçen sene Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’yi ziyarete gittiğimde selamlarını iletmemi isteyen dostlarım olmuştu. Bir gün akşamla yatsı namazı arasında gerçekleşen ve herkesin katılabildiği muhabbet ortamında söylemeye niyet ettim. Tabiî ki kalabalık salonda her şeyi arz etmek mümkün değil. Çünkü dünyanın dört bir yanından gelen hizmet ehlinin paylaşmak istediği güzelliklerin arasında uygun bir zaman kollamak lazım. Hem herkesin herhangi bir vesile olmadan selamını söylemek doğru olmuyor, hem de meclisin biraz tenhalaşmasını beklemek gerekiyor.

Allah’tan birinci fasıl sonunda salon seyrekleşti. Ben de hem kardeşlerimizin emanetini takdim edeyim, hem de yaptıkları hizmetlerden bahsedeyim diye müsaade istedim.

“Efendim, iki ağabeyimizin size selâmları var” dedim. “Birisi Berlin’den Orhan Özkan ve ailesi. Başta muhacirler olmak üzere ihtiyaç sahiplerine yardım için eşya temin eden bir sistem kurmuş. Elinde fazla eşyası olanların bağışladığı mobilya, beyaz eşya, kitap, giysi ve mutfak malzemelerini büyük bir depoda toplayıp düzenliyor. İhtiyacı olanlar da seçip alabiliyorlar. Hatta yakın çevreye kendisi minibüsle götürüyor, uzakta olanlara da kargoyla gönderiyor. Depo 24 saat hizmet veriyor. Binlerce muhacirin ihtiyacını karşılamaya vesile oldular. Ben de ziyaret ettim, ihtiyacım olan çok önemli kitap setleri aldım.”

Hocaefendi merak ve memnuniyetle dinliyordu. Hemen ikincisine geçtim:

“Diğer ağabeyimiz de Hüseyin Dön ve ailesi. İlk kez bir kermeste lahmacun yaparken tanışmıştım. Hizmet aşkıyla dolu bir ağabeyimiz. Geçen ay Yunanistan’a lahmacun makinesini götürüp oradaki muhacir ailelere kendi eliyle binlerce lahmacun yapıp ikram etti. Lahmacun partisine katılan aileler, çocuklar çok memnun oldular.”

Yüreği mazlumun derdiyle dertlenen Hocaefendi çok memnun oldu.

“Bunlar mizanı kırar” dedi.

Ben de:

“İnşallah” dedim.

Süreçte musibete uğrayan, acı çeken, mahrumiyetlere düşenlerin derdiyle üzüntüye gark olan Hocaefendi, onların dertlerine deva sunan, acılarını dindiren, sorunlarını çözen kimseleri takdir ediyor.

İNFAKLA NAMAZ YAN YANA

Biliyorsunuz, hicret; malını, mülkünü, evini, arabasını, işini, mesleğini bırakıp bilinmezlere yelken açmak,  tepeden tırnağa mahrumiyete sabretmek, göğüs germek demek.

İşte muhacirin derdiyle dertlenmek, ihtiyacını gidermek, problemlerini çözmek Allah katında çok önemli olduğu için bu hususta birçok ayet var.

Zaten sadece muhacirin değil, bütün mağdur, mahpus, mazlum, gaib, mahrum, fakir kardeşlerimizin ve ailelerinin derdine derman olmak, maddî yardım yapmak Kur’an’ın gündeminde o kadar önemlidir ki, defalarca namazla yan yana emredilmiştir.

Özellikle içinde bulunduğumuz süreçte himmet ve muavenet isimleriyle andığımız infak çok daha önemli. Çünkü hizmete gönül veren yiğitler ve aileleri çok büyük sıkıntı içindeler. Hapiste olan kimselerin kendileri de, aileleri de maddî sıkıntı içinde olabiliyor. Aynı şekilde çalışmaktan mahrum olan ve zulümden kendini korumak için gaybubeti seçen kimseler de aynı şekilde. KHK denilen zulüm aracıyla işlerinden ve mesleklerinden edilen mağdurlar da benzer sıkıntıları yaşıyor.

Bu grupların aile fertleri içinde az da olsa çalışan veya anne babalarından yardım görenler bir derece sıkıntılarını çözmeye gayret ediyorlar.

Ancak öyle kimseler var ki, maddî sıkıntı içinde kıvrım kıvrım kıvranıyor, aile ve akrabalarından yardım eden olmuyor, derdini kimseye açamıyor, yoksulluk girdabında bunalım yaşıyor.

Bir de yeni doğan bebeği, küçük ciğerpareleri veya okula giden çocukları varsa geçim sıkıntısı katmerleşiyor.

BU ZAMANDA EN BÜYÜK VAZİFE

İşte burada vazife ve sorumluluk, yurt içinde ve yurt dışında olup da gelir durumu yerinde olan kimselere düşüyor. Zulmetmekten çekinmeyen güruh, mazlumun ailesine yardım edenleri de cezalandırdığı için gerekli tedbirlere riayet ederek sıkıntı içindekileri bulmak ve derdine derman olmak bu zamanda en büyük vazifemiz.

Mahrumiyetler ve dertler içinde kıvranan bir mümine yardım etmenin ne anlama geldiğini anlamak için binlerce olay içinden iki hatıra paylaşmak istiyorum. Bana akademisyen bir arkadaşımdan iki ay önce gelen bir mesaj şöyleydi:

“Geçen ay eşi medrese-i Yusufiyede olan ve kendi ailelerinin sahip çıkmadığı, geçim sıkıntısı zirvede bir ailenin haberi geldi. İntihar aşamasındaydılar, hatta genç oğlu bileklerini kesmiş ama ölmemiş, bu aileye maddî yardım edildi ve acilen psikiyatriye gönderildi. Psikiyatrist arkadaşım son aşamadaydılar dedi, ona yardım gönderen Orta Asya’da esnaf olan abiye şimdi çok duacılar. Belki son anda müdahale edilmeseydi vahim bir netice olacaktı. Her arkadaşımız ülkemizde özellikle kendi beldesini sık sık sormalı, özellikle de eşleri medresede olanları tespit edip sıkı takibe almalı.”

Yukarıdaki olayı anlatan arkadaşım hem muhacir, hem muavenet veriyor. Bu yardıma vesile olan da kendisi.

Bir başka örnek, bizzat mağdurlarla ilgilenen Türkiye’deki bir ağabeyimizden geliyor:

“Altı çocuklu bir ailenin beyefendisi dört buçuk yıldır içeride yatıyor. Uzun zaman irtibat kurulamamış ve yaşanan zulmün yanında yokluğu da acı acı yudumlama durumunda kalmışlar. Arkadaşlar bir vesileyle irtibat kurabilmişler. Ziyaret, muavenet, hal, hatır diyerek aile az da olsa teselli oluyor. Bir süre sonra kardeş aile oluşturulup mağdur aileye ziyaret yapılıyor. Her türlü imkânlar zorlanarak verilen rakam 1500 TL. Ziyaret esnasında bir fırsatla mağdur ailenin buzdolabını açıp kontrol ediyor ziyarete giden kardeş aile… Gördükleri karşısında donakalıyor, şok içerisinde adeta tir tir titremeye başlıyor ziyaretçi abla. Buzdolabını bomboş olarak görmesi onun yaşadığı şoku gizlemesine engel olamıyor.

“Bu maddî sıkıntı zorlamayla, elde olmayanın ne kadarıyla düzeltilebilir? Benzer örnekleri oldukça çok olan hangi ailenin yokluğuna, maddi yaraya pansuman olabilesin ki…

“Çözümünü varıp birlikte bulalım derim. Bize bakan çözüm önerisi mi? Anadolu’nun bu diyarlarında hani ‘kendi yağınızda kavrulun’ denir ya… İnanın buralarda tavanın dibinde yağ da kalmadı, tava dibine yanmış durumda. Beklentimiz ve ümidimiz odur ki bu çözüm yurt dışındaki arkadaşların daha bir sorumluluk alıp, tabloyu daha net okuyup buralara gönderdikleri rakamı artırmaları ve yeterli oranda yollamaları.”

‘KULUM HASTAYDIM ZİYARETİME GELMEDİN’

İşte ulaşamadığımız her ailenin ızdırabından sorumluyuz. Ulaştığımız her mağdurun sevincinden, sevabından da hissedarız inşallah.

Mümin kardeşinin derdiyle dertlenmek, onun maddî sıkıntılarını gidermek Allah katında o kadar değerli ki, şimdi aktaracağım hadis bu konuda çok manidar geliyor bana.

Ebu Hureyre’nin (r.a.) anlattığına göre, Resulullah (s.a.v.), kıyamet gününde Cenab-ı Hakkın şöyle buyuracağını belirtiyor:

“Ey Âdemoğlu! Ben hasta oldum beni ziyaret etmedin!”

Kul diyecek:

“Ey Rabbim, Sen Rabbülâlemîn iken ben seni nasıl ziyaret ederim?”

Allah diyecek:

“Bilmedin mi, falan kulum hastalandı, fakat sen onu ziyaret etmedin. Bilmiyor musun, eğer onu ziyaret etseydin, yanında beni bulacaktın!”

Cenab-ı Hak diyecek:

“Ey Âdemoğlu ben senden yiyecek istedim, ama sen beni doyurmadın?”

Kul diyecek:

“Ey Rabbim, ben seni nasıl doyururum? Sen ki âlemlerin Rabbisin?”

Allah diyecek:

“Benim falan kulum senden yiyecek istedi. Sen onu doyurmadın. Bilmez misin ki, eğer sen ona yiyecek verseydin ben onu yanımda bulacaktım.”

Cenab-ı Hak diyecek:

“Ey Âdemoğlu! Ben senden su istedim bana su vermedin!”

Kul diyecek:

“Ey Rabbim, ben sana nasıl su içirebilirim, sen ki âlemlerin Rabbisin!”

Allah diyecek:

“Kulum falan senden su istedi. Sen ona su vermedin. Bilmiyor musun, eğer ona su vermiş olsaydın, bunu benim yanımda bulacaktın!”

(Müslim, Birr: 43).

Bu muhteşem hadis fazla söze hacet bırakmıyor. Demek ki, Rabbimiz müminin derdiyle dertlenmek, ona çözüm getirmek hususunda bu kadar hassas, bu kadar önemsiyor.

Kıyamette bu sorular, “Kulum kiramı ödemedin, muavenette bulunmadın, mutfak masrafımı karşılamadın, faturalarımı ödemedin” şeklinde gelebilir.

SADAKA MALI ARTIRIR

Herkes “İmkânım yetersiz, zaten dar gelirliyim” diyebilir. Ama her şeye rağmen az da olsa vermeye çalışmak gerekir. Çünkü kim himmet, muavenet, infak için çırpınırsa Allah ona yeni rızık kapıları açar, verdiğinden daha fazlasını ihsan eder.

İşte iki örnek:

Yıllar önce Hocaefendinin tavsiyesi ile Orta Asya’ya giden bir esnaf abimizin tecrübesi ve hissiyatı şöyle:

“Ne zaman muavenet için nefsime ağır gelen bir miktarı versem ticaretimde bereketin arttığını müşahede ederim. Verdikçe Rabbim hep verdi, hatta bazen sayamayacağım kadar para kazandığım oldu. Hiç ummadığım yerlerden müşteri ve para geldi. Ben şu süreçte dünyanın dört bir tarafına giden kardeşlerime hep haber gönderip bu ay var mı darda bir aile derim. Çünkü biliyorum ki verdikçe Rabbim belki on misliyle veriyor.”

Başka bir muhacir kardeşimiz Avrupa’da bir ülkede üç yıldır verilen sosyal yardımdan kurtarması için Allah’a dua eder. Bir akşam muavenet konulu bir zoom sohbeti sonrası eşiyle birlikte “Canımızı yakacak, nefsimize ağır gelecek bir muavenet yapalım” diye niyet ederler. Gerçekten de bütçelerini sarsan miktarda muavenette bulundukları günün ertesinde üç ayrı yerden iş teklifi alırlar. Şimdi karı koca çalışarak sosyal yardımdan kurtulmalarını kesinlikle muavenetteki berekete bağlıyorlar.

Örnekler çoğaltılabilir. Ramazanın son günlerindeyiz. Gelin, durumumuzu bir daha gözden geçirelim. Zekatımızı versek de, himmet ve muavenetimizi taahhüt etsek de, gelin imkanları zorlayalım.

Unutmayalım ki, zor zamanda verilen yardım, kat kat ödüllendirilir. Zaten Ramazanda yapılan her salih amele bin kat ecir verilir. Yaşadığımız sürecin şartları ise çok ağır. Fırsat bu fırsat. Öyle bir infakta ve muavenette bulunalım ki, canımız acısın, bizler de bir şeylerden mahrum olalım.

Mesela yeni almak istediğimiz ev, araba, elbise, telefon vs. olabilir. Şimdilik eskisi işimizi görüyorsa, vazgeçebiliriz, erteleyebiliriz. İnanır mısınız, Anadolunun bir şehrinde aylık 300 lira kira veren, kıt kanaat geçinen, hatta kendisine verilen yardımları birkaç aileye dağıtıp kendisi mahrumiyete razı olan kardeşlerimiz var.

Onlara arkadaş olmak istemez miyiz? Cennette gariplerle, yetimlerle, fakirlerle, şehitlerle birlikte olmak için dünyada da onlarla beraber olmak, elimizdekini onlarla paylaşmak gerekir.

Yazının girişinde bahsettiğim hatırayı geçen yıl büyük bir lokantası olan bir ağabeyimize anlatmıştım. Çok duygulandı, çok etkilendi.

“Haydi, biz de mizanı kıralım” dedi. “Hafta sonu sayı ne kadar olursa olsun, muhacir aileleri çağır, kahvaltı yapalım.”

Müsait olan ailelere ulaştık. Çok güzel bir program oldu. Tanışmalar, kucaklaşmalar, sohbetler öğle sonuna kadar sürdü. Korona imtihanı olmasaydı programlar devam edecekti. İnşallah Rabbim tekrar nasip eder.

Evet, cennetin kapıları ardına kadar açıldı. Fırsatı değerlendirelim.

Gelin biz de mizanı kıralım.

Gelin, kıyamete kadar devam edecek güzel hizmetlere omuz verelim.

Gelin, mağdurların acısını, derdini paylaşalım.

Gelin, “Kim Müslümanların derdiyle dertlenmezse onlardan değildir” hadisinin tehdidinden kurtulalım.

Gelin, “Kim bir müminin sıkıntısını giderirse, Allah da onun kıyamet günü sıkıntılarından birini giderir” hadisindeki müjdeye nail olalım.

Gelin, “Ahiret, senin için dünyadan hayırlıdır” ayetine kulak verelim.

Exit mobile version