Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Dindar devlet ve dindar nesil projesi

Dindar devlet ve dindar nesil projesi


YORUM | VEYSEL AYHAN 

“Ey Molla! Senin dinin, kâfir üretmekten başka ne işe yarar?”

Muhammed İkbal

(Nübüvvet ve Devlet Yazıları-2) 

İnsan yeryüzüne sınanmak için gelir.

Peki sınanma ne ile olur?

Sorularla.

Sorusuz imtihan olmaz.

“Yaratan’ı aramak” bir sorudur.

“Hukuka saygılı olmak” bir sorudur.

“İnsan haklarına riayet” bir sorudur.

“Yalan, hırsızlık, içki, zina, kumar, uyuşturucu…” birer sorudur.

Bunların her biri insan iradesini sınayan zor sorulardır.

Hani çok güzel bir fizik veya matematik sorusuna rastlarsınız.

O konunun uzmanı iseniz “Ne kadar güzel bir soru!” dersiniz.

Yukarıdaki sorular da her insanı ölçücü olağanüstü, harikulade sorulardır. 

Her soru, üzerinde tefekkür edilmesi gereken bir sanat eseridir.

Din; bir baskı ortamı oluşturup bununla insanların bu günahlara girmelerine engel olmaz.

Günaha girmemeyi öğütler.

Soruları yasaklamaz. Yasaklayamaz.

Günahı yok etmeyi amaçlamak imtihan sorusunu ortadan kaldırma anlamına gelir ki bu, dünyanın yaratılış gayesine terstir.

Allah’a ait dünya projesinin “sosyo-ekolojik dengesine” zıttır.

ZORLA DOĞRU CEVAP YAZDIRMAK

“Yalan, hırsızlık, içki, zina, kumar, uyuşturucu…” gibi soruları yasaklarsanız soru ortadan kalkmaz. İnsanlar “zorla” sevaba girmez.

Allah’ın yarattığı soruları yok etmeye kalkmak şeriat-ı fıtriyeye muhalefet olur.

Sevap değil, günah getirir.

Mesela zorla “yalan”ı ortadan kaldıramazsınız.

Zorla “içki”yi ortadan kaldıramazsınız.

Zorla “zina”yı ortadan kaldıramazsınız.

Zorla “faiz”i ortadan kaldıramazsınız.

Zorla “kumar”ı ortadan kaldıramazsınız.

Zorla “uyuşturucu”yu ortadan kaldıramazsınız.

Zorlarsanız sorular merdiven altına iner, çözüm yolları sapkınlaşır.

Yapılacak iş; bunların zararını anlatmaktır.

Görünürlüğünü ve cazibesini azaltmanın yollarını aramaktır.

Hıfzısıhha’ya dikkat çekmektir.

Korunma yollarını teşvik etmektir.

Ötesinde gerçek anlamda yapılacak başka bir şey yok!

Bir insanın bir soru türüyle imtihan olmasını engellemek, ahiret hayatında bir eksikliğe, bir ufuk daralmasına sebep olur.

Bir mühendis mekanik öğrenmeden mesleğinde başarılı olamayacağı gibi.

Soruları bilmek, çözmek ve her biriyle baş etmek insan ruhunu farklı bir kemâlat hedefine ulaştırır.

Bu nedenle insan farklı sorularla sınanır.

Sorusuz bir ortamda insan yükselemez, şeytanlık ve meleklik arasındaki skalada yeri belirlenemez.

İnsan bu soruları hür iradesiyle çözdüğü zaman bir başarı elde etmiş olur.

Günah işlemek, bir başkasının hukukunu ihlal etmeme kaydıyla serbesttir.

Bu serbestiyet, dinen ‘sakıncasız olmak’ değildir.

Kur’an şunları önceller:

Nahl, 90: “Allah; adaleti, hatta adaletten de fazla olarak ihsanı, en güzel davranışı ve muhtaç oldukları şeyleri yakınlara vermeyi emreder. Hayasızlığı, çirkin işleri, zulüm ve tecavüzü yasaklar. Düşünüp tutasınız diye size öğüt verir.”

Bu emirler, müeyyidesi ahirette karşımıza çıkacak bir kısım emirlerdir.

Ayetin sonunda bu emirlerin bir “öğüt” olduğu vurgulanır.

Allah’ın emirlerini (farz, vacip) yapmak iradeye bırakılmıştır. Bunların uygulanmasında bir zorlama söz konusu değildir.

Bu iradeye bırakış imtihan salonu olan dünyada “Allah’ın ahlakıdır.” “Şeriat-ı fıtriyedir.”

Peygamberler, Allah’ın elçisi olarak, Allah ahlakına tabi olup kimseyi zorlamaz, zorlama esaslı bir sistem kurmaz. Sadece tebliğ yaparlar. Temsil ederler.

ÖZEL HAYATI TECESSÜS

Hz. Ömer bir gece geç saatte Abdullah bin Mesud ile şehri gezmektedir. Bir evden aşırı gürültü gelince Hz. Ömer merakla bahçe duvarından içeri atlar. Evin avlusunda ihtiyar bir adam şarap içmekte, yanında oturan kadın da dans edip şarkı söylemektedir. Hz. Ömer, gördüğü manzaraya öfkelenip ihtiyara çıkışır: “Bu yaşta, yanında bu kadınla utanmıyor musun da içiyorsun?”

İçki içen yaşlı adam şöyle cevap verir: “Ey müminlerin emiri. Ben bir günah işliyorum. Ama sen üç günahı birden işledin.”

Hz. Ömer şaşırır, yaşlı adam devam eder:

“Bir, Allah Teala, ‘Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın’ (Hucurât, 12) buyurduğu halde, sen evime girip araştırdın.

İki, Allah, ‘Evlere kapılardan girin!’ (Bakara, 189) buyurduğu halde, sen duvardan atladın.

Üç, Allah, ‘Ey iman edenler! Kendi evleriniz dışındaki evlere, sahiplerinden izin istemeden, onlara selam vermeden girmeyiniz…’ (Nur, 27) buyurduğu halde sen bunlara muhalefet ettin!”

Hakperestliği ile maruf Hz. Ömer, affını diler ve oradan ayrılır.

Dini, devlet zoruyla ikame etmeye çalışmak, günah işlemeyi yasaklamak veya “soruyu yok etmeye” çalışmak imtihan mantığına aykırı ve dinin ruhuna zıttır.

Örnekleri incelediğimizde dini devlete eklemlemenin daima dine zarar verdiğini görüyoruz. Müslümanlığa en büyük zarar veren ülkelerin ortak özelliği “İslam” etiketi taşımasıdır.

Sınırları tebliğ ve tavsiye olan dini, zorbalık ve güç kullanma esaslı devlet bünyesine yerleştirdiğinizde o sistem sadece münafık idareciler ve münafık fertler üretiyor. 

Mesela İran’da Müslümanlık devlet eliyle zorlandığı için halk dinden uzaktır. Kitleler zoraki olarak ikiyüzlü yaşar. Bir başka örnek Suudi Arabistan. Ülke sınırlar içinde peçeli gezen kadınlar; cübbe ile dolaşan erkekler – tabii ki hepsi değil! – sınırları geçince, ‘sınır’ tanımazlar.

“İdareyi zorla ele geçirip, insanları onun zoru ile dindar yaptığınız ülkelerde, insanları münafıklaştırır ve devlete mürailik yapan parazitler haline getirirsiniz. Bu insanlar, ülkelerinde dindar görünürler; ama yurtdışına çıkınca dine ters ve günahlara çok açık bir hayat sürerler. Hukuka olan saygı azalır, riya artar.” (Fethullah Gülen, Manuel Almeida, Şark-ul Avsat Tarih, 24 Mart 2014)

Allah’ı ve dini insanlara sevdirme misyonuyla hareket eden insanlar bu iş için zorlamalara başvurduğunda tebliğ ters teper. Bu tür zorlamalar dini, bir diktatör karşısında bile alay konusu haline getirebilir.

DİKTATÖRDEN DERS!

Mısır’lı diktatör Nâsır bir konuşmasında anlatıyor:

“Biz İhvan-ı Müslimin’le uzlaşmak istedik. Bizden sahih ve selim bir şeyler isteselerdi olurdu. Reisleriyle (Hasan İsmail Hudeybi) görüştüm. Benden ilk istediği Mısır’da tesettürü zorunlu yapmam oldu. ‘Sokaktaki tüm kadınlar tarha giysin, sen bundan sorumlusun’ dedi. Ben de ona dedim. ‘Üstad, senin tıp fakültesinde okuyan kızın var. Başı açık. Tarha giymiyor. Niçin onu tesettüre sokmuyorsun? Sen, bir kişiyi tesettüre sokamıyorsun ama benden 10 milyon Mısırlı kadını tesettüre sokmamı istiyorsun’ dedim.”

Nâsır zalim bir diktatördü ama bu dediğinde haklıydı.

“Zorlama”nın bir başka komplikasyonu din düşmanı ve inançsız insan üretmesidir. Devlet, gücünü kullanarak kıyafet zorunluluğu getirebilir. Ama kimsenin gönlüne zorla giremez.

İran veya Suudi Arabistan’ı gören bir insanın bu yönetimlere ve zorlamalara bakarak Müslümanlığa sempati duyma ihtimali yok. Dünyanın hiçbir coğrafyasından da “Ne güzelmiş bu Müslümanlık” diye buralara taşınan yok. “İslam” etiketi taşıyan bu ülkeler, İslam’a sempati değil bilakis tüm dünyada antipati üretmekte, İslamafobiya’ya malzeme sağlamaktadır. Bu ülkeler hicret etmek zorunda kalmış bir Müslüman için bile yaşanabilecek yer değildir. Ateizmin ve deizmin en hızlı yayıldığı üç ülkenin Suudi Arabistan, İran ve Türkiye olması anormal bir durum değil.

Utanılası bir realite.

Türkiye’den iki örnekle bitireyim. Atezim Derneği, önceki hafta Ayasofya’nın sabık imamı şahsında AKP İslamcılığına şöyle teşekkür etti:

“Ateizmin yaygınlaşmasında ve araştırılmasında gösterdiğiniz üstün gayret için dernek olarak size büyük bir teşekkür borçluyuz. Böyle devam etmenizi diliyoruz.”

Bu da bir kadın gazetecinin twiti:

“Ben seküler bir Müslüman idim. Bir yıl kadar önce deist oldum. Sünni bir ailede doğdum ama şimdi vasiyet ediyorum ki ölürsem cenazem Cem Evi’nden kaldırılsın, ölümü de Cem Evi’nin görevlileri yıkasın. Yurtdışında ölürsem de kilise kaldırsın. İşte bu noktaya getirdiniz bizi.”

Muhammed İkbal’in can alıcı sorusu şuydu:

“Ey Molla! Senin dinin, kâfir üretmekten başka ne işe yarar?”

Sonraki bölüm: Hükümdâr bir peygamber mi, kul bir peygamber mi?

Exit mobile version