Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Barış Akademisyenleri: ‘Ülke derin bir çukura yuvarlanıyor’

Barış Akademisyenleri: 'Ülke derin bir çukura yuvarlanıyor'


Devlet bağlantılı çete yöneticisi Sedat Peker’in, “derin devletin başı” dediği eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’a dair itirafları gündemdeki sıcaklığını koruyor.

Peker’in, devlet-mafya-medya ilişkilerine dair önemli ipuçları verdiği itiraflarda en dikkat çekici başlıklar arasında Barış Akademisyenlerine dair ifadeleri yer aldı. Peker, “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisi imzalayan akademisyenlere dönük “Oluk oluk kan akıtacağız” tehditlerine ilişkin, “Kanla ilgili söylemiş olduğum olayların hepsi söylendiği dönemde hükümetin lehinedir. Çünkü o zaman korku iklimi oluşturmak lazımdı” dedi.

 

Bildiriye imza atanlardan Sibel Özbudun ve Gençay Gürsoy, Peker’in itirafları ve son dönemlerde yaşanan gelişmeleri değerlendirdi.  

 

Devlet-mafya ilişkilerinin tüm kapitalist ülkeler açısından yeni bir olgu olmadığını kaydeden Özbudun, “Mafya yasadışı kapitalizm, kapitalizm ise yasal mafyadır” sözüne işaret ederek, “Bu ikisi günümüzde artık iyiden iyiye iç içe geçmiş durumda” dedi. Özbudun, uyuşturucunun girmediği bir ülke, kara paranın bulaşmadığı bir ekonomi ve ürettiği silahları “yasadışı” bir şekilde farklı örgütlere pazarlamayan bir devlet ya da bankacılık sisteminin kalmadığına dikkati çekti.  

 

Türkiye’nin “komünizmle mücadele” adı altında uluslararası düzlemde örgütlenmiş olan “gladio”sunu tasfiye etmediğini ifade eden Özbudun, 1990’lardaki düşük yoğunluklu iç savaşta bu “gladionun” yeniden ihya edildiğini kaydetti. 90’larda paramiliter örgütler, “gayrınizami harp” stratejileri ve uyuşturucu ticaretinin iç içe girdiği yıllar olduğuna dikkati çeken Özbudun, “Uyuşturucu gelirlerinin Kürt hareketine karşı yürütülen savaşı finanse etmede kullanıldığı konusu o dönemlerde çok yazıldı ve çizildi” dedi.

 

Çarpıcı bir durum ile karşı karşıya olduklarını dile getiren Özbudun, devlet-mafya ilişkilerinde genellikle siyasetçi ve bürokratların “pis işlerini” mafyaya yaptırdığı söyledi.

 

Bu ilişkilerde “rüşvet ve maaşa bağlama” karşılığında mafyatik ilişkilere göz yumulduğuna işaret eden Özbudun, “Eğer Sedat Peker’in açıklamaları doğruysa devlet görevlileri ya da onların akrabaları ‘mafyacılığa’ soyunmuş demektir. Bir başka deyişle; Mafyadan nemalanan, uyuşturucu trafiğine göz yuman, kollayan, olası operasyonlara karşı uyaran ve lojistik destek sağlayan politikacı ve bürokratlardan, doğrudan uyuşturucu trafiğine dahil olan politikacı ve bürokrat tipine geçiş yapılmış. Bu bilindik ve alışıldık bir durum değil. İddialar doğruysa ‘kişisel çıkarların’ ötesinde bir boyutla ilintilendirmek, uyuşturucu gelirlerinin mali sisteme bir ‘girdi’ sayılıp sayılmadığı üzerinde düşünmek gerekecektir” değerlendirmesinde bulundu. 

 

Özbudun, söyledikleri doğru olsa bile Peker’in aklanmaması gerektiğine vurgu yaparak, sanal medyadaki “Pekerci-Soylucu” tartışmalarının yanlış ve sakıncalı olduğunu ifade etti. Özbudun, “pay kavgası” yaşandığını belirterek, “Bir dönem aynı kaptan yemek yiyenler, bugün karşı karşıya gelmişler. Yarın kimin kiminle yan yana düşeceği bilinmez” ifadelerini kullandı. 

 

Peker’in akademisyenlere yönelik tehditleri ve sonrasında yaptığı açıklamaları da değerlendiren Özbudun, “Burada ‘korku iklimi oluşturmak’ anahtar cümledir. Peker’in, iktidarın kendi halkını korkutma, sindirme planının bir parçası olarak hareket ettiğini ortaya çıkıyor” diye belirtti.

 

Tehditlerin iktidar çevrelerinde hayırhah bir suskunlukla karşılandığı ve sorgulanmadığına dile getiren Özbudun, açtıkları davanın beraat ile sonuçlanmasının da bu tehditlerin zımni bir onaya işaret ettiğini kaydetti. Olaylar karşısında pasif kalınması durumunda durumun daha da vahimleşeceği uyarısında bulunan Özbudun, ancak emekçilerin ve ezilenlerin ortak tepkisiyle gidişata dur diyebileceğinin altını çizdi.

 

Barış akademisyenlerinden Gençay Gürsoy ise, yaşananları “son 20 yılın bir Türkiye klasiğinin yeniden yaşanması” şeklinde yorumladı. Özellikle 2015’ten sonra yaşananların ve “tek adam iktidarının” kurulmasının böylesi bir yapıyı gündeme getirdiğine dikkati çeken Gürsoy, devletin insan hakları ve demokrasiden uzaklaştıkça mafyaya yakınlaştığına vurgu yaptı.

 

Yapılan araştırmaların, Türkiye’nin 1990’lı yıllardan çok daha derin bir çukura yuvarlandığına işaret ettiğini belirten Gürsoy, “1990’lı yıllardaki mafya figürlerinin her biri hakkında şöyle ya da böyle yasal kovuşturmalar açıldı. Cezaevine girenler oldu. Savcılar dava açabilecek cesareti gösterdi. Bu gün olup bitenleri seyreden binlerce savcıdan bir tanesi bile soruşturma açmıyor. İçişleri Bakanının, bir mafya liderine yurtdışında geçerli olmak üzere koruma vermesi ve yurtdışına çıkışını kolaylaştırması gerçeği karşısında savcılar da Adalet Bakanı da ülkeyi yönetenler de susuyor. Dolayısıyla batağın içinde bir kurtarıcı bekliyoruz maalesef” diye konuştu. 

 

Peker’in akademisyenlere yönelik tehdit ve açıklamalarını da “itiraf” olarak yorumlayan Gürsoy, şunları söyledi:

 

“Korku iklimi yaratmak için bunları söyledik diyor. Teşhisi yüzde yüz koymuş oluyor. Yani öyle bir rejim kuruldu ki Türkiye’de onun yükselebilmesi için bir korku atmosferinin egemen olması lazımdı. Bu insanlar da buna hizmet ettiler.” 

 

Gürsoy, Kürtler ve Aleviler başta olmak üzere baskı ve zulme maruz kalmış halklar ve inançların öncülüğü ile ülkenin eninde sonunda demokrasiye ulaşacağına vurgu yaptı. 

 

KAYNAK: MEZOPOTAMYA AJANSI – İDRİS SAYILĞAN

Exit mobile version