Türkiye’nin müdahalesiyle başkent Trablus’un güvenceye alındığı ancak Rusya ve Mısır’ın “Petrol Hilali”ni tutan Cufra ve Sirte’yi kırmızı çizgiye dönüştürmesiyle dengenin yeniden kurulduğu Libya önemli gelişmelere sahne oluyor.
Vatiyye Üssü ve Tarhune kentinin el değiştirmesinden sonra başlayan askeri tıkanmışlık tarafları yeni hesaplara itiyor.
İç çelişkiler neden tetiklendi?
Çatışmalara mola verilince Libyalılar asıl gerçeklere döndü.
21 Ağustos’ta askeri değil siyasi kanatlardan gelen, arka planda Rusya ve Mısır’ın olduğu ateşkes çağrıları birçok şeyi tetikledi.
Bir kere siyasi çözüm arayışları ivme kazandı. Tobruk’tan Temsilciler Meclisi ile Trablus’tan Devlet Yüksek Konseyi temsilcileri Lozan, Buznika ve Kahire’de masaya otururken Fransa’nın tarafları Paris’te buluşturma girişimi akamete uğradı. Taraf olmasına rağmen Mısır’ın arabuluculuğu ise Trablus cephesinde ya veto edilmedi ya da sessiz karşılandı.
İkinci olarak petrol gelirlerinin kesilmesine bağlı ekonomik bozulma, kötü yönetim, yolsuzluk ve düzensizliğe karşı gösteriler patlak verdi. Halkın öfkesi rakip hükümetleri köşeye sıkıştırdı. Tobruk’ta Abdullah el Sinni, Temsilciler Meclisi Başkanı Akile Salih’e istifasını sundu.
Üçüncü gelişme; Trablus’ta Ulusal Mutabakat Hükümeti’ndeki (UMH) iç hesaplaşmalar kızıştı. UMH Başkanlık Konseyi Başkanı Fayiz el Serrac sokak öfkesini kullanıp darbe girişiminde bulunduğuna inandığı İçişleri Bakanı Fethi Başağa’yı açığa aldı. Başağa’nın tam da Ankara’dayken kızağa çekilmesi Türk hükümetine mesaj olarak algılandı.
Başağa, Libya Ulusal Ordusu komutanı Halife el Hafter’in 14 aylık Trablus kuşatması sırasında Ankara ile çok yakın çalışan, milis güçlerini düzenli kuvvetlere dönüştürme programıyla batıdan destek gören, fiilen Savunma Bakanı yetkilerini kullanan ve dış ilişkilerde Dışişleri Bakanı’nı gölgede bırakan ve hırslarıyla öne çıkan biriydi.
Serrac neden gitmek istiyor?
UMH’de çözülme istemeyen Türkiye gibi aktörlerin etkisiyle Başağa koltuğuna döndü ama güç kavgası bitmedi. Nihayetinde Serrac Ekim sonuna kadar kurulmasını umduğu yeni siyasi otoriteye görevi bırakma niyetini açıkladı. Serrac’ın üzerindeki baskılardan kurtulmak için böyle bir manevra yaptığına inanılıyor.
Karar Ankara’da üzüntüyle karşılandı. Türkiye deniz yetki alanları anlaşması ile askeri-güvenlik anlaşmasında imzası olan bir hükümetin korunmasını önemsiyor. Ankara’nın bölge stratejisini üzerine kurduğu bu anlaşmalar Temsilciler Meclisi’nden geçip yasal sürecini tamamlamadı. Anayasal bir altyapı olmadığı için UMH’nin yaptığı anlaşmaların geçerliliği de tartışmalı. Şimdi Serrac giderse anlaşmaların da çöpe atılacağını savunanlar çıkmaya başladı. Müslüman Kardeşler kanadı ise Ankara ile aynı çizgide:
“Anlaşma iki devlet arasında, Serrac’ın gitmesi anlaşmaları geçersiz kılmaz.”
Ancak yeni bir uzlaşı sağlanır, hükümet kurulur, anlaşmalar teyit edilir ve meclisten de geçerse Türkiye’nin hamlesi başarıya ulaşabilir. Bütün bunlar pazarlık gücünü gerektiriyor. Cenevre’de masalar kurulursa Türkiye’nin ortaklarını kendi oyununda tutması önem kazanıyor. O yüzden UMH’deki çatlaklar Ankara’da alarm nedeni.
Serrac’ın kritik atamaları ne anlama geliyor?
Şimdilik Başağa dönmüş, Serrac’a “Acele etme” mesajı verilmiş olsa da Trablus’taki iç kavgalar sürüyor. Hafter’e karşı ortak cephede buluşmuş hasım güçlerin yeniden iç çatışmaya kaymasından korkuluyor.
Serrac-Başağa arasındaki gerilimin gölgesinde çok kritik bazı görev değişiklikleri oldu.
Serrac, Başağa’ya düşman olan Navassi Tugayı’nın önünü açtı. Bu grup biraz Türkiye karşıtı.
Serrac, Trablus’un güvenliğini de Başağa’nın İçişleri Bakanlığı’na bağladığı güçlerden alıp Usame Cuveyli komutasındaki Batı Bölgesi Harekât Gücü’ne verdi.
Zintan kentinden olan Cuveyli, Türkiye ile ilişkileri iyi ama Türkiye’nin dostlarına düşman. Zintan, Trablus ve Mısratalı gruplar arasındaki husumetler UMH kurulduktan sonra da bitmedi.
Serrac, Mısratalı asker Muhammed el Haddad’ı da Genelkurmay Başkanlığı’na atadı. Bu atama güç yapılanmasında Mısrata dengesini koruma kaygısını yansıtıyor.
Kendisi de Türk kökenli bir Mısratalı olan Serrac, Savunma Bakan Yardımcısı Salah el Namruş’u da Savunma Bakanı yaptı. Namruş Türkiye yanlısı.
Kamu Güvenliği Ajansı Başkanı İmad el Trabelsi ise İstihbarat Servisi Başkan Yardımcılığı’na getirildi. Zintanlı Trabelsi, Trablus ve Mısrata merkezli milislerle çatışmıştı.
İç çatışmada sicili kabarık duran Hızlı Müdahale Gücü’nün komutan yardımcısı olan Lütfi el Hariri de İç Güvenlik Ajansı Başkan Yardımcılığı’na atandı.
Hariri, Ghenewa adıyla tanınan Abdülgani el Kikli’nin adamıydı. Türkiye ile barışık olduğu söylenemez. Selefi karakteri ile tanınan, Mitiga Havaalanı dahil başkentte kritik noktaları kontrol eden ve ‘ahlak zabıtalığı’ yapan RADA güçlerinin Savunma Bakanlığı’ndaki pozisyonu güçlendirildi. Bir de Kaddafi rejimiyle ilişkili olmakla suçlanan Muhammad Ba’ayo Libya Medya Vakfı’nın başına getirildi.
Ortaklar ne kadar ortak?
Bütün bu atamalar Başağa’nın başını çektiği bloğun yanı sıra Müslüman Kardeşler’i öfkelendiriyor. Genel izlenim, operasyonların Başağa karşıtlarını güçlendirdiği yönünde. Bunların başında Navassi, Trablus Devrimcileri Tugayı ve Ebu Salim Merkez Güvenlik Gücü geliyor.
Merkezileştirme programına direnen bu grupların Türkiye ile ilişkileri iyi değil. Türkiye ile ilgili itirazlar askeri müdahale ve kritik anlaşmalar sırasında da kendini göstermişti. Ancak Hafter’in Trablus’u düşürme tehlikesi itirazları geriletmişti. Serrac’ın kendisi de anlaşmalara gönüllü değildi.
Özetle Türkiye’nin desteği sayesinde Hafter’i püskürten, Ankara’da sıklıkla ağırlanan ve İstanbul’u mesken tutan aktörlerin her biri koşulsuz ortak sayılmaz.
Libya’daki krizin ilk yıllarında Katar, Müslüman Kardeşler kanalından İslamcı güçleri organize ederken Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) de Müslüman Kardeşler karşıtı liberal, milliyetçi ve Selefi Medhali güçlere yatırım yaptı.
Bu müdahaleler Libya iç savaşını şekillendirdi. 2014 sonrası ülke fiilen bölünürken her iki tarafta “zoraki ortaklar” arasında çatışma dinamikleri varlığını korudu.
Vekalet savaşının yarattığı bölünmüşlükler bir kenara geçmişe dayalı aşiretler arası düşmanlıklar, birbirine hasım şehirler, ideolojik farklılıklar, bankalar, bakanlıklar ve limanların bulunduğu alanları kontrol etmek için kavga veren yerel savaş ağaları bu dinamiğin birer parçası. Son derece karmaşık ilişki ağları oluştu.
Bu tabloda en az konuşulan Türkiye’nin Libya’ya çekilmesinde etkili olan Müslüman Kardeşler. Bu örgüt askeri güç kurmak yerine para-silah transferi ve siyasi-ekonomik etki kanalları açma savaşı verdi.
Gelir ve giderlerin kontrolündeki en önemli makam olan Merkez Bankası’nın karar mekanizmalarına sızdı.
Halid el Mışri ile Devlet Yüksek Konseyi’ni kontrol ederken Başkanlık Konseyi üyeleri Abdusselam Kajman ve Muhammed Ammari ile hükümeti etkiliyor.
Ekonomi Bakanı Abdülaziz Essavi de Müslüman Kardeşler’in müttefiki. Kritik operasyonlar yürüten Ankara ve Doha’daki büyükelçiler de örgütün mutemet adamları.
Petrol anlaşmazlığının nedenleri?
Durumun ne denli çetrefilli olduğunu göstermesi bakımından petrol etrafındaki tartışma çok şey anlatıyor. Hafter, Trablus’u köşeye sıkıştırmak için ocakta petrol vanalarını kapatmıştı.
Petrol gelirleri üzerinde tasarruf yetkisi ise Merkez Bankası’nda. Banka hem doğu hem batı güçlerini fonlayan bir siyaset izledi.
Ancak petrol üretiminin durması her iki tarafı da vurdu. ABD’nin Hafter’e baskısı ve Rusya’nın arabuluculuğunda yürütülen iki haftalık müzakereler bir anlaşmayla sonuçlandı.
Pazarlıklarda Trablus tarafından Başkanlık Konseyi Başkan Yardımcısı Ahmet el Maitik, Tobruk tarafından Hafter’in oğlu Halid vardı.
Maitik öncesinde Ankara’nın görüşünü almıştı. Gelirlerin adilce paylaşımı, iki tarafta bütçe hazırlığı, maaşların ödenmesi ve borçların tasfiyesi konusunda ortak komite kurulması öngörüldü.
Fakat Serrac anlaşmayı reddederken operasyonlardan sorumlu Libya Petrol Şirketi de Wagner güçlerinin tesislerden çekilmesi şartını koştu.
Daha sonra Wagner’in bulunmadığı tesislerde operasyona izin verildi. Müslüman Kardeşler’in Adalet ve İnşa Partisi liderleri, Devlet Yüksek Konseyi Başkanı Halid el Mışri, Batı Bölgesi Komutanı Usame el Cuveyli gibi isimler anlaşmayı ihanet sayıyor.
Tobruk merkezli yönetimin borçlarının üstlenilmesi reddin en önemli gerekçesi.
Serrac bırakabilir mi?
Peki bundan sonra Libya’da neler bekleniyor?
Taraflar 10-13 Eylül’deki Kahire buluşmasında en geç Ekim 2021’e kadar seçimlerin organize edilmesi; başkan, iki yardımcısı ve bir bağımsız başbakandan (3+1) oluşacak yeni başkanlık konseyinin oluşturulması; mali varlıkların kontrolü ve gelir dağılımı için bir yol haritasının belirlenmesi üzerinde anlaşmıştı.
Ayrıca Berlin Konferansı kararları çerçevesinde Birleşmiş Milletler’in yürüttüğü çalışmalar var. Zorlu bir süreç yaşanırken Serrac’ın ekim sonuna kadar yeni hükümet beklentisi gerçekçi görülmüyor. UMH’nin kurulmasına olanak sağlayan ve BM Güvenlik Konseyi’nin desteğini alan Süheyrat Anlaşması 18 ayda çıkmıştı.
Eğer hükümet doğu ve batının uzlaşısıyla Süheyrat ya da yeni bir anlaşma temelinde kurulacaksa süreç uzayabilir. UMH mevcut bileşenler arasında yenilenecekse bunun da riskleri var: Trablus, Mısrata, Zintan odaklı güçler adaylar üzerinde anlaşamayabilirler.
Bu grupların hepsine birden söz geçirebilecek bir aktör de yok. Rusya, Mısır, BAE ve Fransa’nın Trablus güçlerini ayartma hamleleri de dikkate alındığında 2015’te yakalanan birliğin tekrarlanma şansı düşüyor.
UMH kurulduğunda özellikle İslamcılar mesafeliydi. Aslında Süheyrat da onay süreçlerinden geçmemiş, hatta imzacılar imzalarına sahip çıkmamıştı. Ancak BM’nin anlaşmayı teyidi durumu değiştirdi. Peşinen tanınmış bir hükümetten yana durmak elzemdi.
BM uhdesindeki müzakere süreci işin içinde çok sayıda aktör olması yüzünden açmazlar barındırıyor. Türkiye Mısır’ın rolünü mecburen kabullenirken BAE’nin geriletilmesini, Hafter’in de müzakerelerden dışlanmasını istiyor. Ancak Hafter zayıflasa da ateşkes ya da müzakere sürecini sabote edebilecek konumunu koruyor. Mısır ve Rusya Akile Salih’i çözüm ortağı olarak öne sürse de Hafter’i tamamen gözden çıkarmadı. Fransa ve BAE de Hafter’i oyunda tutmaya çalışıyor.
Ülke toplum ve kurumlarıyla atomize olmuş durumda; ittifak görüntüsü içindeki yapılar bile ciddi husumetler taşıyor. Kapılar dış müdahaleye sonuna kadar açık; aktörlerin dış bağlantıları ulusal bir dava etrafında toplanmaya imkân vermiyor. O yüzden Libya baharı görür mü, nasıl ve ne zaman görür, kestirmek zor.