Üniversiteye girmek için üç milyondan fazla öğrencinin ter döktüğü Yükseköğretim Kurumları Sınavı’nda (YKS) tercih dönemi sona eriyor. Üniversite tercihlerini bildiren adaylar, tercih sonuçları için heyecanlı bir bekleyiş içerisine girdi. Ancak Üniversite Araştırmaları Laboratuvarı’nın (ÜniAr) yaptığı araştırma, Türkiye’deki üniversitelerin eğitim kalitesini yeniden gündeme getirdi.
“Üniversiteler lise düzeyinde”
ÜniAr’ın 194 üniversitede 56 bin öğrenci ve akademisyenle yaptığı iki ayrı araştırmada yer alan bazı tespitler şöyle: “Üniversiteler kendilerini olduğundan iyi göstererek öğrenciye beklenti tuzağı kuruyor. Pek çok üniversitede eğitim lise seviyesine indi. Akademik kültür, derslerde öğrenmenin gerçekleşip gerçekleşmediğine odaklanmak yerine sadece sınava indirgendi. Akademisyenlerse akademik açıdan kendilerini orta seviyede özgür olarak görüyor. Üniversitelerin yönetiminden memnun değiller ve yoğun şekilde tükenmişlik hissiyle mutsuzluk yaşıyorlar. Üniversitelerine aitlik ve bağlılık hissi beslemiyorlar. Ayrıca üniversite yönetimlerinin siyasi angajmanından rahatsızlar”
Devlet ve vakıf üniversitelerindeki öğrencilerin memnuniyetinin temel alındığı Türkiye Üniversite Memnuniyet Araştırması’nda öğrenim imkân ve kaynaklarının zenginliği, yerleşke ve yaşamın doyuruculuğu, akademik destek ve ilgi, kurumun yönetim ve işleyişi gibi kategorilerde üniversiteler sıralamaya kondu. “Akademik Ekoloji” başlığını taşıyan diğer araştırmadaysa akademisyenlerin gözünden üniversitelerle ilgili tespitler yapıldı, memnuniyet sıralamalarına yer verildi.
“Derslerde öğrenim gerçekleşmiyor”
2016 yılından bu yana söz konusu araştırmayı gerçekleştiren akademisyenlerden Akdeniz Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Engin Karadağ, VOA Türkçe’ye yaptığı açıklamada, üniversitelerin eğitim kalitesi hakkında öğrencilerin paylaştığı görüşleri aktardı. Karadağ “Temel problem öğrenim deneyiminde. Öğrencilerimiz çok iyi eğitim alamadıklarını, derslerde öğrenmenin gerçekleşip gerçekleşmediğine pek odaklanılmadığını söylüyor. Kampüsün içindeki üniversite hayatının doyuruculuğunda da problemler var. Devlet üniversitelerindeki öğrenciler en çok öğrenci kulüplerinin varlığı ve işleyişlerini problemli görüyor. Sosyal, kültürel ve sportif etkinlikleri hemen hemen yok derecesinde görüyorlar” dedi.
Özellikle Anadolu’daki birçok devlet üniversitesinin kampüsünün şehir dışına yapılmasının ulaşım sorunu yarattığını söyleyen Karadağ “Devlet üniversitelerinde kamu kaynakları kullanıldığı için kampüs olanaklarında eksiklik çok fazla yok. Ama vakıf üniversitelerinin bazılarının üniversite anlamında bir kampüs yapısı dahi yok. Örneğin İstanbul’daki vakıf üniversiteleri için ‘E-5 üniversitesi’ tabiri doğdu. Gebze’den Edirne çıkışına kadar 20-25 tane üniversite tabelası var. Dolayısıyla bu alanlarda da sosyal tesisleri olamıyor. Hatta konaklama imkanları da bir problem haline geliyor” diye konuştu.
“Üniversiteye gidince beklenti şoku yaşıyorlar”
Karadağ, öğrencilerin tercih yaparak üniversiteye yerleştiklerinde bu olumsuzluklarla karşılaşabildiğini sözlerine ekledi. Karadağ “Bazı öğrenciler üniversitelerin kampüslerini gezip görmeden internet sitelerine veya reklamlarına yöneliyor. Bu reklamlarda beklenti tuzağı kuruluyor. Bazı üniversiteler sahip olmadıkları sosyal tesisleri, kampüs olanaklarını reklamlarda göz boyama olarak kullanıyor. Öğrenciler de bunun karşısında beklenti şokuna uğruyor. Bu sene daha da tehlikeli bir durum söz konusu. Çünkü pandemi sürecinde öğrencilerin gitmek istedikleri üniversitelerin kampüslerini gezmesi, dersliklerini, laboratuvarlarını görmesi mümkün olmadı” dedi.
Bu yıl ilk kez akademisyenlerle araştırma gerçekleştirdiklerini söyleyen Karadağ, öğrenci ve akademisyenlerin tespitlerinin örtüştüğünü kaydetti. Karadağ “Hocaların çok memnun olduğu ama öğrencilerin olumsuz gördüğü bir üniversite yok. Örneğin, hocalar üniversitelerde en çok akademik kültür ve desteğin olmadığından yakınıyor ve yönetimden şikayet ediyor. Aynısı öğrenciler için de geçerli” dedi.
Akademik kültür ve destek yok, siyasi angajman var
Üniversitelerdeki akademisyenlerin yüzde 52’si akademik kültür ve desteğin olduğunu söylerken, yönetimden memnuniyet yüzde 52,5 oranında kaldı. Vakıf üniversitelerindeyse akademisyenlerin kendilerini daha özgür hissettiğine, yönetimden daha yüksek oranda tatmin olduğuna ve daha düşük tükenmişlik ve mutsuzluk hissettiklerine dikkat çekildi. Devlet ve vakıf üniversiteleri arasında makasın en açık olduğu alan ise yönetimde siyasi angajmanın akademiye olumsuz yansıması oldu. Araştırmaya göre akademisyenler devlet üniversitelerinin yönetimlerinin vakıf üniversiteleri yönetimlerine göre oldukça yüksek seviyede siyasi angajmanı olduğunu düşünüyor.
Akademisyenlerin yüzde 76,3’ü yönetimden istenen işlerin en sıkıcı gelen aktivite olduğunu kaydederken, en fazla tez danışmanlığı yapmaktan memnuniyet duyduklarını aktardı. Akademisyenlerin yüzde 53,3’ü performanslarını en olumsuz etkileyen unsurun Türkiye’deki akademik kültür olduğunu söyledi. Araştırmada yer alan şaşırtıcı bir bulguysa akademisyenlerin yüzde 21’inin, ailelerin ve yüzde 17’sinin de öğrencilerin kendi performanslarına engel oluşturduğunu kaydetmesi oldu. Dersler, üniversite yönetimi, çalışma alanı gibi diğer unsurların arasında Yükseköğretim Kurulu’nu (YÖK) performanslarını en az etkileyen unsur olarak değerlendirdiler.
Öğrenciler de YÖK’ten memnun
Akademisyenler gibi öğrencilerin de YÖK’e bakışının olumlu olduğunu söyleyen Karadağ “Türkiye’de kurumlar arasındaki kutuplaşmanın en az olduğu kurumlardan biri YÖK. Üniversitelerimiz hala yetkilerini kullanmasalar da YÖK çok yetki devretti. Bizim 80’li yıllarda eleştirdiğimiz YÖK şu anda yok. Hep akademisyenler arasında tartışıldığı haliyle nihai bir kurum olmaktan çıkıp yönlendirici bir kuruma evrildi. Özellikle pandemi sürecinde, Milli Eğitim Bakanlığı’na kıyasla YÖK daha hızlı ve net kararlar alabildiği için öğrencilerden destek gördü. Öğrencileri mezuniyet gibi konularda da mağdur etmedi. En çok memnuniyetse ‘YÖK Ulusal Tez Merkezi’yle ilgili paylaşıldı. Türkiye’de çevrimiçi Türkçe kaynakların kısıtlı olması, öğrencilerin de hala yabancı dil eksikliği olması yüzünden en önemli kaynak Ulusal Tez Merkezi oldu” dedi.
Amaç listelere girmek; insan yetiştirme ikinci planda
Araştırmanın sonuçlarına göre son beş yıldan bu yana üniversitelerde eğitim kalitesi geriliyor. Araştırmayı gerçekleştiren akademisyenlerden Eskişehir Osmangazi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Cemil Yücel, VOA Türkçe’ye yaptığı açıklamada, bunun nedenlerini eğitim öğretim, insan yetiştirme, kaliteli bir yaşam sağlama, fırsat ve imkanları zenginleştirme, kariyer planlama gibi üniversitenin asli faaliyet alanlarına özen göstermekten hızla uzaklaşılmasına bağladı. Bunlar yerine her üniversitenin uluslararası ‘ranking’ (sıralama) sistemlerinde yer almaya öncelik verdiğini söyleyen Yücel “Son 10 yılda Türkiye’de de küresel çapta okulların sıralanarak etiketlendiği bir sistem içine dahil olma modası oluştu. Normalde bir üniversitenin faaliyetlerini sürdürürken kendi kimliğiyle, insan yetiştirme politikalarıyla, kendine özgü bir kültürü olması beklenir. Ama akademik camiada da küresel bir standartlaşma, tek tipleşme devreye girdi. Bu sıralamalarda yer almak için daha çok bilimsel makale, araştırma, atıf yapılması popülerleşince bizim üniversitelerimiz de sorgulamadan buraya odaklanmaya çalıştı. İnsan yetiştirme gibi bir üniversitede en az bilimsel faaliyetler kadar önemli olması gereken faaliyetler ise arka plana düştü” dedi.
“Bilimsel yayınlar topluma faydayı amaçlamıyor”
Üniversitelerin kalitesinin sonuca değil sürece odaklanarak arttırılabileceğini söyleyen Yücel “Sonuçları belirleyen süreçlerdir. Bir üniversitede akademik kültür varsa, severek bir akademik çalışma yapılıyorsa zaten bu sonuçlara bilimsel yayın olarak yansıyor. Akademik özgürlük ve iyi bir yönetişim varsa bu sonuçlara yansıyor. Türkiye’deki üniversite yönetimleri ‘bilimsel yayınlarınızı arttırın, makale yazın’ diyor ama bu topluma faydacılık anlamında yapılmıyor. Daha çok üniversitelerin statülerini dışarıya yansıtma amaçlı yapılıyor” dedi.
Yücel, bilimsel yayınlarla üniversitelerin değerlendirmeye alındığı sıralamaların aksine kendi araştırmalarında üniversitenin okunduğu şehirden öğrencilerin memnuniyeti gibi üniversite kültürünü oluşturan başka unsurları da ele aldıklarını kaydetti. Yücel “Dünyada artık üniversite kalitesi değerlendirilirken öğrencinin angajman düzeyini arttırıp arttırmadığına da bakılacak. Öğrencinin üniversite hayatının içine ne kadar dahil edilebildiği ile ilgili yeni kavramlar doğuyor. Öğrenci açısından üniversitede dolu dolu bir hayat yaşayıp yaşamadığı, entelektüel olarak gelişip gelişmediği, kendini hayata hazırlayıp hazırlamadığı, üniversite yaşantısı boyunca kendi kişiliğine neler kattığı önem taşıyor” dedi.
“Her üniversite araştırma üniversitesi olmak zorunda değil”
Her üniversitenin bilimsel yayınlar yapmayı amaçlayan araştırma niteliğindeki üniversiteler olmak zorunda olmadığını ve öğretimi önceleyebileceğini sözlerine ekleyen Yücel “Son 5-6 yıldır üniversitenin gereksizleşmeye başladığı bir trende doğru giriyoruz. Üniversiteye gidin gitmeyin kendi yetkinliğinizi ispatlayabiliyorsanız, üniversite çok önemli de olmayabilir. Üniversite diploması yıllar içinde gereksizleşecek, üniversiteye fiziksel olarak gitmeden de Harvard’dan, MIT’den, İTÜ’den açık kaynaklı ders paketleri ve yetkinlik rozetleri alınabilecek. Bunları biriktirince ‘diplomam var’ demek zorunda kalınmayabilir. Bu anlamda üniversite mezunu olmak şu an ailelerin gözünde sınıf atlamak, meslek sahibi olmak için garanti görülüyor ama işsizliğin bu boyutta olduğu Türkiye koşulları altında da bir iş bulma yeri olarak değil yetkinlik arttırma yeri olarak görmek gerekiyor” diye konuştu.
“Akademisyenlere inisiyatif verelim”
Türkiye’de üniversitelerdeki eğitim kalitesinin arttırılmasının akademiye özgürlük tanımaktan geçtiğini söyleyen Yücel “Etrafına bakmadan, işleri doğru yapmak yerine doğru işler yapan kurumlar gerekiyor bize. Akademisyenlere inisiyatif vermek, özgürlük vermek, hesap verebilir yönetimler gerekiyor. Toplumcu faydayı da ön plana çıkararak, insan yetiştirmeyi önceleyerek bir kültür oluşturmak mümkün. Akademik gelenekleri yeniliklerle birlikte düşünmek ama her modanın peşine takılmamak gerekiyor. Üniversitelerde insan yetiştirmeye tekrar odaklanalım” dedi.