ABD’de Oregon eyaletinin Portland kentinde polis şiddeti ve ırkçılığa karşı düzenlenen protestoların 93. gününde, göstericiler ve ABD Başkanı Donald Trump’ı destekleyenler arasında çıkan arbedede bir kişi hayatını kaybetti. Ölen kişinin göğsünden vurulduğu açıklandı.
George Floyd‘un Mayıs ayında polis şiddetiyle hayatını kaybetmesinden sonra diğer bir siyahi Jacob Blake’in yine polis tarafından 23 Ağustos’ta öldürülmesi başta siyahlar olmak üzere ülkedeki diğer ırklar, azınlıklar, din ve mezhep mensupları tarafından protesto ediliyor. Protestolara destek amacıyla NBA oyuncuları maçları boykot ediyor.
Ancak olayların alevlenmesine sebep olan Trump duruşundan geri adım atmıyor ve ırkçı tutumunu sürdürüyor. Başkanlık koltuğuna oturduğu 2017’den itibaren ABD’de ırkçılığın hızla yükselmesi dikkat çekiyor.
Trump’ın en önemli oy tabanını Siyonist Hıristiyanlar olarak da adlandırılan Evanjelik Protestanlar oluşturuyor. Trump başta bu kitle olmak üzere Hıristiyan ve beyazların desteğini konsolide etmek için kiliselerin düzenlediği programlara katılıyor, hatta İncil ile poz vererek dini siyasete alet etmekten çekinmiyor.
Sosyal medya platformu Twitter, sadece Trump’ın bazı ırkçı paylaşımlarını değil, Trump yanlısı ırkçı gruplardan QAnon destekçilerinin hesaplarını da silmek zorunda kalıyor. Televizyon programlarında katılan bazı dini grupların temsilcileri Trump’ın seçilmiş kişi olduğunu söylemekten dahi çekinmiyor.
Trump’ın İsrail yanlısı politikaları, büyükelçiliği Tel Aviv’den Kudüs’e aldırması, Filistin topraklarının İsrail tarafından ihlak edilmesine yeşil ışık yakması, İsrail’in varlığının Arap ülkeleri tarafından tanınmasını sağlamak için çaba göstermesi mensubu olduğu mezhebin inanç esaslarından kaynaklanıyor.
Şüphesiz Trump din, ırk ya da mezhep temelli yandaş üreterek iktidarda kalmak isteyen ilk ve son lider değil.
Bunun günümüzdeki en tipik örneği İran’daki ayetullahlar rejim. Rejimi ayakta tutmak için Devrim Muhafızları adı altında, devlet içinde devlet olarak adlandırılan bir yapı kuruldu. Devrim Muhafızları’nın ayrı bir ordusu, polis gücü, işletmeleri, ticari faaliyetleri vs var.
1979’daki Humeyni Devrimi’nden hemen sonra kurulan bu güç, rejimin belkemiğini oluşturuyor.
Yönetimin icraatlarını, hayat pahalılığını ya da seçimleri protesto eden halka karşı anında harekete geçen Devrim Muhafızları, rejim yanlısı halkı sokaklara dökmekten geri kalmıyor. Son yıllarda pek çok kez sokaklara dökülen rejim karşıtı halkı güvenlik güçleri durduramayınca her defasında rejim yanlısı kitleler sokaklara dökülerek muhalifleri sindiriyor.
Benzer bir olay Arap Baharı sırasında Mısır’da yaşandı. 2012’de yapılan seçimlerle iktidara gelen Müsülman Kardeşler’in adayı Muhammed Mursi muhalifleri arasında ciddi bir tepki ve endişe meydana getirdi. Göreve geldikten kısa bir süre sonra sokaklar yeniden hareketlenmeye başladı.
Müslüman Kardeşler karşıtları Tahrir Meydanı’nı, yandaşları ise birkaç kilometre ötedeki Rabia Meydanı’nı doldurdu. Ordu ve eski rejim günlerce gösterilerin seyrini izledi. Sokaklar yeterli üstünlüğe ulaşınca ordu harekete geçti ve bizzat Müslüman Kardeşler’in cumhurbaşkanı Mursi tarafından Genelkurmay Başkanı olarak atanan Abdulfettah el Sisi tarafından devrildi.
Ordunun Rabia Meydanı’na müdahalesinde yüzlerce kişi hayatını kaybetti. Tıpkı Hüsnü Mübarek karşıtı gösteriler sırasında Tahrir Meydanı’nda günler süren gösteriler yaşanmasaydı Mübarek’in devrilmeyeceği gibi, benzer bir şekilde de yine sokaklarda Mursi karşıtları büyük bir üstünlük kurmasaydı Müslüman Kardeşler iktidarının devrilmesi söz konusu olmayacaktı.
Trump’ın bu tür bir yönteme başvurup vurmadığı henüz tam olarak bilinmiyor ancak ırkçılık karşıtlarının karşısına pek çok kentte Trump destekçilerinin çıkması bu yönde tehlikeli bir tırmanış olduğunu gösteriyor. Trump’ın daha önceki açıklamalarında seçimle gidip gitmeyeceği yönündeki sorulara muğlak cevaplar vermesi, koronavirüs krizinden dolayı seçimlerin iptal edilmesini gündeme getirmesi, gitmesi durumunda ülkeyi Çin’in işgal edeceği türü akla ziyan açıklamalar yapması demokrasiyi içine sindirmediğinin işaretleri.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da bu yönde ciddi hazırlıkları olduğu biliniyor. Pek çok kez yandaşlarını evlerinde zor tuttuğunu kamuoyunun önünde deklare etmişti.
Sokakların hareketlenmesi ve muhalefet partilerinin gösterilere başvurması durumunda Erdoğan’ın da yandaşlarını sokaklara dökmesi kuvvetle muhtemel.
Ankara’dan sonra İstanbul’da da Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde özel takviye birimleri oluşturması, yeni bir kolluk gücü olarak bekçilik kurumunu ihdas etmesi, sarayın güvenliğinden sorumlu ciddi bir koruma gücü oluşturması ve tüm bunlardan daha da tehlikelisi şu an Libya ve Suriye’de savaşan paralı askerlere sahip olması Erdoğan’ın geleceğe yönelik hazırlıkları olarak görülebilir.
Bu paralı askerlerden önce SADAT adlı paramiliter bir gücün faaliyetleri uzun süre Türk kamuoyunu meşgul etmişti. SADAT’ın paralı askerlerin eğitiminde yer aldığı, hatta bu amaçla Libya’ya da gittiği yönünde medyada haberler de çıkmıştı.
Rejimin bir hazırlığı ise insanların kaçırılması. Şu ana kadar 200’den fazla kişi muhalif oldukları gerekçesiyle devlete bağlı birimler tarafından kaçırıldı.
Erdoğan’ın oluşturmak istediği yapının İran’daki rejimle önemli benzerlikler göstermesi dikkatlerden kaçmıyor. Bu amaçla daha önce her yerde imam hatip okulları açan, son dönemde Ayasofya ve Kariye müzelerini camiye çeviren Erdoğan‘ın mevcut sistemi daha milliyetçi-İslamcı temelli bir yapıya dönüştürmek için Ege ve Doğu Akdeniz’de, kendi eseri olan gerginliği ciddi bir krize dönüştürerek ülkeyi tamamen dışarı kapatması da olası. Akabinde tıpkı İran’a uygulanan uluslararası baskılar ya da ambargolar, sadece ve sadece rejimin daha da güçlenmesine yol açacak.
ABD ve Batılı ülkelerin yıllardır İran’a uyguladığı abluka halkın daha fazla ezilmesine, rejimin de sadece güçlenmesine yol açtı. Her ne kadar Türkiye’nin zengin yeraltı kaynakları olmadığı için İran’a göre dezavantajlı görünse de, Ortadoğu’da bazı ülkelerin durumu göz önünde bulundurulduğunda Erdoğan rejiminin daha da fakirleşecek bir halkı rahatlıkla kontrol altında tutması, oluşturacağı istihbarat devletiyle rahatlıkla mümkün olabilir.
Bundan dolayı da muhalefetin, sürekli ekonomik krizi gündeme getirerek, bir halk hareketine umut bağlaması çok gerçekçi değil.