İletişim Başkanlığı, sosyal medyaya dair yasal düzenleme tartışmaları çerçevesinde ABD ve Fransa modellerini mercek altına aldı. Amaç, ‘gerçek kimliğin belirlenebilir olduğu, hukuki sorumluluğunun farkında olan kullanıcı’ modeli çerçevesinde sosyal medya kullanımını “regüle” etmek.
Bu konu bir süredir Avrupa Birliği’nin de gündeminde. Geçtiğimiz hafta perşembe günü de Avrupa Komisyonu tarafından açıklanan yönergeye göre sosyal medya şirketleri geleneksel medya şirketleri gibi kendi platformları üzerinde yayınlanan içerikten sorumlu olacak.
Ancak, uzmanlara göre söz konusu uyumlaştırma çalışmaları, sansür ve oto-sansür eğilimlerini artırarak ifade özgürlüğünün önünde bir engel teşkil edebilir.
Peki ABD ve Fransa’da sosyal medya platformlarının hukuki sorumlulukları nedir? Türkiye’ye doğrudan uygulanmaları mümkün mü? euronews Türkçe olarak uzmanlarına sorduk.
Bilişim hukuku uzmanı Avukat M. Bilgehan Ataş, sosyal medyanın ABD ve Fransa’da tamamen kontrol altında olduğu ve Türkiye’de sosyal medyayı düzenleyen herhangi bir yasa olmadığı, bu ülkelerde yer sağlayıcı konumundaki Twitter, Instagram gibi sosyal medya araçlarını sunan kuruluşların, bu kuruluşlar üzerinden sağlanacak içerik nedeniyle sorumlu olduğu yönündeki iddiaları temelsiz buluyor ve bu konuda yaygın bir dezenformasyon olduğuna dikkat çekiyor.
euronews Türkçe’ye konuşan Ataş, şu şekilde açıklıyor:
“Özellikle İletişim Başkanlığı tarafından 2 Temmuz günü Twitter üzerinden yayınlanan infografikte iddiaların kaynağı olarak, 1996 yılında Amerika’da yürürlüğe giren CDA (Communications Decency Act) ve ABD Başkanı Donald Trump’ın 28 Mayıs tarihli kararnamesi gösteriliyor ve bu şekilde sosyal medyanın regüle edilerek içeriklerinin devlet tarafından kontrol edildiği imajı yaratılıyor.”
Ataş’a göre burada iki nokta ön plana çıkıyor:
“Birincisi, ABD’de mevcut yasal düzenleme olan CDA, sosyal medya platformlarına özgü olmadığı gibi, Twitter ve Instagram gibi sosyal medya platformlarının üçüncü kişiler tarafından yapılan paylaşımlar nedeniyle sorumlu olacağını da düzenlemez. Aksine, CDA uyarınca sosyal medya platformları yer sağlayıcı olarak sorumsuzdur. Yani bir üçüncü kullanıcı tarafından atılan tweet nedeniyle ABD’de Twitter’ı dava edemezsiniz.”
Trump’ın kararnamesi ne ifade ediyor?
Ataş, 28 Mayıs’ta Trump tarafından çıkarılan kararnamenin buradaki korumayı bir noktada kaldırmayı hedeflediğini, ancak Türkiye’de yapılmak istenen sansür düzenlemesi ile uzaktan yakından ilgisi olmadığını, bu regülasyonların hiçbirinde ağ genişliği kısıtlaması gibi doğrudan ağ tarafsızlığını (network neutrality/net neutrality) hedef alan bir düzenlemenin de bulunmadığını kaydediyor.
“Trump tarafından çıkarılan kararname, sosyal medya platformlarının platform üzerinde yayınlanan içerikler üzerinde editoryal faaliyete girmeleri halinde içerik sağlayıcı olarak değerlendirilerek gazete ve televizyon yayınları gibi sorumluluklarının doğacağını düzenliyor. Yani bizdeki gibi insanların kimlik bilgilerinin kaydedileceği, hükümet tarafından hoş bulunmayan her türlü düzenlemenin derhal kaldırılacağı gibi bir sistem söz konusu değil” diye ekliyor Ataş.
Ataş’ın sözünü ettiği kararnameye yönelik olarak ABD’de çoktan yargı yoluna başvuruldu ve kısa süre sonra kaldırılması bekleniyor.
“Burada CDA yürürlüğe girdikten bir sene sonra, 1997’de, düzenleme içerinde yer alan pornografik içeriklere ilişkin bazı kısıtlamaların iki ayrı federal mahkeme tarafından anayasaya aykırı bulunduğunu ve bu kararların ABD Yüksek Mahkemesi tarafından onandığını da hatırlatmak gerekir. ABD’de yargıçlar var” diyor Ataş.
Konunun Türkiye boyutuna bakıldığında ise, Türkiye’de sosyal medya dahil olmak üzere tüm internet yayın akışları ve paylaşımları, 5651 sayılı Kanun ile hali hazırda düzenlenmekte.
İfade Özgürlüğü Derneği verileri
İfade Özgürlüğü Derneği’nin “Buz Dağının Görünmeyen Yüzü” başlıklı son raporuna göre, 2019 yılı sonu itibarıyla Türkiye’den 408 bin 494 internet sitesine, 130 bin URL adresine, 7 bin Twitter hesabına, 40 bin tweete, 10 bin YouTube videosuna ve 6 bin 200 Facebook içeriğine erişim engellenmiş durumda.
Ataş’a göre, “5651 sayılı Kanun zaten hali hazırda sınırsız bir sansür aracı olarak kullanılmakta. Hükümetin istediği şey, iddia ettikleri gibi regüle edilmemiş bir alanı regüle etmek değil; toplumun tamamını susturmak. Herkesin kimlik bilgilerine erişimin sağlanmak istenmesinin nedeni de bu”.
Söz konusu yeni düzenlemenin geçirilmesi, hukukçulara göre sansüre ilave olarak ifade özgürlüğünü sınırlandıracak şekilde oto-sansürü de tetikleyecek sonuçlar doğurabilir.
“İnsanlar, hakaret içermese dahi hükümetin ya da belirli bir kesimin hoşuna gitmeyecek nitelikte olabilecek fikirlerini başlarına bir şey gelir korkusuyla otomatik olarak kendileri sansürleyecekler” diyor Ataş.
Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi, geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın YouTube yayınıyla gündeme gelen Z kuşağı gençlerine uyarıda bulunmuş ve “Dislike atan dislike’lanır” (“dislike”, internette bir içeriğin beğenilmediğinin ifadesi) ifadesini kullanmıştı.
“Dislike’lamak”
Ataş, sosyal medya platformlarına Türkiye’de ofis kurma zorunluluğun ardındaki temel amacın, yeri geldiğinde doğrudan içeriği denetlemek, yerine geldiğinde ise Selvi’nin deyimiyle “dislike atanları dislike’lamak” olduğunu düşünüyor; zira Ataş’a göre, “sosyal medya platformların kabul etmesi halinde kurulacak ofisler doğrudan hükümetin bir kolu gibi çalışmaya zorlanacak”.
Öte yandan, İletişim Başkanlığı tarafından yayınlanan bir diğer yanıltıcı bilginin, sosyal medya devlerine kesilen cezalar ile ilgili olduğunu belirten Ataş, sosyal medya devlerine kişisel verilerin güvenliğini ihlal ettikleri gerekçesiyle kesilen para cezalarının sanki internet ve sosyal medya kullanımına ilişkinmiş gibi verildiğini, oysa bu cezaların kişisel verilerin ihlali nedeniyle verildiğini ve bu durumun da sosyal medyaya özgü olmadığını kaydediyor ve ekliyor:
“Üstelik Türkiye’de bu alanı da regüle eden 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu ve buna bağlı mevzuatlar söz konusu. Yine bizim kanunumuzda da para cezaları düzenlenmiş durumda. Kanunun uygulanması konusunda görevli Kişisel Verileri Koruma Kurumu da iyisiyle kötüsüyle aktif olarak çalışıyor.”
Bu düzenlemeye ihtiyaç var mı?
Hukukçular, Türkiye’nin Batılı ülkeleri referans vererek gerçekleştirilecek böyle bir düzenlemeye ihtiyacı olmadığını savunuyor.
“Aksine, Türkiye’de bugün Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan Sportoto Teşkilat başkanlığına kadar, artık takip etmekte bile zorlandığımız 16 ayrı kamu kurumunun erişimi engelleme yetkilerinin tamamen kaldırılması gerekiyor” diyen Ataş’ın bir çözüm önerisi de var:
“Bununla birlikte 5651 sayılı Kanun’un 8, 8/A, 9 ve 9/A maddelerinin de yeniden düzenlenmesi, bu maddeler kapsamında sulh ceza hakimliklerine verilen görevin bunlardan alınarak yeni kurulacak, bu alanda yetkin mahkemelere verilmesi gerekmekte. Zira mevcut durumda sulh ceza hakimlikleri hükümet elçisi gibi görev yapıyor ve çoğu zaman talebi dahi incelemeksizin erişim engelleme kararı veriyor. Türkiye bu sayede kendisine Kuzey Kore, Çin, Rusya, Pakistan gibi ülkelerle birlikte internetin en ağır şekilde sansüre uğradığı ülkeler arasında yer buldu.”
Fransa’da tablo nasıl?
İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilen internet ağlarında haber, görüntü ve fikir yayınlama konusu Fransa’da da tartışılıyor. Fransa İçişleri Bakanlığı’na Kasım 2015’te ‘terör eylemlerini yücelten internet sitelerinin çevrimiçi olarak kesintiye uğramasını sağlamak amacıyla her türlü tedbiri alarak sosyal medya ve internet sitelerine erişimi engelleme’ yetkisi verildi.
Fransa’da yaşayan eski AİHM hukukçusu avukat Beril Morel, euronews Türkçe’ye verdiği demeçte, “Fransız sisteminde internet sitelerine erişim kısıtlaması açısından, 2004 ve 2011 tarihli yasalarca idareye kamu düzenine aykırı internet yayınlarına ve bu kapsamda çocuk pornosu görüntüleri gibi içeriklere erişimi kısıtlama yetkisi verilmesi amaçlandı, ancak bu yasaların hiçbirinin uygulama yönetmelikleri çıkartılmadığı için hükümleri hali hazırda uygulanmıyor” diyor.
Morel’in aktardığı bilgilere göre, Fransa’da kanun koyucunun 13 Mayıs 2020 tarihinde oyladığı “İnternet üzerinde nefret içerikleriyle mücadele hakkında yasa önerisi” uyarınca, sosyal medyayı da kapsayacak şekilde İnternet üzerinden yapılan yayınlarda idareye site sahiplerinden uygun olmayan içeriği derhal kısıtlamasını ve kaldırmasını bir hakim kararına ihtiyaç olmaksızın talep etme yetkisi getiriliyordu.
Söz konusu yasa, zararlı içeriklerin kullanıcılar tarafından tespit edilmesinin akabinde, 24 saat içerisinde silinmesini; terör ve çocuk istismarı gibi içeriklerin ise belirlendikten sonra 1 saat içerisinde kaldırılmasını öngörüyor. Bu hükümlere uymayan bireylere 250 bin Euro’ya, tüzel kişilere ise 1,2 milyon Euro’ya varan para cezaları veriliyor.
“Ancak, Fransa Anayasa Konseyi bu kanunun çocuk pornosu, terör propagandası, nefret söylemleri ile cinsel içerikli yayınlara ilişkin kısmını, idareye çok fazla takdir yetkisi tanınmasının ve site sahiplerine yeterince hukuki güvence tanınmamasının ifade özgürlüğüne ölçüsüz müdahale teşkil ettiği gerekçesiyle iptal etti ve bu sebeple kanunun uygulanabilirliği büyük ölçüde ortadan kalktı. Konu henüz tam netlik kazanmadı” diyor Morel.
Fransa Anayasa Konseyi’nin kararı ne anlam ifade ediyor?
Buna göre, 2000 yılından beri adli polisin yetkisi dahilinde suç unsurları içeren internet platformlarına ve suç unsuru teşkil eden faaliyetlere -bu kapsamda da veri tabanı sistemlerine saldırı, telekomünikasyon araçları veya kredi kartına dolandırıcılık, phishing (oltalama), siber-korsanlık, hükümet veya şirket iletişim sistemlerine saldırı gibi eylemlere- müdahale edilebiliyor.
Morel, Türkiye’de olması düşünülen sistem açısından, Fransa Anayasa Konseyi’nin ilgili kararının gerekçesine istinaden şöyle bir açıklama getiriyor:
“İfade özgürlüğünün demokrasinin olmazsa olmazı ve en değerli bileşeni olmasından ötürü bu özgürlüğün kısıtlanması son tahlilde gerekli ve güdülen meşru amaca orantılı olmalıdır. Ancak, Fransa’da çıkarılan kanunların şimdiye kadar bu gereklilik ve orantılılık ölçütleri açısından henüz geçer not alamadığı anlaşılıyor ve AİHM içtihadı da bu yönde.”