Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

“Hiç kimse mülteci olmayı seçmez” – Tansu Pişkin

Senaryosunu ve yönetmenliğini Okan Avcı’nın üstlendiği “Şifa”, her gün bu umutla yaşayan mültecilerin hikayesini anlatıyor.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNCHR) yapımını üstlendiği ve geçtiğimiz ekim ayında çekimleri tamamlanan “Şifa”, 20 Haziran Dünya Mülteciler Gününde UNCHR Türkiye’nin Youtube hesabından yayınlandı.

Film, bir mülteci hikayesini bizlere alıştığımızın dışında koku ve bu kokuya kaynağını veren doğa üzerinden anlatıyor.

Mültecileri bir sayı veya oradan oraya sürüklenen bir kitle olmaktan çıkarıp, unuttuğumuz insani boyutu hatırlatıyor.

Hikayeyi yaratan, onu hazırlayan ve bize görünenin arkasındaki hikayelerden bir kesit sunan Okan Avcı ile Şifa’yı konuştuk.

“İyileşmeye çalışırken çıkılan yolculuk gibi”

Neden “Şifa”?

“Şifa” iki farklı açıdan karşımıza çıkıyor filmde. Birincisi, insanlık tarihinde sürekli olarak iyileşmeye çalışan bir kesimin her zaman var olması. Bunu “umut” kavramına da bağlayabiliriz ki, bunca kötülüğün içerisinde yaşayabilmemize imkan sağlayan da bu. İyileşme ihtimalimiz. Ortadoğu dillerindeki hekim kelimesinin kökü olan “hak” kelimesinde de, hakkımız olan şifayı bulmaya çalışıyoruz aslında. İyileşmeye çalışırken çıkılan yolculuk gibi, filmimizin ismi.

İkincisi de, baharatlardan geliyor. Akdeniz coğrafyası iki bölgeden oluşuyor eski ticaret yolları üzerinden; Levant (doğu Akdeniz) ve Ponant (batı Akdeniz). Bu iki bölge arasında ticaret yolunu ortaya çıkaran en önemli etkenlerden birisi de baharat. Baharat Yolu’nun bu kadar önemli olması, doğu Akdeniz topraklarında yetişen muhteviyatın iyileştirici özelliğine dayanıyor. Yani bölgeden gelen şifa, ticaret yolları ile bir dönem batıyı iyileştiriyor. Şu anda savaşın ya da savaş sonrası travmaların olduğu bölgelerdeki şifadan bahsediyoruz.

* Okan Avcı

“Sıradanlaştırmak, alışmak için etkili yol”

Sizi bu filmi yapmaya götüren süreç neydi?

UNCHR raporundan…

UNCHR’nin Küresel Eğilimler Raporuna göre, 2019 yılı sonu itibarıyla şimdiye dek görülmemiş bir sayı olan 79,5 milyon insan yerinden edildi. Bu sayı 2010 yılında 41 milyon kişiydi. Buna göre, 2010 yılından beri zorla yerinden edilme durumları neredeyse ikiye katlandı.

Son 10 yılda en az 100 milyon kişi ülkeleri içinde ya da dışında sığınma arayışı içinde evini terk etmek zorunda kaldı. Bu, dünyanın en kalabalık 14. ülkesi olan Mısır’ın nüfusundan daha fazla insanın evlerini terk etmesi anlamına geliyor.

Dünyada yerinden edilmiş kişilerin yüzde 80’i şiddetli gıda yetmezliği ve kötü beslenme etkisi altındaki ülkeler veya bölgelerde yaşıyor. Bu ülkelerin çoğu iklim değişimi ve diğer afet riskleriyle yüzleşiyor.

Her 10 mültecinin 8’inden fazlası (yüzde 85) gelişmekte olan ve genellikle terk etmek zorunda kaldıkları ülkeye komşu olan ülkelerde yaşıyor.

Elbette tanık olduğumuz dünyanın zamanı. Alışmak ya da unutmak istememek aslında; toplumsal hafıza reflekslerinin dışına çıkmak için. Sadece coğrafyamızdan bir günlük haber bültenine tanık olmamız yeterli umutsuzluğun en dibinde olmak için. Çok zor günlere tanık oluyoruz. Bunun bir bedeli olacaktır hepimizde. Coğrafyamızda insanlık her gün sınanıyor. Afgan bir mültecinin söylediği bir cümle vardı bir röportajda; “Bu dünyayı yaşamak istiyorum”. Zamanın ruhunu anlatacak daha doğru bir cümle yok sanırım.

Tam da bu noktada “şifayı seçme ihtimali” ortaya çıktı. Mültecilerin istediği için yolda olmadığını hatırlamamız gerekiyor, her zaman. Çünkü yeteri kadar acıyı gösterdi ve kullandı tüm görsel dünya. Burası çok tehlikeli çünkü sıradanlaştırmak, alışmak için en etkili yol. İnsanların tek taraflı bakması için de. Her gün maruz kaldığımız bu görüntüler bütünü, bu büyük yığın, hakikati görmemiz yerine algımızı yönetiyor. Basite kaçmak istiyoruz. Oysa tüm bu hikayelerin merkezinde insan var.

Şifa ise mültecilerin, mülteci kimliği dışındaki kimliklerinin de var olduğunu göstermeyi amaçlıyor. İnsanı, bu dünyada yaşayan ve bir gün ölecek olan herhangi bir insanı anlatmak. Seçtiği ve seçemediği yollarını göstermek için. Yine iyileşme ihtimalimiz için.

Bu niyetle ortaya çıkan bir film oldu.

“Eski günlerine ait yeni bir gelecek yaratma isteği”

Birleşmiş Milletler filmin yapımını üstlenmiş. Bu süreç nasıl gelişti?

BM Mülteciler Yüksek Komiserliği, sürecin en başından beri destekleyen ve filmin yapımını iyi koşullarda gerçekleşebilmesini sağlayan taraf oldu. Senaryoyu ve neden böyle bir film yapmak istediğimizi anlattığımızda, süreci ilerletmeye başladık. Mülteci olan insanları sadece “mülteci” kelimesi içerisinde tutma fikri yerine, savaştan önce herkesin günlük yaşamlarında birer birey olduklarını anlatma fikrini beraber geliştirmeye devam ettik.

Filmde ülkesine özlemini alıştığımızın dışında kokularla, doğayla anlatan mülteci bir kadın görüyoruz. Neden tercihiniz bu yönde oldu ya da bu fikir nasıl ortaya çıktı?

Şifa, bir kısa film. Oyuncu arkadaşımız Tuğçe Yolcu’nun, gerçekçi performansıyla bize eşlik ettiği bir yolculuk. Hem dili hem de doğu Akdeniz hakkındaki bilgileriyle.

Koku ve kokunun kaynağı olan doğa, duyu belleğimizin en güçlü öğelerinden. Vardır hepimizin çocukluğundan, güzel zamanlarından belki yakın geçmişinden kokulara dair anısı. Bellek olarak da her zaman orada durur. Belki birkaç saniye, belki daha uzun ama illaki ortaya çıkar. Gayet insani bir özellik olarak söylüyorum. Filmin de aktarda çalışan kadına yaklaşmaya çalıştığı alan burası. Doğu Akdeniz’in şifalı baharatlarının kokuları ile İstanbul’da karşılaşmak ve baharatların kokuları ile gündelik hayatını yaşadığı geçmişine sığınmak. Kendisini iyileştirmeye çalışırken de geleceğindeki günlerin yine geçmiş güzel günlerine dönmesini istemek. Bahsetmeye çalıştığım “zamanın ruhu” bu aslında. Eski günlerine ait yeni bir gelecek yaratmayı istemek.

Bu cümlelerin arasından çıktı filmin yolculuğu.

Bunun yanında, hem romanları hem de denemeleriyle, Ortadoğu geçmişini ve geleceğini bize anlatan Amin Maalouf’un etkisi büyüktür, repliklerin arasında. Kişisel hayatımda da, sürekli takip ettiğim bir yazardır. Filmin girişinde kullandığımız cümleleri de, bu etkiden bir örnek aslında.

Hikayelerin devamı gelecek mi?

Şimdilik “Şifa” ile bir yolculuğumuz var. İlerleyen süreçlerde umarım.

Okan Avcı hakkında

Oyuncu, yönetmen ve senarist.

29 Kasım 1984, Fethiye doğumlu. İstanbul Üniversitesi mezunu.

2006’da oyunculuk ve sinema kariyerine başladı. 2010’da, Türkiye’nin siyasi hayatındaki önemli durakları, küçük bir Anadolu köyünden anlatan ilk belgeseli Kadim’i tamamladı. 2011’de Erkan Oğur, Turgut Alp Bekoğlu ve İlkin Deniz’den oluşan “Telvin” isimli jazz band ile müzikal yolculuklarını anlatan bir turne belgeseli gerçekleştirdi. Oyuncu olarak yer aldığı yapımlar arasında Sivas, İftarlık Gazoz ve Şahsiyet bulunmakta.

Kadim

    • 48. Antalya Film Festivali En İyi Belgesel
    • TRT Belgesel Film Yarışması, Ulusal Amatör Kategori, En İyi Film Ödülü. 2011
    • Antalya 48. Altın Portakal Film Festivali, Ulusal En İyi İlk Belgesel Film Ödülü. 2011
    • Akbank 8. Kısa Film Festivali, Belgesel Mansiyon Ödülü. 2012
    • Documentarist Yeni Yetenek Mansiyon Ödülü. 2011
    • 30. İstanbul Uluslararası Film Festivali, Gösterim. 2011

Telvin

    • 5. Documentarist Belgesel Günleri
    • 19. Adana Altın Koza Film Festivali Dünya Belgeselleri Seçkisi
    • 45. SİYAD En İyi Belgesel Adayı

Kaynak: Bianet

Exit mobile version