Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Avrupa’nın Gündemi | Sömürgeciler yüzleşmekten korkuyor

Avrupa’da ırkçılık ve sömürgecilik dönemiyle hâlâ samimi olarak yüzleşmeme eleştiri konusu olmaya devam ediyor. İspanya, İngiltere, Hollanda, Almanya ve Fransa’nın bu konuda atması gereken zorunlu adımlar var. Deutschlandfunk’a yazan Géraldine Schwarz, “Tarihsel sorumluluğu kabul etmeden kalıcı bir uzlaşma mümkün değildir. Ama eski sömürgecilerin çoğu yüzleşmekten korkuyor!” diyor.

Fransa’da yeni hükümetin belirlenmesinin ardından, hakkında cinsel saldırı suçlaması olan birinin içişleri bakanı olarak atanması giderek büyüyen bir polemiğe neden oldu. Tüm kadın örgütleri bunun kabul edilemeyeceğini belirterek Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un bu siyasi tercihini teşhir ediyorlar. Dava o kadar büyüdü ki bizzat Macron ve Başbakan Castex bu konuya dair açıklama yapmak zorunda kaldı.

İngiltere’de hükümetin pandemi sürecinde yürürlüğe koyduğu, parlamento ve yasalara başvurmadan “acil karar alma” hakkının suistimal edilebileceğinden endişelenenler haklı çıktı. Görünüşe göre Johnson Hükümeti, ön saflarda çalışanların hayatı pahasına da olsa, sorgusuz sualsiz milyarlarca sterlinlik kontratı istediğine veriyor.


PİŞMANLIK DUYARAK GEÇİŞTİRME YETERLİ DEĞİLDİR

Géraldine SCHWARZ
Deutschlandfunk

Sömürü, suç ve şiddetin görmezden gelinmesi eski sömürgeci güçlere zarar vermeye devam ediyor. Sömürgeci dönemle yüzleşme eksikliği toplumu bölüyor ve aşırı uçlara malzeme sunuyor. Dönemin değerlendirilmesi ne suçluluk kültürüne ne de kurban kültüne hizmet etmelidir. Rövanşizm ve nefrete yol açmamalı, tarihin karmaşıklığını görmezden gelmemelidir. Mağdur ve mazlumlara verilen zarar için özür dileyemiyorsanız istediğiniz kadar pişmanlık duyun, anlamsızdır. Tarihsel sorumluluğu kabul etmeden kalıcı bir uzlaşma mümkün değildir. Ama eski sömürgecilerin çoğu yüzleşmekten korkuyor!

Bir zamanlar dünyanın beşte birini yöneten Büyük Britanya, hâlâ ülkelerin ve insanların sömürülmesinden, kolonilerinde ırkçılık ve şiddetten ve açıkça belgelenmiş katliamlardan özür dileyemedi. Örneğin, 1919’da daha fazla özgürlük için mücadele eden yüzlerce sivilin öldürüldüğü Hindistan’daki Amritsar Katliamı ile samimi bir yüzleşme gerçekleşmedi. Kenya’da; İngilizler 1950’lerde sömürgecilik karşıtı Mau-Mau isyancılarının bastırılması için, neredeyse tüm Kikuyu grubunu toplama kamplarında ve hapishanelerde tuttu, on binlerce kişi bu şekilde öldürüldü. Hayatta kalanlar 2000 yılından itibaren İngiltere’yi dava etmeye başladı. Hükümet “pişmanlığını” ifade etti, ama kesinlikle tarihiyle yüzleşmedi ve özür dilemedi. Sömürge valileri keyfi davranmış gibi gösterilerek suç onların üstüne atıldı. Gerçekte ise tüm direktifler Londra’dan, kesinlikle uyulması gerektiği notuyla, gönderilmişti.

İngiliz sömürge tarihi hâlâ vatansever amaçlar için göz ardı edilmekte. İngiltere’de okullar, medya ve müzeler geçmişteki hataları ve yapılan katliamları hatırlatmaz. Ama birçok sokak ve alandaki heykellerle sömürgeci katiller onurlandırılır.

Brexit için kampanya yürüten seçkinlerin bir kısmının servetleri sömürgeciliğe dayanan ailelerinden geliyor. Onlar imparatorluk geleneğinin bugün hâlâ takdir edildiği özel okullarda eğitim gördüler. Böylece, Büyük Britanya’nın tek başına hareket etmesi halinde dünya çapında yeterli etkiye sahip olacağı yanılsaması yaygınlaştırılıyor.

Bu durumda olan sadece İngiltere değil. İspanya, Hollanda, Belçika, Almanya’da da durum hemen hemen aynı. Bir ülkenin karanlık geçmişiyle yüzleşmesi ve yaptıklarından dolayı bölge halkından özür dilemesi çok ender.

Meksika, 2019’da İspanya’dan 16. yüzyılda İspanyol fethinden sonra yerli halklara yapılandan dolayı özür dilemesini istediğinde, bunun geçmişte kaldığı, çağdaş bir perspektiften değerlendirilemeyeceği söylendi. İspanya devleti, zalim Franco rejiminin kurbanlarına tazminat ödemekten de kaçındı. Diktatörün ölümünden sonra, 1977’de tüm faillerin cezasız kalmasını garanti eden bir af yasası çıkarıldı. Kurtulanlar travmaları ile yapayalnız kaldılar. Almanya Namibya’daki soykırım kurbanlarına tazminat ödemeyi reddetti, pişmanlık söylemleriyle yetindi. Belçika’da daha yenilerde sömürgeci tarihi öven müzelerde sergilenenlerin gözden geçirileceği açıklandı. Fransa’da, eğitimde, müzelerde ve medyada böyle bir kolektif inkar mevcut değil.

Siyasi liderlerin çoğu sömürge sistemini kınıyor. 2017’de sömürgecilik döneminde yapılanların “insanlığa karşı bir suç” olduğu resmen kabul edildi. Özellikle, Cezayir Kurtuluş Savaşı’nın sona ermesinden sonra, 800 bin Fransız, Cezayir’den ayrılmak zorunda kaldı. Bu “büyük Fransız ulusunun” en eski ve en popüler kolonisiydi. Bu anı, çoğu “yoksul gettolarında” yaşayan Cezayirli göçmenlerin torunları arasında hâlâ kızgınlığa yol açıyor ve vahşet resmen kabul edilmesine rağmen samimi bir yüzleşmenin olmadığına inanılıyor.

Tarihin karanlık yanlarını bastırmanın ve kurbanların görüşünü görmezden gelmenin yüksek bir bedeli var: Bir toplumu böler, aşırı uçlara malzeme sunarak hizmet eder ve uluslararası ilişkilere zarar verir. Bu tavrın Avrupa ve Amerika’daki yaygın olması, bir ülkenin demokratik olgunluğu ve barışında anma kültürünün derinden yanlış anlaşıldığını ortaya koyuyor.

Eğer Avrupa dünyada normatif etki göstermeye devam etmek, otoriter modellere karşı demokratik ve açık bir toplumun değerlerini korumak istiyorsa, eski sömürgeci ülkeler tarihsel sorumluluklarıyla yüzleşmeyi öğrenmelidir.

(Çeviren: Semra Çelik)


DARMANIN, KENDİSİNİ MAĞDUR GÖSTERİYOR VE TAHKİR DEVAM EDİYOR

Fotoğraf: Jacques Paquier / Flickr

Florent Le DU
Humanite

Tecavüzden suçlanan (Fransız) İçişleri Bakanı, bu bakanlığa atanmasına dair eleştirileri reddederken, meclis grubundaki milletvekilleri ise masumiyet karinesi ilkesine sarılıyor. Bu argüman, atanmayı savunmaya yönelik çarpıtılıyor.

Gerald Darmanin ve (Fransa Cumhurbaşkanı) Emmanuel Macron anlamıyor. Darmanin, şu ana kadar hiç mahkum edilmediğine göre Macron onu neden İçişleri bakanı olarak atamasın ki? 6 Temmuz’da tecavüzle suçlanan Eski Kamu Hesapları Bakanının (Darmanin), içişleri bakanlığına atanması, cinsel ve cinsiyetçi şiddete karşı mücadeye -her ne kadar Macron tarafından ‘Cumhurbaşkanlığı döneminin büyük davası’ olduğu iddia edilse de- atılan büyük bir tokat gibi algılandı.

Bu atamaya karşı duyulan öfkenin meşruiyetini ve kendisine yapılan suçlamayı reddederek Gerald Darmanin, perşembe günü Europe 1 Radyosu’nun mikrofonunda şunları belirtti: “Bir iftiraya maruz kaldım, hiçkimsenin haksız yere suçlanmasını dilemem ve en kötü düşmanıma bile maruz kaldığım cadı avının mağduru olmasını dilemiyorum”.

Komünist (Fransa Komünist Partisi) Milletvekili Elsa Faucillon’a göre bunlar çok ağır sözler: “İftira ve cadı avından bahsetmek provokasyondur, bu sözler feministlerin ve kadınların serbestçe konuşma mücadelesinin hançerlenmesi gibidir.”

Olay 2009’da yaşanmış, Sophie Patterson-Spatz sicilinden bir mahkumiyeti sildirmeye çalışırken Gerald Darmanin’le irtibata geçer. Bu (Danmanin) ise -kendisinin de daha sonra itiraf edeceği gibi- yardımını cinsel hizmete koşullandırır. Daha sonra ise gönüllü olmayan ilişkiye girerler. Bu suçlamalara 2017 ve 2018’de iki defa takipsizlik kararı verilir, ardından ise mahkeme müdahalenin men-i kararı verir. Gerald Darmanin davanın temelli bittiğine inandırmaya çalışır, oysa ki 9 Haziran’da istinaf mahkemesi incelemelerin tekrar başlatılmasını emreder. Elsa Faucillon’a göre “İtiraf ettiği olaylar bile, yani cinsel ilişkide bulunmak için konumunu kullanması” suçu bile kendi başına büyük bir şekilde şok edicidir. Bu bile bir kişiyi bakan olarak, hele bir de iç işlerine atanmaması için yeterli bir nedendir. Bu alanda ders vermeyi çok seven (Macroncu) LaREM partisi bu davada ahlaki hiçbir şey yokmuş gibi davranıyor”.

Diğer yandan Gerald Darmanin’in artık kadına yönelik şiddetin mağdurlarını dinlemekle görevli olacak polislerin eğitimini sağlayacak büyük planı hayata geçirmekle görevli olması da ayrıca kaygı verici.

Yeni bir dava beklenirken, meclis çoğunluğu masumiyet karinesi ilkesinin arkasına saklanıyor. Çarşamba günü laREM’li 167 milletvekili Le Monde gazetesinde “Eğer suçlama mahkum edilme anlamına geliyorsa adalet görevini yapamaz” başlıklı bir yazı yayımlattı. Fakat “Osez le feminisme” Örgütünün Sözcüsü Ursula Le Menn’e göre, saygı duyulması ve savunulması gereken masumiyet karinesi ilkesinin bir kişinin içişleri bakanı olarak atanmasının teşhir edilmesiyle bir alakası yok: “Bu bir ceza hukuku ilkesidir, oysa ki burada teşhir edilen siyasidir. Tecavüzle suçlanan birisinin Fransa’nın bir numaralı polisi olarak atanması, kadınlara karşı gönderilen olumsuz bir mesajdır. Bu masumiyet karinesi ilkesi neden (Eski Adalet Bakanı) François Bayrou’nun ya da (Eski Çevre Bakanı) François de Rugy’nin istifa etmesini engellemedi. Onlara yapılan buradaki gibi ağır bir suç değildi.” (Kadın ölümlerini teşhir eden) Nous Toutes Kolektifinden Caroline De Haas ise cumartesi günü BFM TV kanalında “Cinayet işlemekle suçlanan bir erkeğin bakan olarak atanmasını bir an bile düşünebilir misiniz? Bugün böylesi bir atanmayı engellemeyen tek ağır suç tecavüz suçlamasıdır” diye öfkelenerek açıklama yapmıştı. Bu söylemleri (Eski Adalet Bakanı) Rachida Dati de “paylaşıyor” ve Emmanuel Macron’un “Mağdurlara gönderdiği bu mesaj” konusunda teessüf ediyor.

14 Temmuz’da Gazeteci Lea Salame ve Gilles Bouleau tarafından sorulan soruyu cevaplandıran Macron masumiyet karinesi ilkesini erkekçi bir yaklaşımla çarpıtarak Gerald Darmanin’in suçsuz olduğu sonucuna vardı: “Deyim yerindeyse erkeğin erkeğe duyduğu bir güven ilişkisi var. Söz konusu olay ve olası sonuçlarına dair Cumhurbaşkanı ile atanan bir bakan arasındaki güven.”

Ursula Le Menn’e göre Macron’un bu sözleri “Kadınların sözlerine, hatta mahkemenin kararına rağmen aralarında bir güvenin sağlandığı anlamına geliyor”.

(Çeviren: Deniz Uztopal)


REKABET OLMAKSIZIN VERİLEN GİZLİ KORONA KONTRATLARI

George MONBIOT
The Guardian

Bu, hükümetin gömdüğü diğer leşlerden çok daha kötü kokuyor. Hükümet, pandemi perdesi altında rekabet ve saydamlık olmaksızın milyarlarca sterlin değerinde hayati önem taşıyan ekipman sözleşmelerini şirketlere heba ediyor. Kendi kurallarını saymadan, gizli, anlaşılmaz ve oldukça şüpheli kararlar veriliyor.

Bu sözleşmelerin sonuncusu hükümetin koronavirüs mesajının etkinliğini ölçmek için verilmiş ve 840 bin sterlin değerinde. Michael Gove liderliğindeki Kabine Ofisi tarafından verilmiş. 3 Mart’ta başlamış görünmesine rağmen bu kontrat hakkında en erken yazılı belge 5 Haziran’da yazılmış ve zaten verilmiş olan kontratın geriye doğru bir düzenlemesi olarak ortaya çıkıyor. Böyle bir ihalenin bir ilanı bile yok. Görünen o ki anlaşma bir el sıkışma ve sırtını sıvazlamayla yapılmış.

Ama sözleşmenin kiminle yapıldığını biliyoruz. Evli çift James Frayne ve Rachel Wolf’un sahibi olduğu Public First isimli bir şirket. Frayne 2000’den bu yana Başbakan Johnson’un başdanışmanı olan Dominic Cummings ile aynı politik kampanyalarda çalıştı. Gove Eğitim Bakanı iken Cummings ve Frayne’i kendi bakanlığına getirdi. Cummings Gove’un başdanışmanı, Frayne de iletişim müdürüydü. Aynı dönemde, 2010’da, Gove’un bakanlığı Frayne’in şirketine ‘bağımsız okullar’ projesinin promosyonu için 500 bin sterlin ödedi. Bilin bakalım ne oldu? O kontrat verilirken de bir ihaleyle verilmemişti. Wolf ise Muhafazakar Partinin 2019 seçim manifestosunun yazarlarından birisi.

Hükümet korona koşullarında bir acil vaka olduğu için kamu ihalesi genel kurallarını geçersiz kılmak zorunda kaldığını iddia ediyor. İlk olarak, koronavirüs potansiyel olarak ciddi bir halk sağlığı sorunu olarak kabul edilmesiyle Public First’le yapılan sözleşme arasında altı hafta var. İkinci olarak, kontrat altında verilen hizmetlerden ikisi korona değil Brexit ile ilgili. Hükümetin internet sitesindeki bilgiye göre korona ile ilgili projeler 27 Mayıs’tan sonra başlamış. Kabine Ofisi şimdi ‘Brexit’ derken ‘koronavirüs’ demek istediğini belirtiyor. Enteresan bir hata.

Üçüncüsü de hükümetin pandemi üzerine felaket niteliğindeki iletişimi. Public First’ün araştırmasını göz ardı mı ettiler yoksa zaten pek de bir değeri yok muydu?

Halkın yasal çıkarlarını korumak üzere kurulmuş olan, kâr amacı gütmeyen Good Law Project (GLP) Gove’u kamu ihaleleri yasasını çiğnediği ve kontratı yanlı bir şekilde dostlarına verdiği için geçen hafta mahkemeye verdi.

Olağanüstü olmasına rağmen bu GLP’nin üstlendiği en garip dosya değil. Bir diğeri, net varlık değeri 18 bin sterlin olan PestFix isimli bir haşere kontrol şirketi. Yine bir kamu ilan ve ihalesi olmaksızın hükümet 13 Nisan’da bu şirkete, 32 milyon sterlin değerinde bir kişisel koruyucu donanım (PPE) kontratı veriyor. PestFix bir üretici firma değil, aracı bir firma: Rolü Çin’den önlük almak. Fakat, herhalde mal varlığı yokluğu nedeniyle, hükümet kontrat değerinin yüzde 75’ini depozito olarak PestFix’e aktarmış. Hükümetin kendi talimatnamesine göre ön ödemeler sadece “sınırlı ve müstesna koşullarda” yapılması ve bu koşullarda bile ön ödemelerin kontrat değerinin yüzde 25’ini aşmaması gerekiyor.

Ön ödeme gerekli idiyse hükümet bu siparişi neden kendisi vermedi? Ve neden PestFix seçildi? Bu kontrat verilmeden önceki iki hafta içerisinde 16 bin şirket PPE sağlamak için hükümetle irtibata geçmiş. Bazıları PPE üretim ve satın alma konusunda uzman ve ellerinde hazır stok bulunan şirketler.

Hükümet bu kararı savunmak için de acil vaka kararlarını öne sürüyor. Fakat, sağlık çalışanları arasında enfeksiyonu önleme yönünde ilk talimatname 10 Haziran’da; PPE kullanım talimatnamesi ise 14 Şubat’ta yayımlandı. Peki neden PestFix’le anlaşma için 13 Nisan’a kadar beklendi? Dahası, şirketin teçhizatı ulaştırması için bir tarih belirlenmemiş. Görünen o ki günümüze kadar sadece yarısı ülkeye gelmiş ve o da Daventry’de bir depoda duruyor. Hükümetin kendi beyanı “Teslim edilen izolasyon elbiselerinden hiçbiri Ulusal Sağlık Sistemi’ne (NHS) ulaştırılmamış” olduğu yönünde.  Acil durumda ivedilikle alınan karara bakın siz.

Kontrat yine birçok sırrı içinde barındırıyor. Teçhizatın fiyatı gibi önemli bölümler redakte edilmiş. Orijinal ihale uyarısında kontrat değeri 108 milyon sterlin olarak görünürken hükümet GLP’nin davasına cevabında 32 milyon olduğunu iddia ediyor.  Dahası, PestFix’le diğer teçhizat için başka kontratlar da yapılmış. Hükümet şu ana kadar bunların ne olduğunu ve kontratların içeriğini kamuya sunmayı başaramadı. Tüm bunlar olurken ön saf sağlık görevlilerinin PPE eksikliği nedeniyle öldüğünü unutmamak gerek.

Net varlık değeri 623 sterlin olan bir iş bulma bürosuna verilen 18 milyon sterlinlik maske kontratı; GLP’nin iddiasına göre 100 milyon sterlinlik PPE kontratı verilen şekerleme toptancısı; Moritus’ta döviz ticareti, denizaşırı mülkiyet ve özel sermaye üzerine uzman olan bir “aile ofisi”ne koruyucu sağlık teçhizatı için gönderilen 250 milyon sterlin gibi birçok vaka var. Görünüşe göre ilgisiz alanlardan şirketlere hiçbir soru sorulmadan ve rekabet kuralları göz ardı edilerek milyarlarca sterlinlik kontratlar dağıtılmış. ‘Ne oluyor?’ deme hakkımız var.

Burada sorun, önemli olsa da, paranın meblağı değil. Açık ve rekabete dayalı ihaleler kayırma ve yolsuzluğa karşı en önemli savunmamız; kamu hayatında dürüstlük ve halkın politikaya güveni açısından vazgeçilmez. Hükümet ise hiç endişelenmez görünüyor. Cummings olayında görüldüğü gibi yöntemi kamu tepkisi azalana kadar yüzsüzlüğe vurmak. Yalancı ve hilebaz olduklarını biliyoruz. Onlar da bildiğimizi biliyor ama hiç takmıyor.

Hükümet böyle yanlış adımlar attığında insanlar ölüyor. Bize düşen bunların anlamlı kılınmasının bir yolunu bulmak.

(Çeviren: Haldun Sonkaynar)

Reklam

Kaynak: Evrensel

Exit mobile version